Şintozim
Şintoizm: Yaratılış;
-
Japon
yaradılış hikayelerin de; zamanın başlangıcında üç görünmez tanrı vardır. Farklı
anlatımlarda bu üç tanrı ilksel dünyanın gök yer ve yeraltı olabilmektedir.
-
Bu
durumda Japon mitlerinde, ilk belirli tanrılar Kutsal Merkez Efendi, Büyük
Üretici Güç ve İlahi Üretici Güç olarak karşımıza çıkar.
-
Hayat,
işte bu yaratıcı tanrıların yedinci nesilleri, "İzanagi"
("dâvetkar erkek"), ötekinin adı da "İzanami"
("dâvetkar dişi") nin evliliği ile başlar. Japon inanç kökenlerinde
çok sayıda tanrı ve tanrıça ayrıca tanrısal varlıklar ve tanrılaşmış ataları
olan Kami ler vardır. İzanagi ve İzanami’nin kızları olan Ameterasu en çok
bilinen güneş tanrıçasıdır. Japon inanç kökenlerinin Susano-O, Okininushi,
Tsuki-yomi tanrılarının yanında Ameterasu’nun kız kardeşi Wahahiru-me Tanrıçası
da diğer tanrı ve tanrıçalarıdır.
Şinto genellikle "tanrıların
yolu" olarak çevrilmiştir. “Şin” Çin dilinde, tanrı, “ to (tao)” da yol
anlamında kullanılır. Bu iki kelimenin birleşimi olan “Şinto” ise “tanrıların
yolu” demektir. Japoncada “Kami no miçi” şeklinde ifade edilen Şinto terimi,
Japonların eski dini inançlarını Budizmden ayırmak için kullanılmıştır.
Şintoizme Japon Konfuçyanizm'i ve ya Japon Budizm'i de demek yanlış olmaz ! , Japonya'nın
yerli dini olan "Şintoizm" de, tıpkı Sinizm'in Çin'de olduğu gibi,
aslında Animizm'in bir şekliydi. Bazı çevrelerde eskiden kalma bir Totemizm'in
izlerine de rastlanır. Şintoizm'e Çin'den ve Kore'den gelen iki din,
"Konfuçyanizm"le Budizm de katılmıştır.
Şintoizm Japon yerli halkının dinsel inanç
kökeni Totemizm ve Animizm e dayanır
|
|||
Totemizm
|
Animizm
|
Budizm
(Mahayana) |
Taoizm
(Konfüçyanizm) |
Totem,
bazı ilkel klan ve kabilelerden, onların atası sayılan hayvan veya bitkiye
verilen isimdir. Bu totemleri kutsal sayan dini/felsefi görüşe ise Totemizm
denmektedir.
Totemik
kalıntılara bilhassa memleketin ilk sâkinleri olan Aino'larda rastlanır ki
şimdi bunlar Kuzey'deki Hokkaido (yahut Yezo) adasına sürülmüş durumdadırlar.
Aino'ların totem'i ayıdır: Dünyanın en gür sakallı ve kıllı insanlarından
mürekkep olan bu kavim, bir efsaneye göre, bir kadınla bir ayının
birleşmesinden meydana gelmiştir. Başlıca bayramı da ayı bayramıdır:
|
Animizim, Felsefe olarak her nesnenin
bir ruhi varlık veya ruh tarafından yönetildiğini kabul eden sistem olarak
tarif edilebilir. Canlı ve cansız her nesnenin bir ruh taşıdığı, tüm ruhların
bir bütünün parçası olduğu inancıdır. Şintoizm’de "her şeyi yaratan ve
yöneten, her şeyin üzerinde olan, ezeli ve ebedi bir Tanrı" anlayışı
görülmez.
Şintoizm, "Kami" inancı
üzerine inşa edilmiştir. Şintoizm’in kendisi gibi, "Kami" kavramı
da oldukça karmaşık ve tanımı zor bir mefhumdur. Kami, en basit şekliyle
"yüce, yetkin ve ilahi varlık" olarak tanımlanabilir. Evrende her
şey Kamidir veya Kamilik mertebesine erişebilir. Her Kaminin bir işlevi ve
görevi vardır. Evrendeki kusursuz düzen, sonsuz sayıdaki Kamilerin bir arada
yaşamaları ve kendi aralarındaki uyumlu işbirlikleri aracılığıyla gerçekleşmektedir.
|
+
|
+
|
Tarihçe:
Japonya tarihinin en önemli
özelliklerinden biri, oldukça ayrıntılı ve karmaşık dönemlere ayrılmış
olmasıdır. Japonya'da, zamanın imparatorlarının adlarıyla anılan dönemler
olduğu gibi, ülke yönetiminin merkez olduğu şehirlerin adlarıyla anılan
dönemler de vardır.
Çin'de bulunan kayıtların dışında,
günümüze ulaşan en eski belgeler, “Koci-ki” ve “Nihon-şoki (ya da Nihongi)”
adında iki yari-mitolojik tarihi kayıttan ibarettir. Bu belgelerden “Koci-ki”
M.S. 712 yılında, “Nihon-şoki” ise M.S. 720 yılında derlenmiştir. Bu iki
kayıt, M.Ö. 7. Yüzyıl ile M.S. 7. Yüzyıl arasındaki olayları anlatır.
Nihon-şoki'deki kayıtlar, Japonya İmparatorluğu'nun kurucusu ve ilk imparator
Cinmu'nun tahta geçtiği M.Ö. 660 yılından itibaren başlar.
Erken Dönem :Arkeolojik ve tarihi
araştırmalar Japonya adalarındaki en erken topluluğun büyük olasılıkla,
kabile halinde yaşayan ve kökeni kesin olarak bilinmeyen, Ainu’lar olduğunu
gösterir. Ainu kabilelerinin M.Ö. 1-2. Yüzyıllarda tüm Japonya adalarında
yaşadığı tahmin edilir. Ancak daha sonra, Doğu Asya'dan gelen göçmenler ve
istilacıların tüm adaları ele geçirmeye başlamaşıyla birlikte, Ainu'lar
derece derece Honşu'nun kuzey ve güney kısımlarına göç etmeye
zorlanmışlardır. İlk tarihi kayıtlara göre Kyuşu'da egemenlik kuran İmparator
Cinmu, daha sonra topraklarını, Honşu'nun orta kısmındaki Yamato bölgesine
kadar, kuzeye doğru genişletmiştir.
|
Japon toplumunda en etkili olan inanç sistemi, kökeni Hindistan'da bulunan Budizm'dir. Bu din 6.yy.'ın ortalarında Çin ve Kore üzerinden Japonya'ya gelmişti. Budizm, ilk önce Japonya'nın en eski ve yerli dini olan Şintoizm'le çatışır gibi olmuşsa da, bir süre sonra Şintoizm ile Budizm yanyana yaşamaya, hatta birbirleriyle kaynaşmaya başlamıştı. ote yandan 4. yy.'ın sonuyla 5.yy.'ın başında, resim yazısını temel alan Çin yazısının (Kanji) kabulü üzerine, bu vasıtayla Japonya'ya Konfuçyunizm girmişti.
Şintoizm’in bir kurucusu veya
peygamberi ya da belirli bir kutsal kitabı ve de somut bir öğretisi yoktur. En
basit tanımıyla "Japon halkının tarih boyunca geliştirmiş olduğu kendine
özgü dini inanç ve pratiklerin bütünüdür". Japon yaşantısının ve
kültürünün bir parçası olarak doğmuş ve gelişmiştir. Bu yüzden Şintoizm, bir
din olmanın ötesinde kültürel ve milli bir olgudur.
Şintoizm’de, vahye dayalı bir kutsal
kitap anlayışı bulunmaz. Bununla birlikte, başta Kojiki (M.S.712) olmak üzere
bazı kadim metinler, kutsal metin olarak kabul edilmektedir. Japon mitolojisini
işleyen en önemli kaynak olarak, Kojiki’nin Şintoizm içinde özel bir yeri
vardır.
Kojiki, "Kami" inancını da
çeşitli yönleriyle işleyen bir kaynak olmasından dolayı teolojik açıdan çok
önemli bir kaynak addedilmektedir.
Kojiki’de çok sayıda Kami yer alır. Bu Kamiler, bazen kendi aralarında
savaşırlar, bazen işbirliği yaparlar. Bazen ölerek ortadan kaybolurlar, bazen
yeniden dirilirler.
Şinto mabetlerine "Jinja"
adı verilir. Bu mabetlerin Kamilerin ikametgâhları olduğuna inanılır. Tapınaklarda
putlar yoktur. Şinto mabetleri; büyüklükleri ve tarihsel özelliklerine bağlı
olarak farklı ünvanlara sahiptirler. Şintoizm’de Jinja dışında; yol kenarlarına
konulan küçük minyatür tapınaklar (hokora) ve ev gibi kapalı mekânlara konulan
minyatür tapınaklar da (kamidana), Kamilerin ikametgâhları olarak kabul edilirler. Şintoizm’de, din adamlarına
"Kannuşi" adı verilir. Kannuşi’ler, mabetlerde ibadetleri yönetirler
ayrıca mabetlerin çeşitli işlerini üstlenirler. Japonya bugün dahi ibadetgâhlar
ve Şinto tapınakları ile doludur. Rahiplerin bekâr kalmaları mecburi değildir,
hattâ bunlar başka bir zanaat da yapabilirler.
Şintoizm’de düzenli ve zorunlu bir
ibadet kavramı bulunmamaktadır. Japonlar daha çok doğum, evlenme, cenaze, okula
girme, işe girme vb. gibi durumlarla ilişkili olarak, istek veya şükür için
Şinto mabetlerini ziyaret ederek dua ederler. Şintoizm’de zikredilmesi gereken
önemli kavramlar arasında "Kegare" ve "Harae" kavramları
bulunmaktadır. "Kegare" kavramını kirlenme, "Harae"
kavramını arınma, temizlenme şeklinde tercüme etmek mümkündür.
"Harae", önemli Şinto ritüelleri arasında yer alır. Japonlar, belli
dönemlerde Şinto mabetlerine giderek "O-harai" adı verilen arınma
ritüelini uygularlar. Tapınma, çok eski zamanlardan kalma bir takım duaları ya
da büyülü bir takım formülleri ezbere okumaktan ve Tanrılara pirinç, sebze,
yemiş, balık gibi hediyeler sunmaktan ibarettir. Bu ibadette genç kızlar
tarafından yapılan rakslar da vardır ve papazlar gibi genç kızlar da Tanrıya
karşı herhangi bir ahitte bulunmak zorunda değildirler. Bu rakslar Udzume'nin
güneş Tanrıçasının mağarası önünde yapmış olduğu dansları ve ışığın yeryüzüne
dönüşünü anıp kutlamak için yapılır. Büyük dinsel merkez İse'dir ki
Amaterasu'nun en çok gidilen tapınağı burada bulunmaktadır.
Vahyi değil, kişisel deneyime dayalı
olarak içten bir inanç olan Şintoculuğun çatısını kuran başlıca esaslar
şöyle sıralanabilir:
Ruh ölümsüzdür;Şintoizm ruhların ödül
ve cezaları olmadan, daimi olarak yaşadıklarını ilân etmektedir; bu görüş
karşısında Budizm, ruh göçünü kabul etmektedir.
Ölülerin ruhları yaşamayı sürdürür, İnsan
ölünce ruhu Tanrılaşır, Ölü ruhları, yaşayan insanların yaşamına olumlu ve
olumsuz bakımlardan etkili olurlar, Yaşayan insanlar ölü ruhlarıyla etkileşime
girebilirler. Kimi ölü ruhları, çok daha fazla kudret kazanıp, evreni yaratan,
evrene biçim veren Tanrılar haline girerler.
Bir Japon, tanrısal bir güce değil
kendi öz benliğine karşı sorumludur. Geçmiş karma’nın süreci, şimdiki karma’nın
ayrıntıları belirlediğine inanırlar. Yaratılan her şeye karşı saygı, insana,
diğer canlılara ve hatta canlı olmayanlara karşı saygı Şinto inancının temel
prensibidir.
Çok tanrılı olarak politesit bir dindir,
binlerce tanrı var. Japon İmparatorları da bu tanrılardan biriydi.
Ölü ruhlar, yani Karniler de rahat
etmeyi isterler ve bu yalnızca yaşayanlar tarafından sağlanabilirler. Önce
ölüye saygı duymak gerekir. Ölülerin sevgiyle anılmaları, mezarlarına
gereksindikleri şeylerin koyulması onları sevindirir. Mutlu olmanın yolu da
Karnileri hoşnut kılmaktır. Şintoculukta bu dünyadaki yaşamın düzenlenmesi, bireyin
erdemli olması temeldir. Eski atalarına gerekli saygıyı göstermeyen, onların
anısına bağlı kalmayan insan erdemli sayılmaz. Böylece bireyde geçmişine sahip
çıkma, geçmişteki deneyimlerden yararlanma, geçmişle bütünleşme ortaya çıkar.
Böylece Şintoculuktan ortaya çıkan toplumsal gerçeklik, yazılmamış bir yasa
olarak toplumu düzenler. Şintoculuk bu bağlamda insanı kutsal, Tanrısal
davranışlara çeken, insanı Tanrısal yaşamaya yönlendiren bir din olmaktadır.
Atalara duyulan bağlılık, bireye, aileye, topluma, imparatora ve devlete
duyulan bağlılığa kadar uzanmakta, birey bu nedenle toplumu ve devleti için
olduğu kadar kendi onuru için de aynı sevinçle her türlü özveriyi
gösterebilmekte, hatta ölmektedir. Şintoculuk Japonya’da Çin etkisiyle birlikte
giren Konfüçyüs dini ve Kore’den gelen Mahayana Budizmi ile karşılaşmıştır.
Şintoizm de kişinin ahlaki ve erdeme dayalı
tecrübeleri ile bir hayat sürmesi Konfüçyanizmin etkisi altında kaldığını
göstermektedir.
Ölülerin ruhları tanrılaşarak
yaşayanlar arasında dolaşmağa devam ederler; mezarlarında kalırlar, eski
evlerde, kendilerinden sonraki çocuklarının konutlarında kalırlar. Çocukları
ile torunlarının sevinçlerine, kederlerine ortak, onların hal ve gidişlerine
göz-kulak olurlar. Ölerek tabiatüstü bir takım kudretlere sahip olmuşlardır.
XVIII-XIX. yüzyıllarda Şintoizm'in bir yorumcusu olan Hirata'nın da yazdığı
gibi, "bütün ölüler Tanrı haline gelirler." Tabiat olaylarını idare
edenler onlardır: Dünyayı nüfuslandırırlar, tarlaları bereketlendirirler,
mevsimlerin geri gelmelerini sağlarlar, ayrıca afetlerle kıtlıklara da sebep
olurlar. İyilikte olduğu kadar kötülükte de kudretli olduklarından, yaşayanlar
onların anılarını muhafaza edip hediyeler sunarlarsa iyicil, onları unutup
ihmal ederlerse kötücül davranırlar. Mükâfat verdikleri gibi, ceza da verirler. Böylece, ölülerle diriler arasında
karşılıklı bir bağ meydana gelmiş olur. Ölülerin yaşayanlara ihtiyacı vardır.
İlkel inanca göre ölülerin rahatlığı, dirilerin onlara karşı gösterdikleri iyi
bakıma, mezarlarının üzerine koydukları yiyeceklere, içkilere, eşyaya bağlıdır:
Buna göre bir savaşçıya kılıç, bir kadına da ayna vermek gerektir. Sonradan bu
düşünce tinselleşir: Ölüler saygıya, minnete muhtaçtırlar. Yaşayanlar ölülerin
hükmü altındadır: Ölülerin koruması yahut düşman olması yüzünden, yaşayanlar da
mutlu veya mutsuz olurlar. Birçok Kami çeşitleri bu arada
ailenin Kami'leri, köyün Kami'leri, klan'ın Kami'leri; sonra milletin
Kami'leri, yani bilhassa İmparator'un atalarının ruhları vardır; son olarak da
bazı Kami'ler tabiata, göğe, ağaçlara, taşlara, hattâ aletlere ve mutfak
kap-kacağına kadar herşeye can verirler. Japon muhayyilesi dünyayı iyi ya da
kötü ruhlarla doldurmuştur. Görünenle görünmeyen, esrarlı münasebetlerle
birleşmiş haldedirler.
Şintoizm'in yorumcuları kendi
dinlerinde ne ahlâk yasası, ne de "On Buyruk" bulunduğunu, çünkü
Japonların böyle şeye hiçbir zaman ihtiyaçları olmadığını ileri
sürmüşlerdir.(...) Motoori'ye göre, takip edilecek yol olmadığını bilmek,
"Tanrılar Yolu"nu bilmek ve takip etmek demektir. Bir aile ahlâkı vardır. Yunan-İrlanda
aslından olup Japon vatandaşlığına geçen büyük yazar Lafcadio Hearn'e göre -ki
Japon dinleri hakkında ilgi çeken görüşler ileri sürmüştür- "Aile bir
dindir, aile ocağı ise bir tapınaktır." Ataların tabletleri önünde dua
etmek, onlara hediyeler sunmak gerektir. Sonra, Lafcadio Hearn'in yazdığı gibi,
"ölüler geçmişin manevi tecrübesini, yazılı olmayan kanunu temsil
ederler." Namusa, şerefe aykırı bir tutumla onları üzmek, büyük suçtur.
Hirata'ya göre, "ataların hatırasına bağlılık, bütün faziletlerin
kaynağıdır." Ayrıca, "ölülere karşı ödevlerini iyice yerine getiren
insan, yaşayanlara karşı olan ödevlerini de iyice yerine getirecektir.
Çocukların ana-babaya, kadınların erkeklere itaat etmeleri gerektir. Evlenip
çocuk yetiştirerek aileyi idame etmek de ana bir ödevdir; insan erkek bir
çocuğa sahip olmalı, olamazsa böylesini evlât edinmelidir. O da atalara saygı
göstermeğe devam edecektir. Kamun ahlâkı ise klanın atalarına tapınmayı ve
köyün bütün sâkinlerinin birbirleriyle iyi geçinmelerini emreder.
Milli
ahlâk bilhassa ana-babaya saygı ve sevgiyi vatanseverlik ve rejime bağlılık
halinde genişletmiştir. Japon adaları İdzanagi ve İdzanami tarafından
yaratılmıştır; Japonya Tanrılar ülkesidir. Mikado güneş Tanrıçasının soyundan
gelmedir, kral ve başrahiptir, tanrısal nesnenin cisimleşmiş şeklidir. Yakın
zamanlara kadar Mikado'nun fânilerle hiçbir temasta bulunmaması gerekiyordu,
zira bu fâniler tanrısal özle dolu bu varlıkla temastan ıztırap duyabilirlerdi.
Bir Japon bütün hallerde Mikado'nun iradesine itaate mecburdur. Hükümdar ve
millet uğrunda her şeyini, malını mülkünü, hürriyetini, canını, hattâ ailesini
fedaya daima hazır olmak zorundadır.
Ve nihayet, hangileri olursa olsun
bütün Kami'lere saygı göstermiş olmak için, Şintoizm, sâliklerine yüreğini ve
bedenini temiz tutmayı da emretmektedir. Yüreğini temiz tutmak, ruhları hattâ
farkında olmaksızın dahi incitmiş olmaktan ötürü kendi kendine takaza etmek
gerektir. Sonra da en yakın tapınağa, yahut aile ibadetgâhına bedeni temiz
olduğu halde gitmek gerektir. Beden temizliği dinsel bir ödevdir.
Japonya'ya sokulan ilk yabancı din,
"Konfuçyanizm" olmuştur. Bu din Japonya'ya Çin medeniyetinin başka
ürünleriyle birlikte, Hıristiyanlık çağının başlangıcında girmiştir. XVII.
yüzyıla kadar da etkisi ancak aydın bazı çevrelere münhasır bulunmaktaydı.
Konfuçyus'un klâsik eserleri o sırada yayınlanıp geniş ölçüde dağıtıldı; eğitim
üzerinde bunlar büyük bir etki yaptılar. Japon ulusunun çok sevdiği bir ahlâk
kitabı da "Ana-baba sevgisinin yirmi dört örneği" adlı Konfuçyus
efsaneleri dergisidir. Ailevi ve muhafazakâr olan Konfuçyus ahlâkı, Şintoizm'in
aile sevgisi ve geçmişe saygı ilkeleriyle yetiştirdiği Japon ruhuna pek uygun
düşmekteydi.
Son olarak da Japon Budist'leri
dinlerini, kendi ırklarının daha çok iyimser olan mizacına uydurmuşlardır.
Budizm nesnelerle varlıkların geçici olduklarını müşahede ve tespit etmiş, Buda
da evrensel ıztırabın bu geçicilikten doğduğunu ileri sürmüştü. Estetik duygulu
Japon ise, tersine, kâinatın kendi hayranlığına boyuna değişen manzaralar
sunmasından sevinç duymaktadır ki bunlar erik ve kiraz çiçeklerinin gözalıcı
sevimliliği, ay ışığının tatlı parıltıları, isfendan ağaçlarının kızarmış
yapraklarının ihtişamı, karın büyülü güzelliğidir. XVIII. yüzyılda şair İssa
gayet hoş bir haikai'de çok yaygın bir Budizm formülünü ele alıp bundan hiç
beklenmedik bir sonuç çıkarmaktadır (Haikai, on yedi hecelik küçük bir şiirdir.
Yaygın olduğunu söylediğimiz Budizm formülü, bir şebnem âlemi'nden
bahsetmektedir, ki burada şebnem, geçiciliği sembolleştirmektedir):
Bu hayal dünyası ,Bir
hayal dünyasından ibarettir; Ama, yine de!.. Ama yine de bu hayal dünyasında
yaşamak çok tatlı bir şeydir!..
Bu Mahâyâna Budizm'i en mutsuz kimselere Amida'nın Cenneti'nin avutucu ümidini sunmaktadır.
Bu Mahâyâna Budizm'i en mutsuz kimselere Amida'nın Cenneti'nin avutucu ümidini sunmaktadır.
