Türk ve Moğolların Dinleri ve Tarihi
Bugün Asya’nın kuzeydoğusunda bulunan ve Moğolistan ile Mançurya’yı içine alan
bölgede Hunlardan itibaren Türk boyları ile Moğol ve Mançu gibi diğer kavimler
birlikte yaşamışlardır. Cengiz Han’dan önce Moğollar şimdiki Moğolistan’ın
kuzeydoğusunda Onon ve Kerulen nehirleri kenarında yaşayan küçük bir topluluk
idiler. Bilinen ilk Türk devleti İskitlerdir. M.Ö 3. Ve 1. Yüzyıla kadar
Türklere ve Moğollara Büyük Asya Hun İmparatorluğu olarak rastlanır. Daha sonra
bu imparatorluk bölünür. Göktürkler olarak Türkler,
Moğollar
ile Türkler Arasında Etnik ve Kültürel Farklılıklar
Türklerle
Moğollar arasında dil birliği bakımından bir münasebetin bulunmadığı kesin
olarak tespit edilmiştir. Ayrıca iki kavim arasında ırk birliğinin olmadığı son
50 yıldır yapılan antropolojik incelenmeler sonucu artık anlaşılmıştır. Eski
çağlarda Türklerin “mongoloid” gösterilmeleri, bu iki bozkırlı kavmin sıkı
münasebetleri ile açıklanabilmektedir. Türklerin tarihleri boyunca en sıkı
temas kurdukları millet hiç şüphesiz ki yakın komşuları olan Moğollar olmuş,
kalabalık Moğol kütleleri Türk idaresine alınmış (Asya Hunlarında, Tabgaçlarda
olduğu gibi) ve bunlar Türklerle birlikte geniş kapsamlı göç hareketlerine
katılmışlardır (Batı Hunlarında ve Avarlarda olduğu gibi). Asya’da MÖ 3000’lere
ait kurganlardan çıkarılan iskeletler üzerinde yapılan araştırmalara ve
kaynaklardaki bilgilere istinaden Türklerin antropolojik özellikleri Brekisefal
kafatası, koyu renkli saç, hafif esmere çalan beyaz (buğday rengi) ten, orta
boy (ortalama 167 cm.) uzunca beyzî (değirmi) yüz, hafif çekik, fakat mongoloid
olmayan göz (badem), orta gürlükte sakal ve bıyık olarak ortaya konmuştur. Irk
antropolojisinin sonuçlarına göre: Türklük, üç büyük ırk ailesi (Europid,
Mongoloid ve Negrid) içinde Europid ırkına bağlıdır. Europid grubunun kuzey
bölümünde pigmenti az olan açık saçlı ve açık tenli teuto-nor-dicus, dalo-
nordicus ve Doğu Baltık ırkları; ortada, Türkistan içlerine kadar uzanan
bölümde esmer alpin, dinarid ve turanid ırkları; güney bölümünde siyah saçlı,
koyu esmer tenli ve kara gözlü mediterran, taurid ve indid ırkları bulunmaktadır.
Baltıklı, alpin, dinarid ve turanid ırklar brakisefal, diğerleri ise
dolikosefaldirler. Dünya ilim âlemince kabul edilen ve bizzat Moğolların temsil
ettikleri ayrı bir ırk örneği vardır ki, buna doğrudan doğruya “Mongoloide”
denilmiştir. Bu ırk Türk ırkından büyük farklarla ayrılmaktadır.
Türk
ve Moğol kültürünü birbirlerinden ayıran bazı farklılıkları da şu şekilde
verebiliriz:
1)
Eski
Moğolların başlangıçta ekonomileri avcılığa dayanmış, sonradan batı komşuları
olan Hunların tesiri ile hayvan yetiştirici ve çoban olmuşlardır. Türkler ise
başlangıçtan itibaren hayvan yetiştiricisi ve çoban olmuşlardır.
2)
Moğollarda
anne önemlidir ve “maderşahi (mazerşahi)” denilen anne hukukunun geçerli olduğu
bir aile tipi vardır. Türklerde ise aile babadan gelir ve “pederi” tipte baba
hukukunun geçerli olduğu aile tipi vardır.
3)
Moğollarda
beyaz, Türklerde kara rengi önemlidir.
4)
Moğollarda
köpek, Türklerde kurt önemlidir
5) Moğollar iliklerini sola, Türkler sağa açarlar
6) Moğollar domuz beslerler ve yerler, Türkler ise domuz eti yemezler
7) Moğollar sol tarafı Türkler sağ tarafı üstün tutarlar
5) Moğollar iliklerini sola, Türkler sağa açarlar
6) Moğollar domuz beslerler ve yerler, Türkler ise domuz eti yemezler
7) Moğollar sol tarafı Türkler sağ tarafı üstün tutarlar
Türk
ve Moğol İnançlarında Sentez:
İlksel
Neden: Sonsuz Zaman, Kaos, Zıtlıklar Denizi, İlsel Deniz, İyilik ve Kötülük,
Işık, Sonuzluk Denizi
|
|
Japon mitlerinde, ilk belirli tanrılar Kutsal Merkez Efendi, Büyük Üretici Güç ve İlahi Üretici Güç olarak karşımıza çıkar. Bunlar ( GÖK, YER ve YERALTI ) Türk ve Moğollarda yaşam Yaruk ile Karangın bir araya gelmesiyle oluşur. ( GÖK ve YER) |
|
Şintoizm: İzanami ve
İzanagi evliliği, Ametarasu ( Kamidir, Tanrısal kut’u taşıyan ruha sahiptir.)
Türk yaratılış anlatımında, Gök Tengri, zamanın sonsuzluğunda büyük okyanusun üzerinde uçan bir kaz olarak görülür. Adı “Beyaz Ana” olan birinin ona dünyayı yaratması söylenir. Tengri önce “Er” kişi adında bir varlık yaratır ve daha sonra beraberce yeryüzünü yaratırlar. Moğol yaratılış anlatımında, Yüksek rütbeli Tengri olan Qormusta, Sakyamuniye değerli taşlardan oluşan sarı bir toprak verir. Sakyamuni’nin Sonsuz Okyanusa attığı bu toprak büyük bir kıtanın oluşmasına neden olur ve hayat buradan başlar. |
|
Baş Tanrılar: Türk: Gök
Tengri, Moğol: Mongke Tengri
|
|
KUTSAL:
Yaratıcının tezahür ettiği düşünülen her türlü somut nesne |
MANA:
Yaratıcının tezahürünü simgeleyen her türlü soyut düşünce, olağanüstü ve sıradışı |
Totem:
Bir insan topluluğunun ya da tek bir kişinin gizemsel ve büyüsel duygularla
bağlı bulunduğu hayvan, bitki, doğasal olayların sembolleri ya da cansız
herhangi bir nesne.
Tabu:
Kutsal sayılan bazı insanlara, hayvanlara, nesnelere dokunulmasını,
kullanılmasını yasaklayan, aksi yapıldığında zararı dokunacağı düşünülen
inanç.
|
Animizm: doğada insan
ruhuna az çok benzer ruhlar bulunduğunu kabul eden din, Felsefede her
nesnenin bir ruhi varlık veya ruh tarafından yönetildiğini kabul eden
sistemdir. Animistler hem hayatla ilgili olayları hem de psikolojik olayları
tek bir sebebe, düşünen veya “akıllı” bir ruha bağlarlar.
Büyücülük, Üfürükçülük, Ruhçuluk,
Simyacılık, Medyumluk
|
|
Hinduizm:
Avatar = Şintoizm: Kami = Şamanizm: Kam (Şaman)
:
En Yüce ve diğer Ruhlar ile iletişim kurabilme ya da bu ruhların insan bedeni ile bedenlenmesi. Reenkarnasyon: Her varlık çeşitli bedenlerde, değişik kimlikler içinde, sayısız kereler maddesel alemlerde doğarlar. Nirvana, Vahdet-i Vücud (Ruh’un sahibine -TANRI- dönmesi ve karışması) TENASÜH( Rûhun, bedenin ölümünden sonra yeni bir cesede bürünerek yeryüzüne geri dönmesidir.
Enkarnasyon:
Hulül (Tanrı nın insan bedeni ile bedenlenmesi), Avatar (Tanrı nın insan
bedeni ile bedenlenmesi)
|
Türk ve Moğol İnançlarında Tanrı ve
Yaratılış:
Türklerin kozmolojisinde birçok
farklı kültürün ve inancın etkilerini görmek mümkündür. Ancak şunu belirtmek
gerekir ki; Türkler evrenin ve evrendeki her şeyin bir bütünlük içinde olduğuna
inanırlardı. Gündelik yaşamdaki hiyerarşi ile gökyüzündeki durum hakkındaki
tasavvurları birbirine benzemekteydi. Yaruk, eski Türk dilinde ışık anlamına
gelir. Bu ışık gökten gelen tanrısallığı, kut’u simgeler. Karang ise yeryüzüne
ait bir kavramdır. Yaşam Yaruk ile Karangın bir araya gelmesiyle oluşur. Bu
semavi inanışlardaki beden ve ruh ilişkisine benzer gibi görünse de, farklı bir
durum söz konusu. Çünkü bu ikilik tanrının insanı yaratıp ona ruhu üflemesinden
ibaret değildir, zira evrenin tamamında böyle bir işleyiş söz konusudur.
Geleneksel Türk dinine göre evrende
zıtlıkların uyumu söz konusudur. Kavramlar ikili ve dörtlü zıtlıklarla
varlıklarını sürdürürler. Ancak bu zıtlıklar Mani dininde veya Zerdüştlükte
olduğu gibi iyi-kötü veya aydınlık-karanlık olarak ayrılmamaktadır. Türkler
evrenin özündeki bu düalist yapılara ahlâki tanımlar yüklememişlerdir. Bununla
birlikte bir dişil-eril ilişkisinin birçok konuda mevcut olduğunu
söyleyebiliriz. Gök ve yer arasında böyle bir ilişki söz konusudur. Yer ve gök
birbirini var eden iki zıtlıktır. Gök eril, yer ise dişi olarak
konumlandırılmaktadır.
Doğada yaşayan pek çok ruha inanan
eski Moğol ve Türk halkları arasında yaratıcı, bu ruhların üstünde olan Mongke
Tengri dir. Moğol yaratılışı da diğer mitlerde olduğu gibi başlangıcı belli
olmayan ancak alt katmanlarda birkaç yaratıcının ya el birliği ya da çekişmesi
sonucu hayatı başlatır. Yüksek rütbeli Tengri olan Qormusta, Sakyamuni ye
değerli taşlardan oluşan sarı bir toprak verir. Sakyamuni bunu sonsuz okyanusa
atar ve bu toprak orada büyük bir kıtanın oluşmasına neden olur ve hayat
buradan başlar. Türk anlatımında yaratılış ise, Gök Tengri, zamanın
sonsuzluğunda büyük bir okyanusun üzerinde uçan bir kaz olarak uçar. Adı, Beyaz
Ana olan birinin ona dünyayı yaratması söylenir. Tengri önce Er kişi adında bir
varlık yaratır ve daha sonra beraberce yeryüzünü yaratırlar. Türkçedeki Tanrı
kelimesi bu yaratıcıyı ifade eden kelimedir. Çince de gökyüzü anlamına gelen
tian kelimesi de bu kelime ile dilbilimsel olarak benzerlik göstermektedir. Tengri,
kişiselleştirilmeyen Gök Tanrısı, ya da Gök'ün tanrısal yüce tini(ruhu)
demektir.
Tengri, Tanrı=Allah manasında
kullanılan bir kelimedir. Bazen bu kelime toplumda farklı bir tanrı ismi olduğu
yanılgısı ile tepki çekse de kastedilen Allah’ın kendisidir. Tengri Türklerin
büyük gökyüzü tanrısıdır. Türklerde Tanrı kelimesi daima Gök-Tanrıyı temsil
etmek için kullanılmıştır. Eşsiz, benzersiz, kimseye ihtiyacı olmayan ancak her
şeyin kendisine muhtaç olduğu göğün sahibi olan Allah kastedilir. Mutlak yaratıcı
ve tektir, eşi ve benzeri yoktur. Bilinen ve bilinmeyen her şeyi O yaratmıştır.
Savaşlarda bu Tanrı'nın iradesi ile zafere ulaşılır. O buyurur, buyruğuna ve
iradesine uymayanları cezalandırır. İnsanlara kut ve ülüg (kısmet) bağışlar ama
bunları layık olmayanlardan geri alır. Canlılara yaşam verir. Ölüm onun
iradesine bağlıdır. Varlıklara yaşam verdiği gibi, dilediğinde de onu geri
alır.
Moğol yaradılış hikayelerinde baş
tanrı Mongke Tengri Türklerde ise Gök Tengri dir. Diğer mitlerde ve inançlarda
olduğu gibi toplumsal hayatın en çok önem verdiği unsurlara indirgenen tanrısal
nitelikler eski Türk toplumlarda karşımıza Etügen/Ötügen olarak çıkar ve dişil
bir semboldür. Tanrıçadır. Etügen/Ötügen Toprağı ve toprakla ilgili tüm
unsurları, bitkileri ve hayvanları korur. Itoga Hanım, Natıkay gibi başka tanrıçalara
da rastlanmaktadır.
Tengricilikte ataların kutsal
sayılması ve hatta bâzı büyük hükümdarların ölümlerinden sonra tanrı olarak
kabul edilmesinden dolayı kabileden kabileye farklı tanrısal varlıklar bulunur.
Bu yüzden Tengriciliğin bütün kutsal varlıklarını bir araya toplanması imkânsız
gibidir. Mesela Altaylarda çok yüksek bir tanrı olarak görülen Kara Han'ın Oğuz
Han'ın babası olduğu düşünülmektedir. Ayrıca Macar bilimcilere göre Macarcadaki
"tanrı" anlamına gelen "İsten" kelimesi İstemi Kağan'a
ölümünden sonra tanrı olarak tapılmasından kaynaklanmaktadır.
Tengriciliğin bir tek-tanrı dini olup
olmadığı hakkında farklı görüşler var olduğu için bu kutsal varlıkların gerçekten
"tanrı" olarak mı, yoksa sadece "güçlü ruhlar" olarak mı
adlandırılması gerektiği kesin olarak söylenememektedir. Bu konu hakkında
bilimcilerin farklı görüşleri, aşağıda Tek-Tanrı Kuramı başlığı altında ele
alınmıştır.
Tengricilikte tabiat ruhlarla doludur.
Bu ruhlar bulundukları yerlere ve özelliklerine göre kategorilere ayrılırlar.
Bunların isimleri Tengrici halkların farklı dilleri ve lehçelerine göre
değişebilir. Ama bunlar, genel olarak iki büyük gruba ayrılabilirler:
Gök
ile bağlantısı olan ruhlar: Bunların adlarına çoğunlukla "kök-"
(mavi) ya da "-tengri" (gök) kelimeleri eklenir.
Yer ile bağlantısı olan ruhlar: Bunlar toplu olarak Türklerde "Yer su" ve Moğollarda "Gazriin ezen" olarak adlandırılırlar.
Yer ile bağlantısı olan ruhlar: Bunlar toplu olarak Türklerde "Yer su" ve Moğollarda "Gazriin ezen" olarak adlandırılırlar.
Şamanlar, birçok ruhu kontrol
edebilir ama bâzı gök ruhları o kadar güçlüdür ki bir şaman onları etkileyemez.
Bir ruh, sadece denge bozulduysa ve düzeltilmesi gerekliyse rahatsız
edilebilir. Önemsiz meseleler veya sırf merak için rahatsız edilmemeleri
gerekir
Tengrici bir insanın doğaya karşı
büyük saygısı vardır, çünkü doğa ruhlarla doludur. Büyük bir dağın, görkemli
yaşlı bir ağacın, bir gölün ya da bir vahşî hayvanın bir ruhu ve böylece bir
kişiliği vardır. İnsan doğadan sadece kendine ve ailesine lazım olduğu kadarını
alır, savurganlık Tengri'yi ve Yer suları öfkelendirir. Eğer insan doğadan bir
şey alabildiyse bu sırf doğa ruhlarının rızası ile olmuştur. Bu yüzden onlara
minnettar olması gerekir.
Tengricilikte iki türlü adak vardır;
kanlı adak ve kansız adaklar. En çok makbule geçtiğine inanılan adak hayvanları
beyaz atlardır. Atların dışında koyun, keçi ve sığır da kurban edilir. Kansız adak olarak özel seçilmiş
çeşitli gıda malzemeleri, içki, tütün, silah, ev eşyaları ve at yarışları ile
güreş gibi farklı şeyler kullanılır.
Tengricilikte
Kam (Şaman), kutsal birisi değildir denir ve sadece ruhlar ile iletişim
kurabildiği için toplum ona saygı gösterir denir Oysa aşağıda görüleceği gibi o
başlıbaşına Tanrı ile avam arasında iletişim kuran dini bir fenomendir;
“…Kutsal insan (ŞAMAN) tek başına tipiye gider ve oruç tutup dua eder. Veya tek başına ıssız tepelere gider. İnsanların arasına döndüğünde onlara
Büyük Giz’in söylemesini emrettiklerini söyleyip öğretir.
Öğütler verir, hastayı sağaltır ve insanları kötülüklerden koruyan büyüler yapar.
Onun gücü büyüktür ve çok saygı görür.” Joseph Campell -İlkel Mitoloji
“…Kutsal insan (ŞAMAN) tek başına tipiye gider ve oruç tutup dua eder. Veya tek başına ıssız tepelere gider. İnsanların arasına döndüğünde onlara
Büyük Giz’in söylemesini emrettiklerini söyleyip öğretir.
Öğütler verir, hastayı sağaltır ve insanları kötülüklerden koruyan büyüler yapar.
Onun gücü büyüktür ve çok saygı görür.” Joseph Campell -İlkel Mitoloji
Bâzı kamlar daha güçlü ruhlar ile
iletişim kurabilir ve diğer kamlardan daha güçlü olur. Ak ve Kara kamlar
vardır. Bunların görevleri ve hünerleri farklıdır. Ak kamlar Gök'e bağlı ruhlar
ile kara kamlar ise yere ve yeraltı âlemine bağlı ruhlar ile iletişim kurarlar.
Kamların giysilerine manyak denir. Kam'ın manyağına asılı bir sürü kendisine
güç veren ya da kendisini kötü ruhlara karşı koruyan eşyalar vardır.
Çok tanrılı gibi gözükmesine rağmen
aslında tek tanrılı bir dindir. Bu inanca göre Tengri tektir, en üstündür ve
her şeyin yaratıcısıdır. Yine de bu konuda bir söz birliğine varılmış değildir.
Tengriciler, kendi dinlerinin kitaplı
dinlerden önce var olduğuna inanırlar. Umay, Ülgen, Erlik Han gibi tanrı ve
tanrıçalar, Gök-Tengri'nin özel melekleri olarak da kabul edilebilir. Tengriciler
doğaya çok önem verirler. Doğada bir dengenin olduğuna, bu dengenin
değiştirilmesi durumunda insanların ve diğer canlıların zarar göreceklerine
inanılır. Hayvanların ve bitkilerin de ruhları olduğuna inanırlar. Doğadaki
diğer maddelerin de ruhları olduğuna inanırlar. Bâzı dağlara, ormanlara ve
ırmaklara kutsal değerler yüklerler. Bâzı gezegenleri, uyduları, yıldızları,
yıldız kümelerini ve diğer astronomik cisimleri kutsal sayarlar. Tengricilik'de
erkeğin toplumdaki statüsü, kadınınkinden üstün değildir.
Günümüzde devam eden Tengricilik
âdetleri: Gidenin ardından su dökmek, Tahtaya üç kere vurma, kurşun dökme, Nazar
boncuğu, Mezar ve Türbe hazırlamak, Türbede mum yakma, Mezarların ayak ucuna
suluk koyma, Lohusa kadının başına kırmızı kurdele bağlama, Düğünlerde gelinin
başı üzerinden kuruyemiş, pirinç türü gıdalar atmak, Elleri yukarı doğru açarak
dua etmek, Ölen, evlenen, doğan çocuk için 40 gün beklenmesi
Semah
İslam öncesi Türklerin geleneksel
dinlerinde Gök Tanrı inancı hâkim unsurdur. Türklerin geleneksel inanç ve
ibadetlerinden bahsedilirken Batılı etnologların etkisiyle bu inanca “Şamanizm”
deniliyordu. Bu kavram, gerçekte eski Türk inançlarını ifade etmemektedir.
Ancak Eski Türklerde tanrı inancı “Henoteizm”di. Bu deyim, birçok tanrının
varlığını kabullenmekle birlikte bunlardan birine tapınmayı ifade eder.
Tanrının her şeye gücü yeter ve o, sadece iyilikten hoşlanır. Türklerde “tanrı”
kelimesi, eskiden hem “gök” hem de “ilah” anlamında kullanılıyordu. Farklı
bölgelerde, tanrı için Ülgen, Ülgön, Kuday, Tanara, Tura, İdi, Çalap ve Bayat
gibi terimler de kullanılmıştır.
Eski Türk inançlarında “dağ kültü”,
Gök Tanrı anlayışıyla ilgilidir. Dağların, Tengri’nin makamı olduğuna inanılır.
Dolayısıyla Türkler için dağlar, göller ve ırmaklar ruhları olan canlı
varlıklardır.
Su kültü de Eski Türk inançlarında
önemli yer tutar. Su; yetiştirici, saf ve temizdir. Bilgiyi, aklı ve gücü
sembolize eder.
Eski Türklerde, dinî ayin ve kurban
merasimlerini yöneten, ruhlarla insanlar arasında aracılık yapan, din
adamlarına “kam” denir. Bunlar, bir yandan iyi ruhların insanlar için faydalı,
hayırlı tesirlerini devam ettirmeye, diğer yandan da çeşitli çarelere
başvurarak kötü ruhların zararlı faaliyetlerini önlemeye çalışırlar.
Eski Türkler, hastalık gibi ölümü de
kötü ruhların bir eseri sayarlardı. Altay Türklerine göre yeraltı dünyasının
hâkimi olan Erlik, yeryüzüne gönderdiği Aldaçılar vasıtasıyla, insanların
ruhunu yakalatarak hayatlarına son verdirirdi. Yakutlar da ölümü insan ruhunu,
kötü ruhların kapması ile açıklarlar.
Eski Türk inançlarında, ölen için
duyulan acı, çeşitli şekillerde ve bazı merasimlerle ifade edilirdi. Örneğin
Kırgızlarda ölünün gömüldüğü gün, dul kalan zevcesi ile kızları saçlarını
keserlerdi. Hunlar da kabile reislerini sırmalı elbiseler içinde
gömerlerdi.
Dünyanın en çok din değiştiren
toplumlarından biri olan Türkler, zaman içerisinde bu dinlerin bazı taraflarını
kendi gelenek ve görenekleriyle de birleştirerek günümüze kadar taşımıştır.
Türk örf ve adetleriyle beraber, töre
adını verdiğimiz toplumsal düzenin gereği olan yasalara ait ilk kayıtları Çin
yıllıklarıyla, Orhun Kitâbeleri, Divân-ı Lügati't-Türk ve Kutadgu Bilig gibi
yazılı kaynaklarla, destanlarda görebilmekteyiz. Ayrıca Türk yurtlarını gezen
seyyahların eserlerinde de bu töre ve geleneklere rastlanılır.
Mesela 585 yılında, Kök Türk
Kağanlığının başında bulunan İşbara Kagan, içeriden ve dışarıdan vurulan
darbeler yüzünden bunalmış ve Çin imparatorluğundan yardım istemişti. Onun bu
dileğine olumlu cevap veren Çinliler, buna karşılık İşbara Kagan’dan "Çin
adetlerini benimsemelerini" talep ettiler. O da; "bizim adet ve
geleneklerimiz çok eski çağlardan beri devam ede gelmiştir. Bundan dolayı
onları değiştirmeye benim gücüm yetmez. Bizim topraklarımızda idare
edilenlerle, yönetenler arasında kurulmuş olan düzeni yaralamağa ben cesaret
edemem", diyerek her şeye rağmen törelerinden vazgeçemeyeceğini
söylüyordu.
Tengricilik ve Şamanizm farklı
inançlar olduğunu savunanlar vardır fakat her iki inançta animizm e
dayandığından farklılıklarına kültürel farklılık olarak bakmak gerekir.
Şamanizm:
Tunguzca bir kelimedir ve başta ataların ruhları olmak üzere ruhlarla
iletişime geçen, şifa dağıtan ve bağlı bulunduğu topluluğun kötü ruhlardan
korunmasını sağlayan tipe verilen isimdir. İlkel kabilelerin dini ayin ve
ruhlarla iletişime geçerek irtibat kurduğuna inanılan kişiye Şaman, bu inanca
da Şamanizm denir. Şamanizm Animizm ile Büyünün sentezinin icra edilmesidir
denebilir. Büyücülük de doğaüstü güçler ile iletişime geçme ve bu güçlerin
yardımı ile gerçekleştirilebilecek bir gayeye dayanan inançtır.
1.
Kuzey
kutup bölgesine yerleşmiş olan eski Orta Asya halkları
2.
Kuzey
kutup bölgesine sonradan yerleşen Rus, Fin ve İskandinav halklarında
3.
Güneyde
Şamanizmin etkisi altında kalan yüksek kültürler vardır. Hint kültürü bu
aralıkta anılabilir. Şamanlık, Lapların ülkesinden Bering boğazına, oradan
Eskimolara, kuzey Amerika’nın kuzeybatı kıyılarına ve nihayet Hindistan ile
Asya’nın güneydoğu adalarına yayılmıştır.
4.
Nyberg;
eski İran’ın maga toplumunun Şamanist bir çevreyi simgelediğini ileri sürer.
5.
Mevlevilerin
semasını da Şamanizmle açıklayan aynı yazar, Delfi kahinliğini de bir tür
Şamanlık olarak kabul etmiştir.
6.
Ohlmarks’dan
öğrendiğimize göre, Meuli, İskit kültüründe de Şamanizme ait unsurlar
bulmuştur. Bu yazar Şamanizmin İskitler aracılığıyla Traklara bile geçtiğini
ileri sürmüştür. Ohlmarks, eski Hint, İran ve İskit kültürlerinde Şamanist
bir tabaka bulunduğuna bakarak, daha İndo-İrani çağda Aryalıların, kutup
bölgesinin güneyinde, Şamanlığa bağlı halkların etkisi altında kalmış
olduklarını ileri sürer. Bugün etnografya ve kültür tarihi araştırmaları ile
İndo-Cermenlerin eski dinleri ve buna ait törenler Şamanizm ile açıklanmakta
ve aradaki benzeyişlerden önemli sonuçlar çıkarılmaktadır. Örneğin Nehring’e
göre, ezcümle Gök Tanrı ile, onun adına yapılan kurban töreninin kökeni Asya
olup İndo-Cermenlere, diğer unsurlarla birlikte, Altay halklarından geçmiştir.
7.
Koppers
de İndo-Cermenlerin at kültünde, Orta Asya’dan alınmış unsurlar bulmakta ve
bunlara dayanarak eski Türklük ile, eski İndo-Cermenliğin etnoloji ve kültür
tarihi bakımlarından ilişkilerini saptamaya çalışmaktadır.
8.
Bleichsteiner ise Kafkasya halklarında ve bu
arada özellikle Gürcülerde Şamanist izler bulunduğunu ileri sürmüştür.
9.
Fuad
Köprülü ise Orta-Asya Türk-Moğol Şamanizminin, Yesevi, Rifai, Kalenderi,
Hayderi, Bektaşi ve Torlaki gibi İslam tarikatları üzerindeki etkilerini
göstermeye çalışmıştır.
10. Ohlmarks da Rifai dervişlerinin
gösterdikleri çeşitli şaşırtıcı marifetleri, Radloff, de Levchine ve
Divayev’in Kırgız baksılarına dair aktardıkları şeylere benzetir.
11. Nihayet Gordlevskiy, Nakşbendi
tarikatında da Şamanizm izlerini görmek istemiştir.
12. Old, Franke, Schmitt, Şirokogorov,
Zelenin’e göre, Şamanizmin eski Çin kültürü üzerinde de etkin olduğu bizzat
Çin kaynaklarından anlaşılmaktadır. Aynı kaynaklar, MÖ. 3. yüzyıldan MS. 1.
yüzyıla kadar Kuzey Moğolistan’da yaşayan Hun ve Hiungnular ile MÖ. 1. yüzyıldan
MS. 3. yüzyıla kadar Doğu Moğolistan’da yaşayan ve Mançularla akraba olan
Uhuan ya da Dun-Huların Şamanist olduklarını yazar. Yine Çin kaynaklarından
öğrenildiğine bakılırsa, Hunların bir kolu olup 5.-7. yüzyıllarda, Kara-İrtiş
kıyıları ile Gobi çölünün kuzeyinde oturan Dulgaslar ile nihayet yine
Hunlardan gelen, 5. yüzyılda Yenisey’in yukarı kısımlarında yaşayan ve
nihayet bugünkü Karagaslar ile Soyotları oluşturmuş olan Dubolar (Tobalar) da
Şamanist idiler. MÖ. 2. yüzyıldan başlayarak, 9. yüzyıla kadar gelen, Çin
vekayinamelerinde çeşitli adlarla “doğudaki yabancı halklar” diye anılan ve
kimilerine göre, bugünkü Mançu, Tunguz, Gılyak, Aynu ve Goldları oluşturan
halklar da Şamanist idiler. Ohlmarks’a göre, eski kuzey halklarındaki seidhr
ayini de bir tür Şamanizmden başka bir şey değildir.
Gök
Türklerin, kısmen eski Uygurların ve nihayet 10. yüzyılın birinci yarısında
İbn Fazlan’ın verdiği bilgiye göre, Ural-Hazar çevresinde yaşayan bazı Türk
boylarının Şamanist oldukları anlaşılıyor. Aslında zamanında bütün Türk-Moğol
ve Tunguz halkları Şamanlığa bağlı idiler. Türkler, Altay ve Sayan dağları
bölgesinde yaşayanları hariç olmak üzere, uzun yüzyıllardan beri İslamlığı
kabul etmişlerdir. Bunlardan Sibirya ile doğu Avrupa’da yaşayanların bir
kısmı Hıristiyan olmuş, Doğu Moğolistan’da, Sayan dağlarının kuzey
taraflarında oturan Soyotlar (Tuba), Nan-şan sıradağlarının kuzey
yamaçlarında yaşayan Sarı-Uygurlar çoğunlukla Budizmin etkisi altına
girmişlerdir. Böylece Şamanist inanışı bugüne kadar koruyanlar, Altay
dağlarının sapa vadilerinde yaşayan Altay-kijiler, Teleütler, Ku-kijiler
(Lebedler), Yış-kijiler (Orman Türkleri) ve Şorlardır. Ancak bu bölgedeki
Şamanlık da bir taraftan Budistliğin, bir taraftan da Hıristiyanlığın baskısı
altındadır.
Moğollar
genellikle Budist olmuşlardır. Bunlardan yalnız Baykal gölü civarında yaşayan
Buryatların bir kısmı Şamanisttir. Kutup bölgesindeki Şamani halklar Laplar
ve Skoltlar, Yurak-Samoyedler, Yeniseyliler, ren geyiği ile beslenen
Tunguzlar ile at besleyen Tunguzların kuzey kabileleri, Dolganlar,
Yukagirler, Çuvanlar, Çukçlar, Lamutlar ve nihayet kuzeydeki Koryaklardır.
Ayrıca ren geyiği besleyen Eskimolar, Ostyak-Samoyedler, kuzeyde yaşayan
Kazak boyları ve nihayet Amur halkları iler güneyde yaşayan halklar da Şamanist
kültür dairesine girerler. Kuzey Amerika yerli kabileleri, Rusya’da Ural ve
Volga çevresinde yaşayan bazı halklar, güneybatı Kazak boyları, Türkmenler,
Özbekler, Doğu Türkistanlılar, Kırgızlar, Mançular, kuzey Çinliler, Koreliler
ve nihayet Aynular da Şamanlığın etkisi altında kalmışlardır. Amerika’da
(Aleutlar, güney Alaska ve Labrador Eskimoları hariç) birçok Eskimo grupları,
bu arada Grönland Eskimoları da Şamanist sayılırlar.
Sonradan
Müslüman, Budist ya da Hıristiyan olan Türk-Moğol halklarında Şamanizmin
izlerine hala rastlanır. Nitekim, bugün Altay ve Abakan Türkleri ile Yakutlar
ancak resmen Hıristiyan oldukları halde, aslında koyu Şamanisttirler. Bu
arada ülkemizde geçerli kimi halk gelenek ve inanışlarında da Şamanizmin
kalıntılarını görmek olasıdır.
2.
Şamanist Dünya Görüşü
Şamanlığa
bağlı halklar çeşitli din ve kültürlerin etkisi altında kaldıkları için,
Şamanist dünya anlayışını tam ve açık bir biçimde saptamak çok zordur. Şamani
halklar arasında yapılan çeşitli saptama ve gözlemler başta gelmek üzere,
onların inanışını yansıtan efsane, masal ve benzeri gibi yazın ürünleri
hakkındaki tasarımları, hiç değilse ana çizgileri ile kavramaya yarar.
Şamanistler
dünyayı, gök, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere 3 kısma ayırırlar. Altay
Türklerine göre, aydınlık dünyası olan “yukarıdaki dünya”da Ülgen ile ona
bağlı iyi ruhlar bulunur. “Orta dünya”’da insan oğulları yaşar. “Aşağıdaki
dünya” ise, Erlik ile ona bağlı kötü ruhların meskenidir. Yakutlarda da
“görünen ve görünmeyen dünya” buna yakın bir şekilde, “yukarı”, “orta”,
“aşağı” diye üçe ayrılır. Soyotlar bu 3 dünyayı, üstüste 3 büyük tekerlek
halinde düşünürler.
Türk-Moğol
halklarında çeşitli şekilleri ile tanrı kelimesi, eskiden “gök” ve “ilah”
anlamında kullanılmıştır. Bazan “ruh, put, tanrısal güç” anlamlarında da
gelir. Anlaşıldığına göre, Türk-Moğol halklarında başlangıçta doğrudan
doğruya “gök”e tapılmıştır. Bu olasılığı güçlendiren örnekler, onların
komşuları olan Çin, İran ve Fin halklarında da vardır. Nihayet Asya’nın kuzey
bölgesinde bazı halklarda “gök” için kullanılan kelimenin aynı zamanda
“Gök-Tanrı”’yı ifade ettiği görülür. Şamanlığa bağlı bulunan halklarda
Gök-Tanrı, göğin belirli bir katında ve insana benzeyen kişileştirilmiş bir
varlık olarak tasarlandığı için, kavram bakımından herhangi bir karışıklığı
önlemek amacıyla, artık yalnızca “Gök=Tanrı” diye çağrılmayıp, başka başka
adlar ile anılmıştır. Nitekim örneğin Altay Türkleri bu varlığa Ülgen (Ulgen,
Ülgön) “ulu” ya da Bay Ülgen “zengin ulu” adını verirler.
Altay
halklarındaki bir inanışa göre, çeşitli gök ya da gök katları vatdır.
Efsanelerde 3 ya da 9 kat gökten sözedilir. Nitekim bunlarda Kam, ayin
sırasında göğe çıkarken, gök katlarına karşılık oldukları söylenen 7 ya da 9
engel ya da durağı aşmak zorunda kalır. Bu tabaka ya da katların sayısı
çeşitli olup, Radloff’a göre, bazan 17’ye çıkmaktadır. Nihayet Verbitskiy
Altay yöresinde bazı yerlerde 33 gök dairesinden söz edildiğini yazar.
Denildiğine göre, Orta Asya’da gök için yapılan ayin nedeniyle her zaman
kurulan olan çadır, doğrudan doğruya göğü simgeler.
Genellikle
Tanrı ya da en büyük göksel ruh, göğün en üst katında insan şeklinde
tasarlanır. Abakan Türkleri, Gök-Tanrı’nın çadırından bile söz ederler. Altay
Türklerine göre ise, Ülgen altın kapılı bir sarayda, altın bir taht üzerinde
oturur. Gök-tanrı dualarda çeşitli güçleri ve sıfatları ile anılır. Gökte
yaşayan en büyük ruh, insanları, ovaları, çimenleri ve ateş ile yeri, güneşi,
ayı ve yıldızları ile gök kubbeyi yaratan, dünyanın düzenini yönetmek ile
kaderi belirleyen bir varlıktır. Yakutlarla Altay Türklerine göre, insan
oğluna çocuk veren de odur. Gök-tanrı herşeye üstün ve güç sahibi olmakla
birlikte, yalnız iyilik eden bir iyilik tanrısıdır. Diğer taraftan Moğollar,
herşeyi bilen Gök-tanrı’nın, hiddet ve hoşnutsuzluğunu kıtlık ve seller gibi
korkunç doğa olayları ile gösterdiğine inanırlar. Oysa, kuzey Asya halklarına
göre, Gök-tanrı, insanların yaptığı işlerle ilgili değildir. Ülgen için
belirli zamanlarda yapılan ve ilkbahar, yaz ve bazen sonbahara rastlayan
ayinlerde beyaz bir kısrak kesmek gelenektir.
|