Kayıtlar

Eylül, 2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Issız Ada ve İnsan

Resim
Issız bir adaya düşsem yanıma alacağım üç şey; yanmayan çakmak, ıslak odun ve keyfimin kahyası. Dur ! Bi dakka ya ! onu demicektim. Bu "ıssız adaya düşme sevdası" nerden geliyor? onu konuşacaktım. Robinson abi batının ürettiği bir ıssız ada fenomeni, bizim İslami gelenekte de Hay var. Başka kültürlerde de farklı farklı isimler. Ama "ada" fenomeni, "mağaraya sığınma" aynı. Peki ama insanoğlu niçin ıssız bir adaya düşmek istiyor ? Ya da soruyu şöyle soralım; reel hayatta tüm ihtiyaçlar zorda olsa bir şekilde karşılanabiliyorken imkanların kısıtlı olduğu bir adaya düşme isteği neden bu kadar derinden ve sarsıcı bir biçimde yoğun bir istek olarak içimizde duruyor ? Bu sorunun pisikolocik arka planını bilmiyorum çünkü bu alanda bir kartvizitim yok, onun için bu konuda artizlik yapacak değilim ama bildiğim bişey var ki İnsanoğlunun İnsanoğluna ettiğini hiç bir şey etmemiştir. Birbirimize öylesine zulmetmişiz ki birbirimizden kaçmak için canhıraş bir

Kafa konforu için köşe takımı

Resim
"Abi kısa yaz okuyamıyoruz, uzun uzun yazma" diyen kardeşlerim tam size göre bir şey söylicem gelin şöyle, otur abi sende otur, güngörmüş abla sen de şöylee, heeeehh. Selamiiiii abiiii bize çayyyy. Bak şimdi anladın mı niye vahiy böyle kısa kısa anlatıyor, mecaz, kıssa, darb-ı meseller kullanıyor biliyor musun? Koooooooooskoca Mısır tarihinde yer eden Musa ile Firavun mücadelesini ciltler dolusu ekonomik, siyasal ve sosyo kültürel derinlikleri ve verileri ile anlatmıyor da "Musa bi vurdu denize ikiye ayırdı, İsrailoğulları da karşıya geçti, kurtuldular" şeklinde tasvir ediyor anladın mı ! Denizi yarma meselesi bir mecaz anlatım biçimi olarak Tevrat'ta da yer etmiş daha sonra Kur'an bunun için "hadi ya deniz filan yarılmadı, biz sosyolojik bir durum tahlilini böyle anlatıyoruz siz de ne anlıyorsunuz ya !" ya da "aslına bi gelgit filan oluyordu, biz de o sırada Musa'ya dedik ki yürü, ama siz devasa denizin yarılmasını anlayın işte&qu

OnİkiEylülBindokuzyüzSeksen

Resim
Çok sevdiğim bir fıkradır. Belkide yıllardır hiç unutamadığım. Portekiz hapishanesinde üç mahkum kendi aralarında konuşurlar, mevzuyu kes... "Beni Radak taraftarı olduğum için içeri attılar" der biri. Diğeri de: "Beni de Radak taraftarı olmadığım için" der. Sonra dönüp üçüncüye sorarlar, bilader sen niye içerdesin ? Cevap verir üçüncü mahkum: "Bendeniz Radak'ım beyler!" Fıkra işte. Gülmen geçti mi, dinle bak şimdi Sağcılık Solculuk meselesine dalıcam. Ülkemizin yaklaşık son yüz yılı çok sancılar içinde geçmiştir. Yakın tarih ekonomik kriz ve darbeler tarihi adeta. Bir iki yıllığına hükumetler kuruluyor, koalisyon nedeniyle bozuluyor, beş yılda bir ağır ekonomik kriz, krizin tetiklediği ya da tetiklendirilen kaos ve terör beraberinde askeri darbeyi getiriyordu. İki yılda bir kriz, beş yılda bir ekonomik kaos ve sonrasında darbe. Gerçi bu süreç tüm dünyada sürdürülen bir senaryo. Önce sorun çıkar, sonrada sorunu çözmek için darbe yap ! Öyle bir k

Elaman Aranıyor !

Resim
Kur-an, kendi alanının bir uzmanı olarak muhatabına teklif edeceği durum için adeta işe alınacak kalifiye elaman muamelesi yapar. Tüm insanlık için genel bildirileri, kısa ve öz örneksel şer'i kuralları ve ritüelleri, geçmiş ümmetlerin ibretlik kıssaları hariç bu durum değişmez. Allah ile ilgili varlık delilleri Kur-an' ın çok az bir kısmını teşkil eder. Muhatabı Ateizm değil, Politeizm dir. Yani inanan müşrikler. Kur-an bu durumu " Onların çoğu şirk koşmadan İman etmezler" olarak özetlemektedir. Bu nedenle Kur-an' ın asıl muhatabı onu red ve inkara şartlanmış, sürekli çatışma psikolojisi olan bir zihindir. Bu muhalefet veya çatışmacı biçimi nedeniyle, Kur-an kendisine muhalif olana söz hakkı verdiği gibi, fikir ve düşüncesini değerlendirme aşamasına yalnızca Soru sorarak getirir. Kur-an' ı Kerim karşıt fikrin duygularına değil aklına hitap eder. Soru sorar. ikna etmenin en etkili yolu soru sormak ve Vicdanın cevapladığı doğru kararı muhatap almaktır. Vicdan

Beled Suresi

Resim
Ey Metropolün adamı! Şehrin dertleriyle boğuşan ve bu şehirde olup bitene şahit olan yürekli adam ! Bilesin ki biz, babadan oğula tüm insanları güçlüklere göğüs gerebilecek bir kapasitede yarattık. Ancak İnsan, kimsenin kendi üzerinde güç sahibi olmadığını mı zannediyor? Biriktirdiğine ve harcadığına mı güveniyor ! Zannediyor ki onu gören yok ! Oysa kendisinde varken iki göz ! Şükretmez ki verdik ona iki dudak arasında bir de dil ! Biz ona doğruyu ve yanlışı göstermedik mi ! Ama o, sarp yokuşa tırmanmayı denemedi... Bilir misin nedir o sarp yokuş? Tutsak boynu özgür kılmaktır. Yokluktayken bile kendisi başkasını doyurmaktır. Yoksuna yakın durmaktır. Yere düştüyse kaldırmaktır. İşte bu sarp yokuşa inanarak tırmananlara da destek olmaktır. Bunlardır gerçek ebedi mutluluğu hakedenler. Bu yokuşu tırmanmayanların ise sonu, içine yuvarlanıp düşecekleri korkunç bir ateş çukurudur. Beled Suresi

Kedinin kabahatini önüne koyarlar, öyle döverler...

Resim
Her birimizin imtihanı bireysel ise niçin Allah sadece belli dönemde ve belli coğrafyalara elçiler göndermiş ? Niçin her birimizin bir ömür içinde şahit olacağı bir elçi göndermiyor ? Bu ve benzer soruların makul karşılanabilir, sorgulanabilir taraflarıı elbette mümkün. Beyin jimnastiği yapılabilecek bir soru ancak bu soru çok acı bir sorudur. Tarihin derinliklerinde insanın içini cız ettiren cevaplar barındıran bir soru. Her bir bireyin imtihanın şahsi oluşu, ödül ve cezasının bireysel oluşu sebebin de şahsiliğini zorunlu kılar gerekliliğini düşündürür. Ya da daha bir çok mantıksal beyin faaliyetleri ile cevaplanacak soru ya da soru içinde cevaplar. Yani yıl 2017 ve sen Antartika da küçük bir kasabada yaşıyorsun. Somon avlıyor ve evini geçindiriyorsun. Evde sorunlar, işte sorunlar, kasabada sorunlar var. Allah'ın buraya, senin görüp konuşabileceğin, davasına destek ya da köstek olabileceğin birisini göndermesi gerektiği son derece mantıklı bir düşüncedir. İlla büyük şehirlere gönd

Habil ve Kabil Kıssası, İlk Cinayet Fenomeni ve Darb-ı Mesel (Misalen verilen örnek)

Resim
Toplumların kültürel anlatımlarında ufak defek farklılıklarla yer alan genel bir fenomendir Çiftçi ve Çoban hikayesi. Tarihsel kayıtlarda en geç Sümer mitolojisinde izine rastlanır ve farklı anlatımları bölge ve civar mitolojilerinde de varlığını sürdürür. Emeş-Enten, Dumuzi - Enkimdu ve Lahar- Aşnan (Aştan) gibi farklı adları olan hikaye dikkate alındığında Habil ve Kabil hikayesi çok eskiye dayanan bir fenomendir. Bu hikaye çeşitli şekillerde diğer toplumlarda da kendisine yer bulan bir öneme sahiptir. Benzer anlatımlar Tevrat’ta da geçmekte, bu benzerlik nedeniyle de hikayenin önceki Mezopotamya kökenli benzerlerinin daha sonra Musevi kaynaklarına uyarlanarak aktarıldığı ifade edilmektedir. Benzer bir ithaf Musa’nın nehre bırakılmasının Tevrat da yer alıyor oluşunun Akad Kralı Sargon’un hikayesi ile örtüşmesidir. Zira onun hikayesinde de sepetle suya bırakılma formuna rastlanmaktadır. Habil ya da Kabil ismi geçmemesine rağmen hikayenin Kur’an anlatımının “doğru bir şekilde anlat” de

Kur'an'calama

Resim
Evrenin/Kainatın Yaratılışı: Toplumların kültürel geçmişinde arkaik algıya göre kainat/evren, zıtlıkların uyumu ya da çarpışması sebep ve sonucu olarak GÖK ve YER bitişik iken ayrılarak oluşur. Kozmogonik anlatımlarda kültürden kültüre değişen yaradılış kimi zaman bu bağlamda kaos, su, bulut/duman gibi aslında insanın bilgi sınırlarının ötesindeki kaçamak bir “bilinmez” ile izah edilmeye çalışılır. İnsanoğlu yaratıcının müdahalesini ya bu kaçamağın öncesine yahut hemen sonrasına yerleştirir. İlk var eden ve varoluş çoğu anlatılarda belirsizdir. Böyle olmasına karşın kainatı yaratan güç tüm toplumlarda TEK dir. (deus otiosus) Tanrılar panteonu da genellikle bu aşamadan sonra ortaya çıkar. İnsanoğlu işine geldiği ve işine yaradığı biçimde tanrılar üretir ve çoğaltır. Kimi toplumlarda Yaratıcı bizzat kendisine yaratan bir fenomendir. İnsanın kendi aklı ile açıklamaya çalıştığı bu bilinmezlik denizi çoğu toplumun kültürel ve toplumsal kastlar yoluyla sömürülmesine de kapı aralamıştır. İ