Kayıtlar

Mart, 2016 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ben Kimim, Sen Kimsin, Kim kim noluyoruz ?

Gözlerinizi sımsıkı kapadığınızda düşüncelerinizin içinde karanlıkta beliren bir kişi ile sohbet edersiniz. Genelde yalnız kalınca insanın kendini dinlediği, kendisi olan BEN dir bu. İnsan beyni karşısında konumlandırdığı bu ikinci kişiliğe sanki farklı bir kişiymiş gibi davranır. Çünkü beynimiz aynı anda hem bu ikinci kişiliği hemde kendimizi algılamakta zorlanır. Önce birisini konuşturur sonra diğerini. Böylece birisi konuşan diğeri dinleyen olabilen bir durum ortaya çıkar. Aksi durumda beynimiz aynı anda iki kişiliğin taleplerine karşılık veremez. Bu aslında insanın yalnızlık korkusu nedeniyle ürettiği sanal bir BEN dir. Şimdi biraz geçmişe gidelim, Hint kıtasına. Tarih M.Ö üçbinler. Harappa yerleşkesi dışarıdan gelen Ari istilaları ile sentezlenir ve yeni bir uygarlık doğar, Hint Uygarlığı. Uygarlığın ilk dönemleri incelendiğinde Vedaların içinde Tevhid i hakikat izlerine rastlanmasına rağmen sonraki dönemlerde yazılan UPANISHAD lar günümüzde yaygın tanımı ile Felsefenin de yayı

Tarih nedir, Kalem nedir ?

Anın vacibi, geleceğin planlanması ancak geçmişin doğru anlaşılması ile mümkündür. Geçmişi doğru anlamak geçmişten gelen her şeyi doğru kabul etmek değildir. Bu nedenle Tarihi okumak ve onu günümüze getirmek ve onu hatırlamak, hatırlatmak Kur’an’ın yaptığı bizzat bir alandır. Diğer toplumları, şahsiyetleri ve Resulleri anlatmak Kur’an’ın konularından biridir. اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذٖى خَلَقَ Igraé' bismi rabbikellezî halag. خَلَقَ الْاِنْسَانَ مِنْ عَلَقٍ Halegal insâne min alag. اِقْرَاْ وَرَبُّكَ الْاَكْرَمُ - Igraé' ve rabbukel ekram. اَلَّذٖى عَلَّمَ بِالْقَلَمِ Ellezî alleme bilgalem. عَلَّمَ الْاِنْسَانَ مَا لَمْ يَعْلَمْ Allemel insâne mâ lem yağlem. çoğunluğun ittifakıyla Alak Suresinin ilk 5 ayeti İslami geleneğimizde ilk inen sure ve ayetlerden kabul edilir. Bu konuda içeriği bakımından bu görüşü kabul etmek tarih, toplum, sosyoloji ve insanın geçmiş serüveni göz önüne alındığında makul bir yaklaşım olarak kabul edilmelidir.

Salat Namaz mı, Namaz Salat mı? Salat var mı? Namaz yok mu?

Kur'an ı Kerim de COPY/PASTE mantığı ile meal çalışmaları yapılınca iki türlü sınıf şu hatanın içine düştü. Kur'an da her SALAT ve SALATI İKAME ETMEK yerine NAMAZ olarak çevirince SALAT güme gitti. Kur'an da her Namaz kastı olan RUKU, SECDE, SUCUD olan yerleri de SALAT diye çevirince Namaz güme gitti. Böylece Namazsız SALAT , SALATsız NAMAZ ortaya çıktı. "Sana yüz kere söyledim" ile "Sana yüz kere söyledim" cümlelerinde ki "YÜZ", birisinde sayısal ifade, diğerinde azarlama kinayesidir. Bu örnek Kur'an için de geçerlidir çünkü tüm dillerin gramerinde bu bir temeldir. Bizim meal yapan bir çok abimiz transleyt yaparken bu mantığı çoğu yerde atlamıştır. Sadece SALAT ve NAMAZ için değil bir çok kelime bu mantıkla çevirilerek SAYISAL İFADE KAST EDİLEN AYETLERİ AZARLAMA, AZARLAMA KAST EDİLEN SE SAYILSAL ANLAMLAR VERİLMİŞ. BÜYÜK SORUN !!!. Namaz böyle bir sorunun kurbanıdır ve tabi ki SALAT da. Namaz SALAT ın içinde bir EYLEMDİR. Namaz

Hızır

Malumunuz, Kur'an da Musa'nın bir yol arkadaşı ile yolculuğundan bahsedilir. Kur'an kişileri kahramanlaştırmamak için çoğu zaman elçiler dışında isim zikretmez. Ancak bu durum kitabı dünyalık amaçları için kullanmak isteyenlerin tamda istediği bir şeydir. Musa'nın yol arkadaşı ile yolculuğu mistik ve ezoterik bir mitolojik masala çevrilmiştir. Ne kadar tarikat barikat varsa bu olayı kendi çıkarlarına amaç edinecek şekilde kullanmış, karartılan YOL ARKADAŞI karakterini kendi gavsı, şeyhi kutbu, sadadı tarafına yontmuştur. Kimi masallarda eski gnostik öğretilerin devamı olan HIZIR (HAZIR/ Mazda inancında ZAMAN) a kadar götürmüşlerdir. Pes! Gelelim meselemize; Nedir bu yolculuk, kimdir Musa'nın yol arkadaşı? Bu meseleyi nasıl okuyacağımızı Kur'an bir anahtar kavramla daha önce ön şart olarak koymuştu, Hatırlayalım; Bakara 26. Ayet 2.26 - Allah, bir sivrisineği, ondan daha da ötesi bir varlığı örnek olarak vermekten çekinmez. İman edenler onun, Rablerinden (ge

Paralel Din Tasavvuf

Vahyin insanlar için bir ihtiyaç olduğu, İnsanlık tarihinde bu ihtiyacın sürekli karşılandığı Kur'ani bildirilen bir gerçektir. Sosyal ve ahlaki gerekler, fıtri ihtiyaçlar vahyin bir zorunluluk üzerine dayandırıldığını göstermektedir. Kur'anı Kerim kendisi ile donanımlanan bireyin FURKAN olacağını, hayata at gözlüğü takmadan bakabileceğini vaat eder. Hayatın tüm puslu, toz duman ortamlarında gerçeği ve hakikati görebileceğini vadediyor. Gerçekleri görebilme veya gerçeklere ulaşabilme vaadinde bulunan bir diğer iddia sahibi ise, Tasavvuf. O da gerçeği arama peşindedir ancak onun araç olarak kullandığı şey Furkan değil Sezgi dir. Sezgilere, içsel hislere, duygulara dayalı hiç bir varsayım insanı gerçeğe ulaştıramaz. Bu nedenledir Kur-an sosyal sorunlara parmak basar iken, Tasavvuf arazi olup bir kenarda riyazet ve nefis tezkiyesi ile ömür tüketen bir hayat mahkumu gibi yaşar. Kardeşlerim! kurtulun bu paralel dinin mahkumluğundan ki ESENLİK VE BARIŞ dini olan İSLAM'a gire

Bilinçsiz Balıkçılar

İslam aleminin belki de en büyük sorunlarından birisi Kur'anı Kerim'in tam ve bir bütün olarak anlaşılamamasıdır. Diğer yandan parçacı ve meslekleştirilmiş, hayatın her bir alanı katı ilimleştirilmiş, ezbere dayalı öğretilerdir. Her bir yöntem ve usul kendi ekolleri içinde alabildiğine dallanıp budaklandıkça Kur'anın ruhu da o kadar anlaşılmaz ve içselleştirmekten uzak profesyonel uzmanlık alanlarına dönüşür. Fırkalaşma da bu noktadan sonra başlar. Kur'anın temel ve çok basit ilkeleri ile tüm dünyaya Barış ve Adalet getirmek mümkün iken, bu detaylar dünyanın altını üstüne getirmeye yetmektedir. Oysa Kur'anı Kerim asla balık vermez, balık tutmasını öğretir. O hayat boyu rehber edinilmesi gereken bir kitaptır. Onun muhatabı usta çırak ilişkisidir ancak çırak mutlaka ustalaşmak zorundadır. Durum böyle iken; İslam Alemi sürekli muhatabını çiğ balıkla besler. Çıraklar daima çırak, ustalar usta, içtihat kapımız kapalı, fikir ve düşünce dünyamız alabildiğine dar, eleştiri

Kapısız bacasız bıraktılar İslam'ı !

İslam tarihi içinde son bin dört yüz yıllık sürecimizde eski inanç biçimlerinin kalıntılarından oluşan bir aylaklık biçimi olan Tasavvuf, Muhammed A.S dan önce eski Yunanda, ondan önce Mısır, daha önceleri Hint İran karışımı inançlardaki Theosophy den başkası değildir. Theosophy, içkin ve aşkın olduğu düşünülen Tanrı arayışı düşünce biçimi olarak özetlenebilir. Tasavvuf, daima bir İslami hakikat veya kavram alınıp batıla bulaştırılarak sunulur. Eğer İslam Şeriatın dan bahsedecek iseniz Şeriatı; Tarikat Kapısı, Hakikat Kapısı, Marifet Kapısından girilerek elde edilen Marifetullah olarak izah edersiniz. Zamanla Şeriat yerini Marifetullaha bırakır ve bu kavramı üreten şeytan başka kavramlar üreterek sizi olmanız gereken YOL (Fatiha) dan alıkoyar ve saptırır. Marifetullaha da erişmek herkesin harcı olmayacağından bu mertebeye ulaşanların bulunduğu konum adeta Allah'ın yanı başıdır. Yoldan çıkış, Tasavvuf ile başlayıp tarikatlaşarak, fırkalaşarak derin ve sarsılmaz bir yapıya dö

Kadına bakışından adam olup olmadığı belli olur bir UYGARLIĞIN !

İnsanlık tarihinde yapılan savaşların pek azı hariç şöyle bir gelenek daima süregelmiştir; Kuşatma altındaki düşmana, şehri teslim etmeleri halinde esir olacakları, aksi halde kadınların tecavüz edilerek hepsinin öldürüleceği bildirilir. Bu gelenek düşmana onur kırıcı bir psikolojik baskı kurmanın yanında kadınların toplumsal yerlerinin nerede olduğu konusunda bir fikir vermesi bakımından ilginçtir. Kadınların toplumun şekillenmesinde öylesine etkin bir rolü var ki en etkisiz oldukları zamanlarda bile ya savaş stratejisi için bir baskı aracı, ya da Arap toplumunda borç karşılığı alınıp satılan bir emtia olarak kullanılmıştır. Günümüzde kadının toplumsal düzendeki yeri konusunda bir söz söyleyebilmek için geçmişten gelen bu süreç asla göz ardı edilmemeli. Toplumsal düzlemde söz söyleyen ve ideolojik söylem geliştiren tüm düşünce ve fikirlerin İslam'ın tarihsel süreçler içinde kadını nasıl bir konumda bulduğu ve onu hangi konuma getirdiği mutlak surette anlaşılmalıdır. İslam'

Çöz abi artık şu Sünnet, Sünnetullah,Kader, Mucize meselesini ve anla artık Uçma, kaçma üfleme işleri ile ilgilenmez ALLAH. ÇALIŞ ve HAK ET Mesele çok basit!

Sünnetullah; Kur'an ayetlerinde de kök anlamını koruyarak yol, kanun, adet ve adetullah anlamında kullanılmıştır. Sünnet kelimesinin Allah'a izafe edilmesiyle oluşan sünnetullah ifadesinin anlamı, insanların yapıp ettiklerinden dolayı Allah'ın onlara karşı takip ettiği yol olduğunu söyleyebiliriz. Örneğin ; Bakara -7 "Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir ve gözleri üzerinde de bir perde vardır; dehşet verici bir azap beklemektedir onları." Kalplerin mühürlenmesi sünnetullah çerçevesinde insanların Allah'ın emir ve buyruklarına kulak tıkaması neticesindedir. Zaten 8. ayette bu gerekçelendirilir. Kopuk ve parçacı Kur-an okuma biçimi ayetleri bağlamından koparınca bu insanın kaderine atfedilir. Bu da ayıca başka bir sorunu beraberinde getirir ki o da şudur. Kader diye öğretilegelen de sünnetullahtır. KADER = ALLAH'IN KAİNATTAKİ YASALAR BÜTÜNÜDÜR VE ASLA DEĞİŞİKLİK GÖSTERMEZ. Geleneksel algıda MUCİZE diye beklenen şey işte bu yasaların an

İnsanlığın Peygamberlerden beklentisi;

"bize şapkadan tavşan çıkarmadıkça sana inanmayacağız !"

Peygamberi yere indirmek!

Peygambere dönüşün Muhammed A.S ın beşeri konumuyla ilgili tarihi süreç içerisinde ciddi tartışmalar yapılmıştır. Onun beşeri ve nebevi konumunun sınırlarının nasıl çizileceği hususu büyük bir problem olmuş ve bu konu tartışmaların odağı haline gelmiştir. Bazıları onun beşeri yönüne ağırlık vererek görevini sadece vahyin tebliğiyle sınırlandırır ve vahyin dışındaki davranışlarına beşer olması nedeniyle dini bir değer atfetmezken, bazıları da onun bütün söz, fiil ve davranışlarının vahye dayandığı gerekçesiyle bağlayıcı olduğunu ve örnek alınması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Sorun, bu sınırın nasıl tespit edileceğidir. Tarihi süreç içerisinde ikinci görüş düşünce yapımızda daha etkili olmuş ve bu sebeple Kur’anın ruhuna uygun, Muhammed A.S. ın gerçek siretine yaraşır beşeri ve nebevi yönlerini yerli yerine koyabilen tutarlı bir anlayış etkili hale gelememiştir. Bugün İslam dünyası yanlış peygamber tasavvurunun getirdiği pek çok problemle karşı karşıyadır. Bu nedenle, sağlıklı bir

Kurtar bizi Matrix den Neo

Bizi de kurtar Matrix den Neo Matrix Filminin ilk bölümünde şöyle bir diyalog geçer; Morpheus: Kadere inanır mısın Neo? Neo: Hayır. Morpheus: Neden? Neo: Çünkü hayatımın kontrolüm altında olmadığı düşüncesinden hoşlanmıyorum. Morpheus: Ne demek istediğini tamamiyle anlıyorum. Neden burada olduğunu sana söyleyeyim. Buraya geldin çünkü bir şey biliyorsun. Bildiğin şeyi izah edemiyorsun ama hissediyorsun. Hayatın boyunca bunu hissettin... Burada Morpheus’un, Neo'yu rastgele seçmeyip, Neo'nun bazı şeylerin farkına varmış ve izah etmeye çalışmış olması nedeniyle ona inanmış olması son derece önemli. Çünkü bazı şeylerin yanlış gittiğine inanmayan bir insana yardımcı olmak çok zordur. Kitlesel olarak bir grup, cemaat, hizip, parti etrafında toplanmış kalabalıklar ani ve hızlı bir değişim geçirmezler. Toplum olarak ayağa kalkmamız, tüm farklı fırkalardan, düşünce ayrılıklarından kurtulmamız gerekiyor. Kur'an etrafında, hurafelerden uzak, aklını ve hür iradesini kendisi gib

Müslüman Ayağa Kalk !

İslam toplumlarının ideal bir medeniyet kuramamalarının gelecek ile geçmiş barışıklığından uzak ve geri kalmışlığına dayanan bir çok sebebi vardır. Tarih sahnesinde Adalet gibi muazzam bir argümana sahip olmasına rağmen yeryüzünde Adaletin İslam açısından yoksunluğu ortadadır. Bu yoksunluğun, kabahatini salt İslamın geçmiş ümmetlerinin bu geri kalmışlığına yüklemek yükten omuz çekmek olur. Bu gün Müslümanların daha cesur olması bu nedenle zaruridir. Bu günden biriken sorunlar gelecekte diğer ümmetlerin altından kalkamadığı yükler haline dönüşür. Elbette gelecekteki sorumluluk bu güne atfedilemez ancak Müslümanın görevi anın vacibidir. Yani gününün kaçınılmaz gereklerini yerine getirmesidir. Bu gün karşı çıkılmayan zalimler geleceğin mazlumlarının başına bela olmaktadır. İslamın varlık ve bilgi tasavvurunun net olarak ortaya konulamaması, İlim ve bilim ayrımları, içtihat kapısının kapatılmış olmasının varsayılması, cahiliye tasavvurundaki din, tanrı ve aracıların tekrar aynı şek

Gül Cemalini göreyim mi ?, Mutasavvıf olma Muttaki ol !!!

Bir Peygamber ağzı ile "Allah'ım seni göreyim" talebi Kur-an da neden detay bilgi olarak verilir ? Araf.143 - Ve Musa belirlediğimiz vakitte, belirlediğimiz yere (Sina Dağına) varınca, Rabbi onunla konuştu. (Musa da:) "Ey Rabbim" dedi, "göster bana (Kendini) ki seni göreyim!" (Allah): "Beni asla göremezsin. Ama yine de (istersen) şu dağa bir bak; eğer o öylece yerinde kalırsa, o zaman, ancak o zaman, beni görebilirsin!" Ve Rabbi şavkını dağa gösterir göstermez onu toza toprağa çevirdi; ve Musa da bayılıp düştü; uyanıp kendine geldiği zaman "Ne sınırsız bir yücelik seninki? Pişmanlık içinde sana sığınıyorum; ve (bundan böyle daima) inanların ilki olacağım!" İnsanlık tarihi; "Tanrı Nedir ?", ""Tanrı Nerededir ?" sorularının cevabını aramaktan "Tanrı ne istiyor ? " sorusunu cevabını unuttuğu için yeryüzü kan ve göz yaşına boğulmuştur. Çünkü hayat kurgusu Tanrının ne olduğuyla değil "NE YAPMAK İST

Allahsız Müslümanlık

"Ne zararı var ki " düşüncesi zamanla virüs gibi yayılarak İslamı tanınmaz hale getirdi.  "Ne gereği var ki ?" antibiyotiklerimiz hiç bir işe yaramıyor! Elimizde kala kala yığınla gereksiz bilgi, analiz etmeye ömür yetmeyecek külliyat ve içi boş ruhsuz bir Allahsız Müslümanlık kaldı.

Bir Manifestomuz olsun!

İslam'ın, insan fıtratına uygun hale gelmesi ve yüreklerde olgunlaşıp yeşermesi için aşağıdaki süreçlerin geçirilmesi mutlak surette zaruridir. İman ; Allah'a varlık ve yokluk zaviyesinden değil O'nun hayata hakim kılınmasını istediği ahlaki temellerinin geçerliliğine inanmak ve bunun için sürekli mücadele eden kişinin karşılaşacağı güçlüklere dayanması ve O'na güvenmesi Bilgi ; İnsan bilmediğine düşman olur. Allah'ı bilmek O'nu anlamaktır. Yeryüzünde olup bitenleri kavramaktır. Zatı ya da "Ne" olduğu ile ilgilenmek insanın fıtratına uygun bir davranış değildir. Bu nedenle O'nun ne olduğu ancak O'nun "NE YAPMAK İSTEDİĞİ" ile anlaşılabilir. Uygulama/Pratik ; Hiç bir inanç, düşünce ve fikir uygulama alanı olmadan kendisini koruyamaz. İslam, kendisini evrensel ilkeler ile donatan kişinin yeryüzüne Barış ve Adalet getirmesi için çalışmasını öğütler. İnsanın varlık amacı işte bu yüzden yalnızca Allah'a kulluktur. Yalnızca Allah'a k

Yemek Kitabı kadar değeri yok Mazlumların

Bir yemek kitabının kağıt kalitesi ya da içindeki yemek çeşitlerinin ezbere bilinmesi nasıl ki insanlığın açlık sorununa çare olmuyorsa bu gün Kur'an-ın başına gelen de bundan farksızdır. İster uyanık din tüccarlarının çıkardığı akıllı kalem ile okuyun ister su içince elhamdulillah diyen su bardağı ile okuyun  değişen bir şey olmayacaktır. Din, tüccar elinde oyuncak oldu mu vah mazlumların haline ki vah. Onların sesi artık hiç duyulmaz olur.

Sabıkalı Kitapsızlık !

Muhammed A.S ve diğer peygamberlerin yaşadığı süreçler göz önüne alındığında görülecektir ki, hiç bir peygamber geçmiş bilgi ve birikim ile sorumlu tutulmamış aksine yaşadığı toplum tarafından ilk bu konuda suçlanmıştır. Tüm Peygamberler geçmiş bilgi ve birikime dayanan bir yığını elinin tersi ile itmek, yenilikçi/reformist olmak, dini bozmak ve tahrif etmekle suçlanmışlardır. Kur'an-ın Atalar dini olarak isimlendirdiği bu durum aslında bilginin de aktarılması ve benimsenmesi için gerekli olan kriteri göz önüne sermektedir. O kriter tüm İnsanlık tarihi boyunca Vahiy olmuştur. Vahyin üzerine eklenen her şey zamanla Dinleştirilir !!! Bakara Suresi 2. ayet dikkatlice incelenir ise; "Üzerinde hiçbir şüpheye yer olmayan bu ilahi kelam Allah'a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlara bir rehber (olarak indirilmiş)tir." ayeti inceden inceye 'Bu kitap dışındaki tüm bilgilenme kaynakları potansiyel sabıka taşımaktadır' sonucu çok rahatlıkla görülecekt

Madem gönül boşluk kabul etmiyor öyleyse tıka basa ayetle doldur gönlünü

Vahyin insanlar için bir ihtiyaç olduğu, İnsanlık tarihinde bu ihtiyacın sürekli vahiy ile karşılandığı Kur-an i bir gerçektir. Genelde sosyal ve ahlaki gerekler, fıtri ihtiyaçlar vahyin bir zorunluluk üzerine dayandırıldığını göstermektedir.Hayatın alabildiğince mutlak somut gerçeklere dayanmasına rağmen vahiy indiği toplumlar içinde mucize aracı olarak kabul görmüş, işlev itibari ile bu gerçeklikten koparılıp gnostik bir zihin dünyasına hapsedilmiştir. Bunun nedenini iki ana başlıkta toplamak mümkün; 1- Zihinsel olarak Tanrıyı somutlaştırma ihtiyacı (fıtri değildir!) ve anlamlandırma yetersizliği, 2- diğeri bu yetersizlik üzerine inşa edilen din kurnazlığı yani bundan rant elde edenler. (Felsefe+Tasavvuf) Bu birliktelik vahyin hayatın dışına itilmesinde en önemli etkendir. Bu nedenle yaşamın her alınındaki somut gerçeklerin vahiy ile somut gerçekler üzerine bina edilmesi zorunludur. Hayat somut ve sosyal gerçeklerden oluşur. Somut ve sosyal gerçeklerin Ahlak ve Adalet temeline oturma

İçten yanmalı Ümmet!

İslam, evrensel çapta, siyasi, idari, hukuki, sosyal ve kültürel, bir yaşam ve medeniyet nizamını hedefler. Çünkü İnsan ve İnsana dair sorun nerede ise İslam oradadır. Bu sorunların Vahiy kökenli çözümleri mutlak surette zaruridir. Bunun farkında olarak her fert bu medeniyetin inşasından ve sürdürülebilir olmasından sorumludur. Bu medeniyetin 1400 yıllık etüde dayanan sistemleştirilmiş ve kemikleştirilmiş yalnızca bir inanç sistemi haline dönüşmüş mezarlığından dünyaya Adalet ve Barış getirmesi şimdilik zor görünüyor. Tüm kurumları batı tarafından işgal edilmiş tüm değerleri ideolojilere bölünmüş parçalanmış ve elden gitmiş durumda. Her bir ideoloji bu g ün yeryüzünde İslamın temel ahlak öğretileri üzerinde yükselir ancak beşeri oldukları için yamulmaya hatta yıkılmaya mahkum hale gelir. İslamın tüm kavramları salt kavram olarak yalnızca analiz edilir hale gelmiş ve günlük yaşamın hiç bir sorununa çözüm üretemeyerek kıyısından bile geçememektedir. Bireysel formel ibadetlerin ön pla

Paralelin iki eli kurusun.

Devlete karşı mücadele eden profesyonel ve illegal bir yapı, Paralalel Devlet diyorlar. Sosyal yapının içine yayılarak yuvalanmış, top sakallı yazarların tetikçiliğini yaptığı, mistik ve içi bir türlü İslam ile doldurulamayan bu örgüt, son 100 yılda yaşadığımız senaryoların aynısını yaşamamız için elinden geleni yapıyor. Kendilerini Hizmet, Hareket, Gayretullah gibi içine her türlü amaç ve dünya görüşünün doldurulabileceği kavramlarla tanımlamaya çalışıyorlar. Amerika'ya yerleşmiş imamı ile hiç bir zaman Müslümanlardan yana tavır almayan ve asla İsrail menfaatleri ile çatışmayan bu örgüt, dünyanın 170 ülkesinde de yuvalanmış durumda. Küresel Emperyalizmin dümen suyunda olduğu açıkça çok sırıtıyor. Tüm gayret ve enerjilerini İslam'a hizmete adamış gönül neferleri ve onlarla birlikte İslam'a hizmet ettiğini zanneden on binlerce gönüllüsü ile adeta darphane gibi para basan bu örgütün, ülkemizde denetlenebilir hiç bir resmi kurumu yoktu ve tüzel bir kimlik ile temsil edilmiy

Kareküplü Güncel Tarih

Son günler, aslında küresel düzenin dünyayı ortalama 80 ila 100 yıl arasında değişen sistematik yenileme yapısını gözler önüne seriyor. Geçmiş, birbirilerine benzeyen kopyalardan ibaret ve ne kadar da sık tekrar ediyor. Sistemin bu sık tekrarı kullanmasının nedeninin;- kendi sistem ve sistematiğini korumak ve gizlemek - sömürülen topraklarda aykırı bir söz ve duruşun nesiller aracılığı ile güçlenmesini engellemek için olduğu rahatlıkla görülecektir.  Bu sistematik, kendisini genelde mazlum halkların haklı taleplerinin arkasına gizlendirilerek yada kimlik ve kişilikleri elinden alınmış bir nesile yeni bir kimlik ve kişilik dayatarak olmaktadır. Yenilenme bittiğinde ise büyük fotoğrafı görecek ne bir nesil nede anlatacak, aktaracak yeterli akademik geçmiş kalmıştır. Öylesine egoist ve doymak bilmez bir sistem ki, sistemin devamı için toplu katliamların onlar için hiç bir önemi yoktur ve bu durum matematiksel bir olgudan öteye gitmemektedir. Bu sistemin adı Küresel Emperyalizmdir.

İlkel, Zorba ve Barbar (Habil Kabil Meselesi)

Habil ve Kabil, aklımızda kadarıyla ilk cinayetle bilinir. adları Kur'an da geçmez. Her toplumda farklı farklı isimlendirilirler. Cinayetin sebebi ise birinin sunduğu kurbanın kabul edilmemesi diğerinin ise kurbanının kabul edilmesi sonucu Kabil'in kıskançlığı nedeniyle kardeşini öldürmesidir. Bu konu üzerinde maalesef inanılmaz bir rivayet kültürü inşa edilmiştir Peki ama Kur'an bu kıssayı niçin anlatır ? Tüm kültürel izleklerde bu kıssa, kişi adları farklı isimlerle geçer. Yani demem o ki İnsanoğlu, iyilik ve kötülük problemini kültürel zeminde böyle işlemiş ve bu da toplumların geleneklerin de derin bir etki bırakarak yerleşik bir şekilde kalmıştır. Sümer, Babil, Asur, kökenli tüm Mezopotamya edebiyatında ve diğer tüm kültürlerde bu fenomene rastlanır. Aralarındaki kavga nın karı kız kavgası yahut başka bir mesele olması ile ilgili görüşlerin kaynağı bu kültürel arka planda meselenin farklı işleniş biçimleri farklılığıdır. Kur'an toplumların izleğinde özellikle Yahud

Hizmet Hareketinin nesi İslami ?

"Her şeyin bir yeri ve zamanı var" sözünün belki de en uygun söylenecek yeri ve zamanı bu gündür. Zaman gazetesine kayyum atandı, inlerine girildikçe marjinalleşen sözümona sahte hizmetkarların dağılma zamanı geldi. Peki bu "Hizmet! Hareketi" adıyla iş gören yapının uluslararası güç odaklarının hizmetinde olduğunu neden ve niçin göremiyor bazı kardeşlerimiz? bu soruyu doyurucu cevap vermek belki benim haddimi aşacak karmaşık bir durumdur ancak biz yine de bu adamların ezoterik yapısına bir kez daha dokunalım, belki içlerinde hak ve hakikati görmeye yatkın son bir kaç göze hitap ederiz; Kurum İsimleri; Kurum ve kuruluşlarının isimlerinde göreceğiniz en dikkat çekici şey, UZAY ve GÖKYÜZÜ vurgusudur. Mitoloji, çok tanrılı dinler, New Age dinler ve gizli öğretilerin temel öğelerinden olan bu konuların tek tanrılı bir din olan İslam dinine 'hizmet’ eden bir hareket tarafından bu kadar sık kullanılması şaşırtıcı bir durum değil mi ?. Daha çok İslami literal kelime

Kıssa aktarımında karartma uygulanması

Kur'an da Kıssalar yoluyla anlatılan olay ya da durumlarda şunlar çok dikkat çekici detaylardır. - Belirli bir yer verilse bile ilgili kişinin adı ya da toplumun adı verilmez. - Belirli bir kişi adı verilse bile ilgili yerin adı ve ya toplumun adı verilmez. - Belirli bir zamanda geçen olayın faillerinin kimlik bilgileri verilmez. - Bazı anlatılan olayların gerçekten vuku bulmuş olma ihtimalleri yoktur, bir kişi, yer, zaman verilmez. Kısacası bir olayın tarihsel veri olarak değerlendirilebilmesi için YER ZAMAN KİŞİ ve OLAY detaylarından sürekli eksik bırakır. batılı müsteşrikler için bu bir kusurmuş görülür ya da Kur'an ın mesajını almak istemeyenler için malzeme. Oysa işin rengi hiç de öyle değil ! Kur'an mesajın önüne geçebilecek tüm unsurlar ya bir kaçını ya da tamamını karartarak MESAJ ın ön plana çıkmasını istiyor ve muhatabına şunu demek istiyor kanaatimce; SANA BİR ŞEY ANLATACAĞIM İYİ DİNLE FAKAAATTTTT Kişileri KAHRAMAN, Yerleri KUTSAL, zamanı ve

Kitapsız İnsanlık !

Kur'an bütünlüğünden uzak ve ayetlerin bağlamından koparılması, ayetin parçalanarak ayetin içindeki bir kelimenin kavram haline dönüşmesine yol açar. Bir örnek vermek gerekir ise her zaman çok çarpıcı bir örnek olması için kullandığım Bakara Suresi 30. Ayet verilebilir. Kur'an bütünlüğünden kopuk okunduğu için ve geçmiş ümmetlerin hataları da gözden kaçırıldığı için İnsan'ın yeryüzünde İktidara sahip ve Allah'ın vekili olma misyonu kültürel bir arka plan olarak da toplumların kültürel derinliklerinde yer alır. Kur'an bütünlüğü Allah'ın tek mutlak hakim, kainatın tek çekip çeviricisi olduğu bir mihenk taşı olarak verilir. Ancak bu mihenk kültürel geçmiş, atalar dininin kalıntıları ve rivayet kültürüyle delinince Kur'an bütünlüğü ikinci plana atılır ve İnsan Allah'ın yeryüzünde vekili/Halifesi olabileceğine insan aklı ikna olur ve bu durum Siyasal bir anlam kazanır ve KAVRAMSALLAŞIR... Bu 1. Sorundur. Ayetlerin kendi içindeki bütünülüğü ya da ayetler

Maunlaştıramadıklarımızdanmısınız?

Maunlaştıramadıklarımızdanmısınız? 1- Baksana şu kendini dinden sanan ve hiç ölmeyecekmiş gibi yaşayanlara 2- yetimi sahiplenmez, 3- yoksula kucak açmazlar 4- Ve Yazıklar Olsun! UMREYE GİTMEYE verdiği önemi 5- Salat-ı İkame etmek için göstermeyenlere. 6- Takke, tespih ve sakalları dindar görünmekten başka bir şey için değildir. 7- Böylesi kalabalığın, topyekun iyilik önündeki engelleri kaldırmaya güçleri ELBETTE yetmez! Maun Suresi kurumsal dine savaşın manifestosudur. Bu surenin çok temel iki olgusu vardır. Surenin 1-3 ayetleri arası Kurumsal Dindarlığın ağabalarına seslenir. Dinden görünüp üç beş fakire çorba içirip sağda solda çalıştırıp kendi yurdunu Kabe ye dönüştüren din tacirlerini yerden yere vurur... Yoksulluk miskin dindarlıkla asla ortadan kaldırılamaz. Bu tüccarlar Müslümanları ölmeyecek kadar besleyip çalışkan eşşek yapmak ve her önlerine koydukları otu da kendilerinin ne kadar cömert oldukları hatırda kalsın diye verirler. Fakir bulup sürekli çorba içirirler ama

Zararı yok, 7 olsun bizden olsun !

İnsanoğlu fenomenler üreten bir varlık. Göğün Yedi kat oluşu Eski Sümerden itibaren toplumlar aracılığı ile sürekli aktarılan bir fenomen. Bu fenomen ayrıca; Göktürklerde kozmolojik bir anlam kazanmış; 7 iklim, 7 yıl, 7 gün, 7 gök kısrağı ( gökkuşağı) gibi. Sümer’de: 7 dağ aşmak, 7 kapı geçmek, 7 kat gök, 7 tanrısal ışık, 7 ağaç. Mısırda; 7 ilim, 7 kapı, 7 basamak, baştaki 7 delik, 7 göksel ırmak Ural-Altay kavimlerinde gök katları 7 dir. İnsanlık göğün 7 katlı oluşu ile ilgili bir fenomen üretmişse de Allah insanlığa gelin size kozmolojik olarak işin doğrusu şöyle şöyle dir demez. Ya ne der ? de ki: "Hem yedi göğün, hem de mutlak hükümranlık tahtının yegane Rabbi kimdir?" Muminun/86 Sizin o kendi uydurduğunuz en yüksek, en büyük en, en, en var ya ! "İŞTE ONUN RABBİ BENİM" der. "Siz madem öyle biliyorsunuz zararı yok, ama gelin şimdi benim sözüme kulak verin" der gibidir. Yoksa Allah bu günlere dair kozmolojik sırlar, bilimsel gerçeklere ışık tutacak ipuçl