Bir Aylaklaştırma metodu Tasavvuf
Tasavvuf, Tarikat (yol,yöntem,arayış) üreten bir ana mekanizmadır. İslam aleminin kafasının karma karışıklığı ve pasivize olmasının, asıl karışıklığı üreten bu çok fazla yol ve yöntemin bolluğunun da ana dinamiğide budur. Her birisinin yol olarak tarif ve formül ettiği, tüm yolların Allah'a varacağı tezine rağmen, İslam aleminin param parça oluşunun en önemli nedeni de budur. Tasavvuf, çeşitli dinlerin ve kültürlerin sentezinden oluşan, her renge girebilen, tamamen insan hayalinin ürünü olan çelişkilerle dolu düşünceler yumağıdır. Her inanç ve dinden izler taşıması, insanın kimlik ve kişilik oluşumunda, her şeye mesafeli ve hiçbir yeryüzü sorununa duyarlı olmayan insan tipi yetiştirmesi nedeniyle İslam i bir değer değildir. Şeytanın istediği kimlik ve kişilik aynen böyle bir kişiliktir. Yeryüzü imtihan alanı iken, aylak aylak dolaşılan, beyhude ve anlamsız bir hayat modeli sunan, kimlik ve kişiliklerin aynılaştırıldığı ve sürüler topluluğudur istenen ve arzu edilen. Bir birinden parçalar alarak biraz değişim ve dönüşüm göstermiş ancak birbirinden bağımsız gibi duran, adına tarikat dediğimiz tüm parçalar, Tasavvuf un alt kırılımlarıdır. Kendilerini İslam'a nispet eden tüm bu alt parçalar öz itibariyle şeytana hizmet eden ancak içinde hakikat barındırması nedeniyle göz boyama ve aldatma konusunda inanılmaz marifetli oluşumlardır.
Şeytanın aylaklaştırma projesinin adıdır tasavvuf. Ancak bu aylaklaşmadan nasiplenenler kendilerini tarikat, cemaat, hizip v.b. mensubiyetinden kurtarıp asla gerçeği görmezler. Kur-ani deyimle Sağır,Dilsiz ve Körleşmişlerdir. SUMMUM: Sağır (Vayhe duyarsız) BUKMUN: Dilsiz (vahyi yaşamamak) UMYUN : Kör (Vahyi görmemek)
Kısacası bu duruma, akıl melekesini çalıştıracak olan duyu organlarını fıtrata uygun kullanmama şeklide diyebiliriz. İnsan ancak bu yetenek ve özellikleri ile yeryüzünde imar ve iskan eden bir varlık olarak diğer canlılardan ayrılır. Bu niteliklerini kullanmaması aslında onu kuru taklit yeteneği olan bir maymuna çevirir ve maymunlaşma Kur-an ı Kerimde bir topluluğun helak edilmesi için yeterli bir gerekçedir. İmtihan edilmeyen, akıl melekesini başkasının eline vermiş bir canlının yeryüzünde bulunmasının bir gereği de yoktur.
"Tasavvuf, kavramsal olarak her ne kadar sonradan ortaya çıkmışsa da, bir terbiye metodu olması itibariyle bizzat Peygamber Efendimiz' e (s.a.v.) kadar dayanmaktadır. Tasavvuf, hayvani sıfatların galebe çaldığı beşerden, meleki sıfatların galebe çaldığı bir insan-ı kâmil ortaya çıkarmak için asr-ı saadetten bu yana uygulanagelen manevi bir terbiye metodudur. Hedefi; nefsi tezkiye, kalbi tasfiye etmek suretiyle kulu yakini imana ulaştırmak, böylece bütün amellerini ihsan makamında ifa etmesini sağlayarak İlahi rızaya erişmesine vesile olmaktır." şeklinde Tasavvuf ile ilgili yapılan bu tanım bahsi geçen aylak hale düşmenin nasıl olacağının ipuçlarını bulabilirsiniz . İddialardan birisi Hayvani Sıfatlardan kurtulmak! mış. Bunun için geliştirilen argümanlar çok ilginç. Zikir, hatme, vird, raks, deveran, rabıta, murakabe v.b. ritüellerin insanı hayvanlardan ayıran bir nicelikleştirme argümanları olduğu iddiası kandırmacadır. Yakin ve İlahi rızadan kastedilen işte bu İçkin veya Aşkın olan Tanrıya ulaşma arayışıdır. Bu nedenledir ki sürekli bu amaçla üretilen ritüeller değişiklik ve sürekli artış gösterir. Ortaya çıkan durum; bu ritüellerin duygulara hitab etmesi nedeniyle ortaya çıkardığı sürü psikolojisi ile kendilerine kul ve köle yapılmasıdır. Bahsi geçen tüm ritüeller Akıl melekesi gerektirmeyen uygulamalardır. İnsanın yeryüzünde bulunuş gayesi ise; Allah' a kulluk tur. Allah' a kulluk, sorumlulukları yerine getirilen erdemli bir hayat sürmektir. Allah' ı aramak, keşfetmek, insanları irşad etmek, yol yöntem üretmek, akaid oluşturmak değildir.
İslam tarihi içinde son bin dört yüz yıllık sürecimizde adına Tasavvuf denilen bu aylaklık biçimi, Muhammed A.S dan önce eski Yunanda, ondan önce Mısır, daha önceleri Hint İran karışımı inançlardaki Theosophy den başka bir şey değildir. Theosophy, içkin ve aşkın olduğu düşünülen Tanrı arayışı düşünce biçimi olarak özetlenebilir.
Şeytanların kol kola gezdiği bu şeytani düzende, her zaman bir İslami hakikat veya kavram alınıp batıla bulaştırılarak sunulur. Eğer İslam Şeriatı ndan bahsedecek iseniz Şeriatı; Tarikat Kapısı, Hakikat Kapısı, Marifet Kapısından girilerek elde edilen Marifetullah olarak izah edersiniz. Zamanla Şeriat yerini Marifetullah a bırakır ve bu kavramı üreten şeytan başka kavramlar üreterek sizi olmanız gereken YOL (Fatiha) dan alıkoyar ve saptırır. Marifetullaha da erişmek herkesin harcı olmayacağından bu mertebeye ulaşanların bulunduğu konum adeta Allah'ın yanı başıdır. Şeytanlaşma, Tasavvuf ile başlayıp tarikatlaşarak derin ve sarsılmaz bir yapıya dönüşür ve asıl sorunun buradan başladığını görebilen bir zihin asla alt başlıkların oyalayıcı dünyasında kaybolmaz. Bataklığın kendisini tanımak aslında sayısız ve alabildiğine çoğalan sinek ve sivrisineklerin kavram üreten rahatsız edici ve ömür tüketici analizlerinden bizi kurtaracaktır.
Şeytanlar engelleri aşmak için dinin akıl değil gönül işi, erdem ve sorumluluk değil, keşf, arayış, aşk olduğunu ve Kur- an’ ı herkesin anlayamayacağını söylerler. Bunun için Kur-an a ait olmayan ancak Kur-an da ilgili ilgisiz kelimeleri alarak kavramlaştırırlar. Kur-an'ın deyimiyle hakkı batıla karıştırmak böyle bir şeydir. İçinde hakikat izleri barındıran şeyden şüphelenmez ve böylece muhatapları bu kavramların İslam a ait olduğunu zannedip tuzağa düşerler. İnsanların önüne, kendilerinin kutsadığı başka kavram, kitap, külliyat, risale koyar ve okumalarını isterler. Böylece muhatap bu mekanizmanın ürettiği kavramlara aşina olur ve bu mekanizmanın ürettiği ve dayattığı değerleri benimser. İstisnasız hepsinde arzulanan ise fanatizimdir. Bu tuzağa düşenler, Kur-an’ a olan saygılarını kaybetmezler ama onu anlayamayacaklarını kabul ederek Kur-an’ ı, kendilerine kapalı sayarlar. Sonra bu şeytanlar, uydurdukları yeni ibadet türlerini devreye sokarak çokça ibadet tavsiye eder ve insanların doğru yolda olduklarından emin olmalarını sağlarlar. Onlar da bunları Allah’ ın dostu bilip kul, köle olurlar. Sonunda kendilerine olan güvenleri kaybolur ve doğru yolla ilişkileri kesilir ama kendilerini o yolun ortasında sanırlar. Kur-an ı Kerim bu durumu Yoldan Sapma olarak adlandırır. Çünkü yola getirilmeyen, yolda olmadan yoldan sapılmaz. Hakikatin izinde giderken, içinde hakikat barındıran gerçekler olmasına rağmen başka yollara sapmak. İşte bundandır ki biz her namaza başlar iken bunu hatırlamak ve bu gerçeğin çok sık tekrarını unutmamak için Fatiha okuyoruz.
Şeytanın en sevdiği iş olan aylaklaştırma süreci Kur-an ı Kerim de verilen örneği ile bir sonuçtur ancak bir sürecin sonucudur. Belirli bir süreçten geçtikten sonra meydana gelen bir durumdur. Şeytanın musallat edilmesi, insanın SUMMUM: Sağır (Vayhe duyarsız), BUKMUN: Dilsiz (vahyi yaşamamak unutmak ve unutturmak), UMYUN : Kör (Gerçeği görmemek ve uzaklaşmak) kalışı neticesidir. Vahyin yerine konulan her düşünce bizi sonu belli olmayan bu uçurumun eşiğine getirir.
Kim Rahman'ın Zikrine/Kuran’a Aldırış Etmezse, Biz Onun Başına Bir Şeytan Musallat Ederiz. Artık O, O’nun Ayrılmaz Dostudur. Bu Şeytanlar Onları Doğru Yoldan Çıkarırlar, Ama Onlar, Hala Kendilerinin Doğru Yolda Olduklarını Sanırlar. (ZUHRUF Suresi 36,37)