Kayıtlar

Kasım, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bakara Suresi 30. Ayet: Halifelik mi Muhaliflik mi?

   Halifeliğin kurum olarak işletilmesi Bakara Suresi 30. ayetinde geçen "innî câılun fil ardı halîfeh" cümlesindeki halifeh kelimesinin iki kök manasından diğerini bağlam açısından tercih edilmemesinden kaynaklanıyor.Bu kelimenin kök anlamı ile anlam bağlam ilişkisi yanlış kurulunca Ayetin meal tefsirlerinde genelde Meleklerin İnsanın kan dökücü ve bozguncu oluşu ile ilgili uçsuz bucaksız önermeler ortaya çıkmıştır. Oysa;   1- Half : Arkasından gelmek, yerine geçmek  2- Hulf: Muhalif, muhalefet eden, edebilen.      Bu ayette ikinci anlamı yerine koyarsanız, anlaşılmayacak hiçbir şey kalmıyor ve yeryüzünde bir Tanrı adına Yönetici de seçmek zorunda kalmıyorsunuz. Ayrıca İslam tarihindeki "Melekler yeryüzünde kan dökecek birini nereden biliyorlar?" gibi konular otomatik olarak devre dışı kalıyor. Ayetteki innî câılun fil ardı halîfeh Allah'ın yeryüzünde kanunlarına MUHALEFET EDEBİLEN bir varlık yaratmasıdır. Bu Halifelik tezi Mecusi kökenli ZillulA

Peygambere İtaat ama nasıl ?

Bedir Savaşı. Bir avuç Müslümanın var kalmaya devam edip etmeyeceğini belirleyecek savaş. 300 kişilik bir ordunun, 1.000 kişilik bir orduya karşı vereceği destansı mücadele. Bedir Savaşının sabahında, Peygamber'in amcası Hamza, çadıra doğru yönelip yeğenine soruyor: 'Şu askerleri şuraya sen mi yerleştirdin? Peygamber 'evet' diyor. Hamza, tekrar soruyor: 'Peki bu sana ayetle mi bildirildi, yoksa kendi kararın mı?' Peygamber tekrar cevap veriyor: 'Kendi kararım.' Hamza, 'o halde yanlış karar vermişsin, askerlerin şurada olması gerekiyor. Peygamber duraksamadan şöyle cevap veriyor: 'Sen savaştan daha iyi anlarsın. Nasıl uygunsa öyle yerleştir.' Uhud Savaşı öncesi. Peygamber, yaklaşan Mekke ordusuna karşı, Medine'de kalıp şehir savunması yapmaktan yana. Sahabeleriyle istişare yapıyor. İstişareden 'şehir dışında meydan savaşı yapma' kararı çıkıyor. Peygamber, bu karara uyuyor. Üstelik her iki örnek de 'Allah

Bir Menkıbe Analizi

(Fettullah Gülen'in Peygamberle görüşen kişi videosu: https://www.youtube.com/watch?v=-oxBZgVdlQ8 ) Fethullah Gülen - Peygamberle Canlı görüşme videosundaki kendi sözlerini dikkatlice analiz etmeye çalışalım SENELERCE EVVEL BİRİSİ : Bu kişinin kimliği hakında hiçbir bilgi vermiyor ancak sözlerini aktarmaya başlıyor. Kim bu Birisi ? belli değil ancak kendisine önemli şeyler arzediyor. Önemli bir zat olduğunu yine kendi ağzından öğreniyoruz ancak kim olduğu konusunda birşey söylemiyor. Buradan hareketle Animizm konusunda girmek gerekir; Animizmin başlangıcı, ruhun öldükten sonra var olduğu düşüncesidir. Böylece ruh, insanların etrafında dolaşan, onlara müdahale eden doğaüstü bir hal alır. O zaman bu ruha adaklar adamak, dualar etmek, kurbanlar kesmek, kalp ve mana ile konuşmak eylemleri başlar ki bunlar Animizm dinin temel ögelerindendir. Zamanla sadece insanın değil, hayvanların ve bitkilerin de ruhları olduğuna, bunların da insanları iyi-kötü yolda etkilediğine inanıla

Felsefe Nedir ?

Yokuştan aşağıya bırakılan içi boş tenekelerin çıkardığı seslere Felsefe denir !

TASAVVUFUN KELİME OLARAK KÖKENİ, TANIMI VE KAYNAĞI:

   Tasavvuf sözcüğünün nereden geldiği hakkında ileri sürülen görüşler genel olarak iki gruptur. Birinci gruba göre bu kelimenin esin kaynağı, İslâm’a ait bazı kurum ve kavramlardır. Bu kurum ve kavramların hepsi de Arapça olduğu için hem tasavvuf kelimesinin hem de bu kurum ve kavramların gramer bakımından kökleri arasında bir yakınlık bulunup bulunmadığını önce araştırmak gerekir. Çünkü Arapça çok köklü ve bilimsel kuralla dayanan zengin bir dildir. Tarih boyunca bu dile ait matematiksel gramer kurallarından yola çıkılarak bilim alanında birçok sorunlara çözüm bulunmuştur.    Tasavvuf sözcüğünün, ilişkili olduğu ileri sürülen kurum ve kavramlar şimdiye kadar beşi geçmemiştir. Bunlar; Sûf, safâ, Ashâb-ı Suffa, Saff-ı Ewwel ve benû Suffa kelime ve tabirleridir. Tasavvuf sözcüğünün etimolojik kökü ile (Sûf hariç), bu kelime ve tabirlerin etimolojik kökü arasında hiçbir bağ bulunmamaktadır. Biraz sonra sunacağım analizler bu gerçeği açık bir şekilde ortaya koyacaktır. Şimdi de bun

Hep Aynı Tezgah

MUHYİDDİN ARABİ NİN KİTABI FUSUSU'L HİKEM İÇİN SÖYLEDİKLERİ ni dayandırdığı rüya ------------------------------------------------------------------------------ Hicri 627 yılı Muharrem ayının son on gününde Rasullullah ı Şam da rüyada gördüm Elinde bir kitap vardı Bu Fususul Hilem kitabıdır al insanlara sun ondan yararlansınlar dedi bende Allah'ı Rasulullah'ı ve bizden ululemri bize emredildiği gibi dinleriz veitaat ederiz dedim Halis niyetle niyet ettim ve arzuyu gerçekleştirdim Bu kitabı rasulullah ın tarif ettiği şekilde artırma eksiltme yapmadan ortaya çıkarmaya himmet ve gayret gösterdim Kalp sahipleri ehlullah bu kitabın nefis arzularından münezzeh ve çelişki bulunmayan en kutsi makamdan indirildiğini kesin olarak anlasın.Umarım Allah duamı kabul edince isteğime icabet etmiştir. Ben de bana bildirilenden başkasıyla karşılaşmam ve bana indirilenden başkasını bu satırlarda yazmam Nebi ve Rasul değilim ama onların varisiyim ve Ahireti için çabalayan birisiyim Bu Allaht

Çöz artık şu Müteşabihlik Meselesini

   Kur-an insanı anlam gezginliği, kendi akıl ve sezgilerine dayalı bir gayb tasavvurunu önlemek için görünen ve görünmeyen alem ayrımını baştan ortaya koymaktadır. Ayrıca ikisi bir defa birlikte geçen MÜTEŞABİHAT ve MUHKEMAT ayrımını bir anahtar ayrım olarak ortaya koymakta ve mutlak gaybla ilgili olan ayetleri ve anlamayı sağlayan sebepleri ve ön çalışmalara bağlı olarak belli bir süreçte anlaşılan ayetleri MÜTEŞABİHAT tanımı içine almakta ve Mutlak olan Allah'ı ve gayb alanına giren hususları bu kavramla ilişkilendirmektedir. Böyle ayırım ve tanımlama esas alındığında taraf ve yön gibi dayanakları, insan-biçimci tasvirleri ve temsilleri, Mutlak'ı insanın müşahade, algı dünyasına anlaşılır yada anlaşılmaya en yakın hale getirmek için kullanılan lisani vasıtalar olarak görmemiz gerektiği anlaşılmış olmaktadır.      Bu ayrımın yapılıyor olması ilk dönem İslami İlimler açısından büyük bir sorunu da beraberinde getirmiş, meselenin doğru anlaşılmaması nedeniyle İslam alimlerinin

Hatırlat ! İqra

  İnsan; nereden gelip nereye gittiğini bilmeden kendi bilgi edinme kaynakları ile varlık sorununa  cevap araması, bulduğu yanlış ve eksik varsayımlara dayanan bilgi ve sanılar ile insanlığa hayat nizamı öngörmesi, çoğu zamanda dayatması bizzat Allah’ ın güç ve hakimiyetine kastetmesidir. Bu arayış her ne kadar fıtrattan gelen doğru yönelme olsa da bu insanın mutlak doğruyu bulacağı anlamına gelmez. Tüm beşeri sistemler ilahi çağrıya kulak vermemiş kendi arayışlarının neticesinde buldukları ütopya içinde oyalanıp durmuşlardır. Doğru ve mutlak gerçek ancak ilahi müdahale ile elçiler vasıtası ile ulaşılabilecek bir gerçektir.   İnsanlığın en kalıcı hatasının unutmak olduğunu Kur-an ı Kerim geçmişe ait kıssalardan örnekler vererek hatırlatır. Sürekli geçmişe yapılan atıf, hatırlatmanın tekrarı ve geleceğe atılan adımın doğruluğunu sağlamak içindir. Unutma yada unutturma eylemi insanlık kadar eski bir tutumdur. Öyle ki unutmaya yatkın olan insan aynı zamanda unutturmaya da yatkın başka b

Peygamberin Sünneti

Allahın elçisinin asıl sünneti Kuranı tebliğ etmektir .. peygamberlerin görevi tebliğden başkası değil ..! Mâide 67 (Medenî 112) Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan, O'nun peygamberliğini yapmamış olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez. Mâide 92 (Medenî 112) Allah'a ve peygambere itâat ediniz, kötü şeylerden sakınınız. Eğer gösterdiğimiz yoldan dönerseniz, biliniz ki peygamberimize düşen, açıkça tebliğ etmektir. Mâide 99 (Medenî 112) Peygamber, tebliğ etmekten başka bir şeyle yükümlü değildir. Allah, sizin açıktan yaptığınız her şeyi ve bütün gizlediklerinizi bilir. A’râf 79 (Mekkî 39) Sâlih o zaman onlardan yüz çevirdi ve şöyle dedi: “Ey kavmim! Andolsun ki ben size Rabbimin vahyettiklerini tebliğ ettim ve size öğüt verdim; fakat siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz.” Hûd 12 (Mekkî 52) Belki de sen, müşriklerin “Ona gökten bir hazine indirilseydi veya onunla beraber bir

OKUMA SORUNU

   Yeryüzündeki sorunların tamamı sosyolojik sorunlardır. Bu nedenle çözümleri, sosyolojik çözümler olarak aramak Kur-an ın indiriliş gayesine en uygun yaklaşımdır. Kur-an ın tüm sorunların çözümünü Sünnetullaha uygun, tedrici ve sosyal dokuya zarar vermeden, zamana yayarak başarmayı hedeflemesi bunun en açık kanıtıdır.    İslam asla amaç itibariyle bir Devrim Dini değildir. Devrim sonucunda elde edilecek bir cennet başka bir devrimle yıkılmak zorundadır. Bu devrimin kaçınılmaz varlık nedenidir. Devrim olmazsa Devrim olmaz. Sonuçlarının bir devrim olması onun aniden ve keskin olmayan bu pratiklerinin iyi incelenmesi zorunluluğunu da beraberinde getirir. Bu nedenle İslam bir evrim yada dönüşüm dinidir. Çoğu zaman aslına dönme dini de diyebiliriz. Çünkü yeryüzündeki tüm tek tanrılı dinlerin inanç kökeni İslam a dayanır. Kişisel iradeye dayalı, sorumlulukları en üst seviyede tutmayı amaçlayan bir toplum inşa etmek istemesi onun en önemli amacıdır.       Yöntem itibariyle iki okum

Mucize Beklentisi

   Allah'ın insanlara göndermiş olduğu vahyin ana konusu, insan ve insanlar arasındaki ilişkilerin, ADALET ve HUKUK çerçevesinde düzenlenmesidir. İnsanlık tarihi insanın ihtiyaç duyduğu bu en temel düzenlemeyi, mümkün olduğunca Karmaşık, Mistik, sırlar içeren, şifreler içeren, seçkin anlayıcıların anladığı pratikten uzak bir yaşam biçimini Din e rağmen Dinleştirmişlerdir.     Allah'ın Dinine rağmen din üretenleri iki farklı kola ayırmak mümkün . 1- Allah ın dininden insanları uzaklaştırıp, yaşanması imkansız din rütülelleri, masal, menkıbe, hurafeler içinde insanı asıl mesajdan uzak tutanlar. Bu sayede yeryüzünde diledikleri gibi rant elde eden insanı, kadını, çocuğu köleleştiren, yetimin, mazlumun haklarını savunmayan, savunanlarıda da kendilerine tehdit görüp toplumdan dışlamak için yaftalayan, karalayan, lakap takan ve alabildiğine hakaret edenler 2- Kitaba, Resul e ve Allah bağlı kalma kaygısı taşıyan ancak bu konuda sadece taklidi Din sanıp birinci zümrenin belirle

Kutub, Gavs ve Allah'ın Sıfatları

Tasavvuf; kendi rivayet kültürü ile masallarını üreterek onları bir efsaneye çevirip bu efsanelerin zaman ve süreç içinde, Tartışılamaz Sorgulanamaz Yadsınamaz olunca bundan din oluşturma ve ranta çevirme aracıdır. Efsane; kimi zaman gavs, kutub, abdal, efendi, hazret yada başka bir isim olabilir. Herkes bizim şeyhimiz; Zamanın Gavsı Zaman ın Kutbu Zamanın Velisi Bediüzzamanı diyerek kendi aracısını kutsar ve efsaneleştirir. Peki ne demek bu gavs?, kutub Ne yapar, ne eder bu insanlar? Yetkileri, vasıfları nelerdir? Kutub konusu en geniş ve kapsamlı bir şekilde Muhyiddin İbnu'l-Arabî ve izleyicileri tarafından işlenmiştir. İbnu'l-Arabî el-Futuhatu'1-Mekkiyye'ye kutub meselesine geniş yer ayırdığı gibi ayrıca Menzilu'1-kutb, Risale fî marifeti'l-aktâb ve er-Risaletu'1-ğavsiyye adıyla eserler de yazmıştır. Ona göre her eksen, çevresinde dönen şeylerin kutbudur. Bu anlamda kabile şefi ve aşiret reisi kabilesinin ve aşiretinin kutbudur. Çünkü yönettiği

Kur'an-ı Kerim ve Bütünsel Okuma

   Kur-an ı Kerim de ayetlerin zamana ve şartlara göre inmiş olmasının günlük hayatımıza uygun bir yapıda dizayn edilmesi ile çok sıkı bir ilişkisi vardır ve bu durum asla gözardı edilmemesi gereken bir durumdur. Sebep Sonuç ilişkisi de denilen Koşul a bağlı Önerme biçimi, dikkat edilmesi zaruri bir okuma biçimine ve hayata aktarılması gereken bir yöntem haline dönüşmelidir. Tüm ayetler bu formdadır bazen bu form bir kaç ayet yada onlarca ayet olarak tezahür edebilir.    Ayetlerin yapısındaki öncelikli olarak bir sosyolojik durum tespiti = Koşul dur, Bu koşul hakkında Allah'ın önerisi ise Önerme dir. Önerinin gerçekleşmesi mevcut koşulların olgunlaşmasından bağımsız düşünülemez. Böyle bir bakış açısı tamamı ile parçacı bir bakış açısıdır ve hata yapılması kaçınılmazdır. Koşul önerme ile tavsiye edilen bir çözüm önerisi ile düzeltilmek istenir ve sonuç kısmı Allah'ın bu konudaki kesin istediği emir ile biter. Ayetler dikkatli bir şekilde incelendiğinde aşağıdaki sıralamanın hi

Kurtarıcı Beklentisi ( Mehdi-Mesih)

      Kurtarıcı Mehdi-Mesih beklentisi, İslami gelenekte önemli bir yere sahiptir ve ezilen kitlelerin kurtuluş ideallerini yaşattıkları bir ümit unsurudur. Gerçekte İslam dinine ait bir inanç olmayan böyle bir düşüncenin oluşumunda, birtakım sosyo-kültürel etmenlerin yanında, özellikle Emeviler’ in kuruluşundan itibaren yaşanan bazı siyasi gelişmelerin de bir hayli etkisi olduğu anlaşılmaktadır. Emevilerin aslında geçmiş inanç köklerinden gelen bir düşünce olan kurtarıcı beklentisi İslam a aktarılmış eski bir düşüncedir. Dolayısı ile bu inanç yalnızca Müslümanlık başlangıcı ile gelen bir düşünce biçimi değildir. İslam ın tekrar Arabistan Yarımadasında ortaya çıkmasından önce de bir çok toplumda yaşayan bir düşünce biçimidir. Bu düşüncenin diri kalmasında ve toplumların zihinlerinde kalıcı tutulmasında iki ana etken ön plana çıkmaktadır.  1- Ezilen ve sömürülen kitlelerin umutlarını bağladıkları, mevcut hayatın zorluklarına dayanma gücü vermesi bakımından bir fenomen olması

İmamların Masumiyeti

Şia akaidinin Hz Ali den geldiğini ve masum bir soya dayandırılan, İmamların Masumiyeti tezi Eski İran kökenli bir inançtır. Bu inanç temelinde Şah lar ve Şah soyundan gelenler İsmet sıfatına sahiptirler ve günahsızdırlar. Bu gün de bu inanç bir akaid haline dönüşmüştür ve Hz Ali soyundan gelen imamlar masum ve günahsızdırlar inancı sürdürülmektedir.    Masumiyetleri Ferdi Yezdani denilen ilahi bir nurdan gelmektedir. Avesta nın Zamiyadi Yeşt bölümünde tarif edildiği üzere, yaratılıştan gelen bu güç ve masumluk inancı Hz Ali taraftarlarınca bu gün aynen kendilerine sirayet etmiştir. Son Şah ın kızı olan Şehri Banu Medain Savaşında Müslümanlara esir düştüğünde Hz. Hüseyin ile evlendirilmiş bu evlilikten sonra yürüyen bu inanç sistemi çocukları üzerinden diri tutularak ve işlenerek günümüz Şia sının inanç temelini oluşturmuştur.    Bu masumiyet tezi Hz. Ali nin çocuklarından devam ederek günümüze gelmiştir ve peygamberle hiç bir alakası yoktur. İlginç olan şudur ki; Mecusi kökenli e

Bilinçlerinizin Kandillerini Yakın!

 Kişisel, sosyal, evrensel ahlakî ve bilimsel bir sorumlulukla , insana ve dokunulmaz değerlerine zulmün, adalete isyanın,tuğyanın ve zorba haksızlığın,global emperyal sömürünün karşısında yaptırımlar üreten bir karşı duruş ve bu yolda bir dayanışma üretmesi gereken Allah ın dinini ; anlamsız uyduruk ritüellerle sevap vurgun gecelerine döndürüp, mabedleri pagan tapınaklarına çeviren atalar dininizi sorgulayın!. Yazık ki, ölülere okunan ,tasavvuf adı altında yukarıdaki tepkiselliğini kaybetmiş alkolizme boğulan, çakma kandiller, üç aylar kutlamaları ile dini ilkel din törenleri gibi vodvile çeviren,bir sistematikten uzak, dayanışma görüntüsü ile sözde yoksulun damağına bal çalınan bu din Kur'an ın dini olamaz.  Cesurca silin bunları hayatınızdan.Bilinciniz ,dinî sorumluluk ve insanlığınız sürekli olmalıdır.  …………………………..  '' Kandil İslam a ait bir değer değildir. Eski Sümerlere kadar uzanan Panteist bir kökene dayanır. İslam ın kutsal sayıları kutsal gün ve geceleri yo

Herkes Göğün Oğlu da biz neyiz!

"Bediüzzaman" için  "Zamanın Alimi" demek diyorlar...! Bu kelimenin içinde alim müçtehit vb. herhangi bir kelime yada çağrıştıran etimolojik bir karşılığı yok. Olmaması kelimenin aslında sembolik ve zararsız bir kelime olduğunu göstermez. Bu Said i nursi bakiyesi bir zihniyetin altyapısının aslında ne kadar kurnaz ve sinsice hareket ettiğinin en güzel örneklerinden birisidir. Bu kelimeyi ilk Timur' un torunu Baykara, Mirza' nın oğlu olan Hüseyin Baykara'nın oğlu için kullanmıştır. Bu kelimenin farklı türevleri ile ünvanın tüm iktidar sahipleri tarafından kullandığına dair dinler tarihinde kısa bir araştırma sonucu görülebilecek bir genel bir sonuçtur. Nedeni, Dinsel bir sıfat kazanma, yarı göksel tanrılık ve bilgelik statüsü ile halk üzerinde otorite kurma. Zaman kelimesi Latin harfleriyle yazılabilen bir kelime fakat Bediü kısmı yazılamaz Arapçadaki "Bedi" kelimesi - önceden örneği olmayan varlıkları Yaratan demektir. Kelime Kuran’da: 2

Türk ve Moğolların Dinleri ve Tarihi

 Bugün Asya’nın kuzeydoğusunda bulunan ve Moğolistan ile Mançurya’yı içine alan bölgede Hunlardan itibaren Türk boyları ile Moğol ve Mançu gibi diğer kavimler birlikte yaşamışlardır. Cengiz Han’dan önce Moğollar şimdiki Moğolistan’ın kuzeydoğusunda Onon ve Kerulen nehirleri kenarında yaşayan küçük bir topluluk idiler. Bilinen ilk Türk devleti İskitlerdir. M.Ö 3. Ve 1. Yüzyıla kadar Türklere ve Moğollara Büyük Asya Hun İmparatorluğu olarak rastlanır. Daha sonra bu imparatorluk bölünür. Göktürkler olarak Türkler, Moğollar ile Türkler Arasında Etnik ve Kültürel Farklılıklar    Türklerle Moğollar arasında dil birliği bakımından bir münasebetin bulunmadığı kesin olarak tespit edilmiştir. Ayrıca iki kavim arasında ırk birliğinin olmadığı son 50 yıldır yapılan antropolojik incelenmeler sonucu artık anlaşılmıştır. Eski çağlarda Türklerin “mongoloid” gösterilmeleri, bu iki bozkırlı kavmin sıkı münasebetleri ile açıklanabilmektedir. Türklerin tarihleri boyunca en sıkı temas kurdukları mil