İslam Kadıköy’e mi İndi, Yoksa Hicaz’a mı?

Bazı sorular vardır ki, cevabı bilindiği için değil, karşındakinin sinir damarlarını yoklamak için sorulur. İşte bu yüzden, bir ateistin dilinden dökülen “Senin dinine göre bir adam kendi geliniyle evlenebilir mi?” sorusu, cevaptan ziyade kötü bir ima taşır. Cümledeki “senin” zamiriyle “din”in arasında sinsi bir alay gizlidir; sanki sorunun asıl muhatabı akıl değil, sabırdır. Dedim ki: “Canım abim, niye İslam'ı sanki bugün Moda sahiline yeni inmiş bir yasa gibi okuyorsun? Bu din yirmi birinci yüzyılın kafe entelijansiyası için inmedi. Burası İzmir Alsancak da değil, yedinci yüzyıl Arap Yarımadası. Ne anayasa mahkemesi var ne feminist dernekler. Kadının boşanma hakkı mı dedin? Güldürme beni; kadın, kocasının devenin arkasına bağladığı çok afedersin ama bir çuvaldan ibaretti. Din, o topluma indi. O devirde evlilik, aşkın değil soyun, şehvetin değil gücün meselesiydi.” Bir düşün şimdi: Adı Zeyd olan bir çocuk. Anası babası belli...