Kur'an'calama
Evrenin/Kainatın Yaratılışı:
Toplumların kültürel geçmişinde arkaik algıya göre kainat/evren, zıtlıkların uyumu ya da çarpışması sebep ve sonucu olarak GÖK ve YER bitişik iken ayrılarak oluşur. Kozmogonik anlatımlarda kültürden kültüre değişen yaradılış kimi zaman bu bağlamda kaos, su, bulut/duman gibi aslında insanın bilgi sınırlarının ötesindeki kaçamak bir “bilinmez” ile izah edilmeye çalışılır. İnsanoğlu yaratıcının müdahalesini ya bu kaçamağın öncesine yahut hemen sonrasına yerleştirir. İlk var eden ve varoluş çoğu anlatılarda belirsizdir. Böyle olmasına karşın kainatı yaratan güç tüm toplumlarda TEK dir. (deus otiosus) Tanrılar panteonu da genellikle bu aşamadan sonra ortaya çıkar. İnsanoğlu işine geldiği ve işine yaradığı biçimde tanrılar üretir ve çoğaltır. Kimi toplumlarda Yaratıcı bizzat kendisine yaratan bir fenomendir. İnsanın kendi aklı ile açıklamaya çalıştığı bu bilinmezlik denizi çoğu toplumun kültürel ve toplumsal kastlar yoluyla sömürülmesine de kapı aralamıştır. İnsan bilmediği ve en çok merak ettiği yerden vurulmuştur. Elinde hiçbir delili olmayanlar, insanoğlunun bu açlığını gidermiş, ücretlerini ise fazlasıyla almıştır. Toplumların geçmişleri işleyen bu sistemin derin izleriyle doludur ve olan daima mazlumlara olmuştur. Zira Kur’an’ın da daima üzerinde durduğu gibi aklını kullanmayanlar, aklını kullanmayanları kullananların hizmetkarı olmaya mahkum olmuştur. Yaradılış konusu kimi zaman toplumların tarih sahnesine çıktıkları kabile, devlet, imparatorluk gibi erklerin de malzemesi olarak kullanılmış ve ideolojik kurgular ile harmanlanarak reddedilmesi imkansız tabulara ve yasalara dönüşmüştür. Bu nedenle olsa gerek, dünyanın döndüğü iddiasını dillendirmek aslında toplumsal inancın otoritesinin el değiştirmesi tehlikesini doğuracağından bu düşünce ve fikrin sahibi kelleler derhal koparılmıştır.
Kur’an ı Kerim de ise “yaradılış” konusu mevcut toplumun bilgi seviyesini yükseltmek yahut mevcut toplumun entelektüel kapasitesini arttırmak için yer almaz. Kur’an da “Yaradılış” Tevhid bağlamında; Allah’ın tek ve biricik otoritesini tasdik etmek, güçlendirmek, teşbihte hata olmaz ise “patronun kim olduğunu göstermek” için yer alır. Bir diğer yer alma nedeni de “Yeniden Diriliş” bağlamındadır. İnsanoğlu nasıl var oldu ise aynen yeniden öldükten sonra diriltilecektir. Bunu yapacak olan kudret ilk varoluşu meydana getiren kudretin yine kendisidir. Kur’an bu nedenle yaradılışı, mevcut toplumun itaat ve otorite boşluğunu başka tanrılar ile doldurma çabaların emellerini boşa çıkarmak, otoriteyi mutlak sahip olan Allah’a teslim etmek için söz konusu eder. Kur’an’ı Kerim de Evrenin yaradılışı olsun, İnsanın yaradılışı olsun, mevcut toplumun kültürel bilinçaltının sınırları ve daha önceden süregelen bilinç düzeyi seviyesinde anlatılır. Kur’an tam da o günün olgu çerçevesi ile seslenmiş, geçmişin hatalarını düzeltme yahut geleceğe şifreli mesajlar gönderme yoluna gitmemiştir. Bunun nedenini Kur’an’ın kapsamının, sosyolojik sorunlar çerçevesinde kalmak isteyişinde aramak gerekir. Zira maksadının böyle olduğunu Muhammed a.s ve ondan önceki tüm peygamberlerin, içinde yaşadıkları toplumun genel geçer adaletsiz ve hukuksuzluğuna yani sürgit düzenine başkaldıran kişiler olmasından da anlayabiliriz.
Kur’anı Kerim mevcut algı düzeyimizle bilimsel sınırlarına ulaşmaya çalıştığımız kozmolojik evreni; “semâvât vel arz”, “semâvât vel ard” kalıbı ile “Gökler, Yer ve İkisi Arası” şeklinde bir formülle izah eder. Kimi zamanda “alemin” kelimesi kullanarak da yine evren/kainat kastı için kullanılır. Kainat kelimesi geçmez. Genellikle “semâvâti” kelimesi gökyüzü ve ötesini, “vel ardi“ ya da “vel arz” kelimesi yer ve yeryüzü için kullanır. “Vel semavati vel ard/arz” kalıbı evreni ve her şeyi kapsamak için kullanılır. Kur’an’ın geçmiş kültürlerin algı dünyasında ki evren modeli konuşması topluma taşımak istediği mesajın teknik, kültrel yahut bilimsel kavgalarda heba olmasını istememesi nedeniyle, muğlaktır. Kur’an evrenin yaradılışı ile ilgili olarak kronolojik bir sıra vermez ayrıca kimi yerde yerin, kimi zaman göklerin önce yaratıldığına değinir. Dikkat çekici bir tezat görünümü andırsa da maksadının polemik yaratmak değil mesajını ulaştırmak olduğu ve yine Tevhid’i bağlamda mutlak otoritenin yalnızca Allah’ın elinde olduğunu vurgulama istediği gözlerden kaçmaz. Bakara 29 Önce yer, Naizat 17-19 da önce gök
Hud Suresi; Allah’ın arşı suyun üzerindeydi ilk aşama Sonraki aşama gökleri yarattı daha sonra yeryüzünü yarattı ve son olarak yeryüzü şekilleri ve insanın yaşamına uygun her şeyi var ederek nihayetinde insanı yarattı şeklinde özetlenebilir. Aslın bakılacak olursa bu sıralama tüm toplumların kozmogonik yaradılış süreci ile çatışmayan ve uyumlu bir süreçtir. İşin aslının gerçekten böyle mi yoksa toplumların algılarıyla çatışmak istemeyişi mi noktasında tüm Kur’an mantığı çerçevesinde bakıldığında ikinci soru daha akla yatkın görünmektedir. Nihayetinde Allah toplumların bilgi ihtiyacı için değil söyleyeceği mesajın akıbeti ile daha çok ilgilenmektedir. “Sizin bildiğiniz ya da öne sürdüğünü gibi değil” tarzından bir düzeltme ve karşı çıkışın ne bilimsel ne kozmolojik kanıtını peygamberler toplumlarına sunamayacak kavga bu bağlamdan öteye gidemeyecektir. Vahyin öncelikli hedefi toplumun, ahlaki düzlemde gösterilen rehberliğe uygun hareket etmesini sağlamaktır. (Yahudilerin can alıcı dayanağı Tevrat’ın Yaradılış bölümü ile neredeyse örtüşmektedir.)
Kur’an’ı Kerim de evrenin yaratılışı yine birçok toplumda kabul gördüğü gibi “6 günde” yaratıldı şeklinde izah edilir. Ancak bunun yine tezat duruma denk gelecek istisnası mevcuttur.” Genelde 6 Günde” yarattı şeklindeki anlatım Fussilet 9-12. Ayette ise yerini toplamda 8 gün” e denk gelen bir anlatıma bırakır. Ayetlerde geçen gün kelimesi bildiğimiz manada insanoğluna ait bir zaman dilimi değil kozmik bir zaman dilimi, süreci ya da aşamayı ifade eder. Zira gün olgusu ancak ve ancak dünya güneşin etrafında dönmeye başladığı zamandan itibaren insanlık için bir ölçü birimi olmuştur Evrenin dünya ve güneşten önce yaratıldığı göz önüne alınırsa burada söz konusu edilen günün, bizim yaşam süremizin yirmi dört saatlik dilimini kapsamadığı rahatlıkla anlaşılır. Ölçü birimlerinin insani olması, meselenin soyut alandan somut alana bir aktarım biçimi olması bakımından zaruridir. Zira anlatılmak istenen mesele soyut olmasına ve insan algılarının ötesinde gerçekleşen sürelerde meydana gelmesine rağmen anlatım içinde geçen ölçü birimlerinin tamamı insanidir. Konunun giriş bölümünde de değinildiği gibi Kur’an aslında toplumların kabulleri ile çatışmamak için genel geçer kabulleri reddetmez. Pekala “Hayır öyle değil! Aslında böyle böyle” şeklinde bir çıkış her ne kadar ilahi kelama uygun görünse de Allah küçücük insanlığın sürdürerek bir dev haline getirdiği kocaman kozmogonik tabularını, yanılgılarını yontmak değil, basit bir ifadeyle söylemek gerekirse “adam olmalarını sağlamak” istemektedir.
Toplumların kültürel geçmişinde arkaik algıya göre kainat/evren, zıtlıkların uyumu ya da çarpışması sebep ve sonucu olarak GÖK ve YER bitişik iken ayrılarak oluşur. Kozmogonik anlatımlarda kültürden kültüre değişen yaradılış kimi zaman bu bağlamda kaos, su, bulut/duman gibi aslında insanın bilgi sınırlarının ötesindeki kaçamak bir “bilinmez” ile izah edilmeye çalışılır. İnsanoğlu yaratıcının müdahalesini ya bu kaçamağın öncesine yahut hemen sonrasına yerleştirir. İlk var eden ve varoluş çoğu anlatılarda belirsizdir. Böyle olmasına karşın kainatı yaratan güç tüm toplumlarda TEK dir. (deus otiosus) Tanrılar panteonu da genellikle bu aşamadan sonra ortaya çıkar. İnsanoğlu işine geldiği ve işine yaradığı biçimde tanrılar üretir ve çoğaltır. Kimi toplumlarda Yaratıcı bizzat kendisine yaratan bir fenomendir. İnsanın kendi aklı ile açıklamaya çalıştığı bu bilinmezlik denizi çoğu toplumun kültürel ve toplumsal kastlar yoluyla sömürülmesine de kapı aralamıştır. İnsan bilmediği ve en çok merak ettiği yerden vurulmuştur. Elinde hiçbir delili olmayanlar, insanoğlunun bu açlığını gidermiş, ücretlerini ise fazlasıyla almıştır. Toplumların geçmişleri işleyen bu sistemin derin izleriyle doludur ve olan daima mazlumlara olmuştur. Zira Kur’an’ın da daima üzerinde durduğu gibi aklını kullanmayanlar, aklını kullanmayanları kullananların hizmetkarı olmaya mahkum olmuştur. Yaradılış konusu kimi zaman toplumların tarih sahnesine çıktıkları kabile, devlet, imparatorluk gibi erklerin de malzemesi olarak kullanılmış ve ideolojik kurgular ile harmanlanarak reddedilmesi imkansız tabulara ve yasalara dönüşmüştür. Bu nedenle olsa gerek, dünyanın döndüğü iddiasını dillendirmek aslında toplumsal inancın otoritesinin el değiştirmesi tehlikesini doğuracağından bu düşünce ve fikrin sahibi kelleler derhal koparılmıştır.
Kur’an ı Kerim de ise “yaradılış” konusu mevcut toplumun bilgi seviyesini yükseltmek yahut mevcut toplumun entelektüel kapasitesini arttırmak için yer almaz. Kur’an da “Yaradılış” Tevhid bağlamında; Allah’ın tek ve biricik otoritesini tasdik etmek, güçlendirmek, teşbihte hata olmaz ise “patronun kim olduğunu göstermek” için yer alır. Bir diğer yer alma nedeni de “Yeniden Diriliş” bağlamındadır. İnsanoğlu nasıl var oldu ise aynen yeniden öldükten sonra diriltilecektir. Bunu yapacak olan kudret ilk varoluşu meydana getiren kudretin yine kendisidir. Kur’an bu nedenle yaradılışı, mevcut toplumun itaat ve otorite boşluğunu başka tanrılar ile doldurma çabaların emellerini boşa çıkarmak, otoriteyi mutlak sahip olan Allah’a teslim etmek için söz konusu eder. Kur’an’ı Kerim de Evrenin yaradılışı olsun, İnsanın yaradılışı olsun, mevcut toplumun kültürel bilinçaltının sınırları ve daha önceden süregelen bilinç düzeyi seviyesinde anlatılır. Kur’an tam da o günün olgu çerçevesi ile seslenmiş, geçmişin hatalarını düzeltme yahut geleceğe şifreli mesajlar gönderme yoluna gitmemiştir. Bunun nedenini Kur’an’ın kapsamının, sosyolojik sorunlar çerçevesinde kalmak isteyişinde aramak gerekir. Zira maksadının böyle olduğunu Muhammed a.s ve ondan önceki tüm peygamberlerin, içinde yaşadıkları toplumun genel geçer adaletsiz ve hukuksuzluğuna yani sürgit düzenine başkaldıran kişiler olmasından da anlayabiliriz.
Kur’anı Kerim mevcut algı düzeyimizle bilimsel sınırlarına ulaşmaya çalıştığımız kozmolojik evreni; “semâvât vel arz”, “semâvât vel ard” kalıbı ile “Gökler, Yer ve İkisi Arası” şeklinde bir formülle izah eder. Kimi zamanda “alemin” kelimesi kullanarak da yine evren/kainat kastı için kullanılır. Kainat kelimesi geçmez. Genellikle “semâvâti” kelimesi gökyüzü ve ötesini, “vel ardi“ ya da “vel arz” kelimesi yer ve yeryüzü için kullanır. “Vel semavati vel ard/arz” kalıbı evreni ve her şeyi kapsamak için kullanılır. Kur’an’ın geçmiş kültürlerin algı dünyasında ki evren modeli konuşması topluma taşımak istediği mesajın teknik, kültrel yahut bilimsel kavgalarda heba olmasını istememesi nedeniyle, muğlaktır. Kur’an evrenin yaradılışı ile ilgili olarak kronolojik bir sıra vermez ayrıca kimi yerde yerin, kimi zaman göklerin önce yaratıldığına değinir. Dikkat çekici bir tezat görünümü andırsa da maksadının polemik yaratmak değil mesajını ulaştırmak olduğu ve yine Tevhid’i bağlamda mutlak otoritenin yalnızca Allah’ın elinde olduğunu vurgulama istediği gözlerden kaçmaz. Bakara 29 Önce yer, Naizat 17-19 da önce gök
Hud Suresi; Allah’ın arşı suyun üzerindeydi ilk aşama Sonraki aşama gökleri yarattı daha sonra yeryüzünü yarattı ve son olarak yeryüzü şekilleri ve insanın yaşamına uygun her şeyi var ederek nihayetinde insanı yarattı şeklinde özetlenebilir. Aslın bakılacak olursa bu sıralama tüm toplumların kozmogonik yaradılış süreci ile çatışmayan ve uyumlu bir süreçtir. İşin aslının gerçekten böyle mi yoksa toplumların algılarıyla çatışmak istemeyişi mi noktasında tüm Kur’an mantığı çerçevesinde bakıldığında ikinci soru daha akla yatkın görünmektedir. Nihayetinde Allah toplumların bilgi ihtiyacı için değil söyleyeceği mesajın akıbeti ile daha çok ilgilenmektedir. “Sizin bildiğiniz ya da öne sürdüğünü gibi değil” tarzından bir düzeltme ve karşı çıkışın ne bilimsel ne kozmolojik kanıtını peygamberler toplumlarına sunamayacak kavga bu bağlamdan öteye gidemeyecektir. Vahyin öncelikli hedefi toplumun, ahlaki düzlemde gösterilen rehberliğe uygun hareket etmesini sağlamaktır. (Yahudilerin can alıcı dayanağı Tevrat’ın Yaradılış bölümü ile neredeyse örtüşmektedir.)
Kur’an’ı Kerim de evrenin yaratılışı yine birçok toplumda kabul gördüğü gibi “6 günde” yaratıldı şeklinde izah edilir. Ancak bunun yine tezat duruma denk gelecek istisnası mevcuttur.” Genelde 6 Günde” yarattı şeklindeki anlatım Fussilet 9-12. Ayette ise yerini toplamda 8 gün” e denk gelen bir anlatıma bırakır. Ayetlerde geçen gün kelimesi bildiğimiz manada insanoğluna ait bir zaman dilimi değil kozmik bir zaman dilimi, süreci ya da aşamayı ifade eder. Zira gün olgusu ancak ve ancak dünya güneşin etrafında dönmeye başladığı zamandan itibaren insanlık için bir ölçü birimi olmuştur Evrenin dünya ve güneşten önce yaratıldığı göz önüne alınırsa burada söz konusu edilen günün, bizim yaşam süremizin yirmi dört saatlik dilimini kapsamadığı rahatlıkla anlaşılır. Ölçü birimlerinin insani olması, meselenin soyut alandan somut alana bir aktarım biçimi olması bakımından zaruridir. Zira anlatılmak istenen mesele soyut olmasına ve insan algılarının ötesinde gerçekleşen sürelerde meydana gelmesine rağmen anlatım içinde geçen ölçü birimlerinin tamamı insanidir. Konunun giriş bölümünde de değinildiği gibi Kur’an aslında toplumların kabulleri ile çatışmamak için genel geçer kabulleri reddetmez. Pekala “Hayır öyle değil! Aslında böyle böyle” şeklinde bir çıkış her ne kadar ilahi kelama uygun görünse de Allah küçücük insanlığın sürdürerek bir dev haline getirdiği kocaman kozmogonik tabularını, yanılgılarını yontmak değil, basit bir ifadeyle söylemek gerekirse “adam olmalarını sağlamak” istemektedir.