Sokrates'in Savunmasını Savunmak
Sokrates Atina’ nın tanrılarına inanmamak, yeni tanrıları yüceltmek ve gençlerin ahlakını bozmak suçlamalarıyla yargılanmıştır. Savunması dikkatlice incelendiğinde ve suçlamalar göz önüne alındığında Onun ;
- İnsanların kendi ürettikleri Tanrı figürleri yerine “erdeme ve bilgeliğe” uygun tanrı arayışı
- Toplumsal ve siyasal erklerin, erdemler ve bilgelik çerçevesinde olmayışına
- Popüler olana değil, kalıcı değerlere olan ilgisi nedeni ile yargılandığı görülecektir.
Onu yargılayanlara göre Sokrates suçludur, çünkü gençliği yozlaştırmak ve devletin inandığı tanrılara değil, bunların yerine başka tinsel varlıklara inandığı öne sürülür.
Sokrates’in Savunması batı medeniyetinin temel taşlarından biridir ancak bu bizzat Sokrates’in kendi yazdığı bir eseri değildir. İki öğrencisinin ( Platon, Xenophon) yazmış olduğu savunma metinlerinde öz itibari ile bir fark bulunmasa da içerik itibari ile yer yer farklılıklar arz eder. Sokrates’in en tanınmış ve etkisi en büyük olmuş öğrencisi olan Platon’un, hocasına karşı duyduğu derin sevgi ve saygı, eserlerinde oldukça belirgin bir şekilde etkisini hissettirmektedir. Sokrates ile ilgili olarak en önemli ve en güvenilir kaynak, kuşkusuz Platon’dur. Ancak, zaman zaman bazı yorumcular tarafından dile getirildiği üzere, Platon’un da, kimi zaman sevgisi, kimi zaman edebi yönünün ön plana çıkması, kimi zaman ise kendi düşünsel eğilim ve ilgilerinin ağır basması türünden nedenlerle, Sokrates’i açıkladığı kadar, onu zaman zaman perdelemiş olabileceği de gözlerden uzak tutulmaması gereken önemli bir husustur.
Sokrates’in yargılandığı günler, Atina yöneticileri için hiç de kolay bir zaman dilimi değildi. Şehrin, Yunan şehir devletleri içindeki merkezi yerini yavaş yavaş kaybettiği görülür ve iktidarı elinde bulunduranlar siyasal güçlerini kaybetmekle karşı karşıyaydılar. Ayrıca uzun süren savaşların iktisadi hayatı derinden sarstığı, Atina halkının da buna sert tepkiler verdiğini tahayyül etmek pekte zor değildi.
Atina’nın bu durumuna karşılık karşı kıyıda önemli hareketlilikler vardı. Ege kıyılarında sofistlerin başlattığı yeni felsefe akımı hızla toplumun düşünce kanallarından akmaya başlamıştı. Bu yeni felsefe hiçbir genel geçer kaide olamayacağını ileri süren, her şeyin göreceli olduğunu, gerçeğin kişiden kişiye değişebileceğini söyleyen bütünüyle öznel bir felsefeydi. Bu göreceli hakikat meselesi yasalara kadar uzandığından yürürlükte olan tüm yasaları eleştirme hakkını kendinde görüyordu.
Bunun Atina yöneticileri üzerinde korku yarattığını farz etmek zor olmasa gerekti.
Bu bağlamda bakıldığında Atina statükoyu temsil eden taraftı ve çevrenin yeni söylemlerle merkeze doğru yürüyüşüne engel olmak istiyordu. Atina’nın katılaşmış toplumsal yapısını şuradan da görmek mümkün; karşı kıyıda Milet okuluna mensup doğa filozofları dünyayı başka türlü yorumlamaya başlayıp antik yunan dünyasının bilinen dini inanışlarını yıkarken Atina hala mistik-dinsel inançlarına sıkı sıkıya bağlanmış durumdaydı ve aslında Sokrates’ in mahkemeye çıkarılmasında dava nedeni olarak yazılan mesele de tam olarak budur. Yani Atina, batı Anadolu kıyılarında ve Sicilya’da başlayan ve temeline aklı alan yunan aydınlanmasından uzak kalmış ve bir anlamda da statükonun koruyucu rolüne bürünmüştür. Bu aslında statüko ve yenilikçilik savaşıdır ve tarihin hiçbir dönemi bu savaşın dışında kalmamıştır.
Platon un yazmış olduğu Sokrates’ in Savunması eserindeki içerik yukarıda da bahsi geçen siyasi ve sosyal durum göz önünde bulundurulduğunda ortaya çıkan temel fikir ayrılığı öz itibari ile yozlaşmış Tanrı inancıdır. Onu yargılayanlara göre; kendi statülerinin devamını sağlayan Tanrılar yerine Sokrates‘ in savunduğu bilgeliğe ve erdeme hitap eden her fikir tanrılaştırılmıştır. Kendi tanrıları dışında tanrılar icat edilmekteydi. Oysa Sokrates’ e göre; tüm bilgelik ve erdem tek bir Tanrı da toplanmıştır. “Ayrılma saati geldi, ve kendi yollarımıza gidiyoruz—ben ölmeye, siz yaşamaya. Hangisinin daha iyi olduğunu yalnızca Tanrı bilir.”
Bu tip siyasi dönemlerde ses getirecek önemli şahsiyetlerin yargılanması semboliktir. Sokrates Atina şehir devletinin en tanınan simalarından biriydi. Yüksek mevkilere gelen birçok kişinin onun sohbetlerinden geçtiğini Platon’un diyaloglarından anlayabiliyoruz. Bu bakımdan Sokrates’i bir sembol olarak kullanan statüko aslında bir bakıma da tarihin ilk politik davalarından birine imza atmıştır.
Sokrates dava metninde idam cezası istemiyle yargılanır. Demek ki Atina şehri için sembol “günah keçisidir”. Diyalogun içinde şöyle der Sokrates: ‘…beni düşüncesizce ölüme mahkûm edeceksiniz; o zaman tanrı sizler için endişelenip bir başkasını yollamazsa muhakkak ki hayatınızın geri kalanını uykuda geçireceksiniz demektir.’ Bu sözlerin ardından anlamamız gereken şey; bir birey olarak Sokrates’in ölümünden öte, bir toplum için erdeme dayalı değerlerin ve felsefesinin ölümünün yol açacağı kaygısıdır. Toplumsal arka plan, geleneği kurtarmak adına yeniliğe savaş açarken düşman olarak kendine felsefeyi seçtiğinde ortaya çıkacak derin sessizliğe işaret etmektedir.
Sokrates’ in savunduğu değerler ve ona karşı çıkan mevcut durum aslında Tanrı kaynaklı vahiy toplumlarının zamanla değişim ve dejenerasyona uğrama sonucu ortaya çıkan bir durumun ta kendisidir. Sokrates elinde derme çatma ancak erdem ve bilgeliğe dayanan değerleri savunmanın bir vicdan sorumluluğunu yerine getirmektedir. Kullandığı araç “Felsefe” dir. Savunduğu değerler her ne kadar doğru da olsa kullandığı araç aynı zamanda karşısında kendisini yargılayanlarında kullandığı bir araç olmuş, ortaya çıkan bu yargılama ve savunma bir mantık savaşına dönüşmüştür.
Sokrates, Hegel’ in diyalektiğinde, hiçliğin kendini kavradığı ana tekabül eder. Hiçlik kendini kavradığı an varlığa dönüşür ve diyalektik hareket başlar. Sokrates de, bunun gibi bilgisizlik alanındadır önce. Bu bilgisizlik ‘hiçlik’ tir. Hiçlikteki varlığı fark ediş, yani bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir önermesindeki bilgisizliğin bir bilgi üretmesi, kendisini kavramasıdır. Dolayısıyla Parmenides’ in varlık ve hiçliğe dair antik yunan dünyasında geçerli olan önermesi yıkılır artık. ‘Varlık vardır yokluk yoktur’ derken mutlak bir durgunluktan söz eder Parmendies. Hâlbuki bu diyalektik bize gösterir ki, yokluk varlıkla, varlık da yoklukla iç içedir. Bilgisizlikten bilgiye geçiş, Parmenides’ in evreninde, ne yazık ki mümkün değildi. Fakat Sokrates’in bilgisizliği bilgiyi doğuran ana nedendir. Bir bakıma, her şeyden önce Tanrısal söz vardır diyen İncil gibi, Sokrates’te de önce bilgisizlik vardı ve bu bilgisizlik kendini kavrayarak bilgiye dönüştü.
Sokrates kendini neden bu şekilde savundu? olası iki cevap öne sürebiliriz;
- Sokrates bir ‘bilici’ değildi. Bilgeliğini bilgisizliğinin farkındalığından alan bir bilgeydi ve bu yönüyle de bilgin olmaktan öte bir mantıkçıydı.
- Ya da Sokrates Delfi tapınağında kâhinin sözlerinin yüce anlamını kavramıştı ve bilgeliğin sadece Tanrıya mümkün olduğunu düşünerek Savunma ve hatta hayatı boyunca bilgisizlik alanında kaldı.
Çıkar ve menfaatlerin bir devlet erk i haline gelmesi Sokrates’ in mücadelesinin bilgelik öncesinde kalışı, mücadelesinin ölümle neticelenmesinde önemli bir faktördür. Onu yargılayanlar kendi statükolarının ellerinden kayıp gideceği korku ve kaygısı ile acımasızca yeri geldiğinde yalanlar ve mesnetsiz suçlar ile itham etmişlerdir.
Sokrates bir ruhtur ve tarih bu ruhu her çağ a taşımıştır. Bilgelik ve erdem talebi yeryüzünde hiçbir zaman tükenmemiştir. İnsanlık, menfaat ve çıkarlarını statükoya dönüştürüp bunu bir devlet erk i haline getirdikçe “Sokrat Ruhu” ister istemez kendi çağında bu duruşun karşısına çıkmaktadır. Bu hayatın doğal bir talebi ve sonucudur. Sokrates’e göre ölüm bir ceza değildir, sadece bir yolculuktur. Ayrıca öteki dünyada soru sormak yüzünden mahkûm edilme tehlikesi de yoktur. Atinalılardan son bir şey diler; Çocuklar, erdemden ve doğruluktan ayrılırsa kendisinin Atinalılara gösterdiği gibi onlara yol göstermelerini, kendilerine fazla değer verir ve bu dünyada bir hiç olduklarını unuturlarsa onları azarlamalarını ister Atinalılardan.
Sokrates’ in ölüm kararını bilerek yaptığı savunma anlamlılık kazanır, son ifadelerinden biri çok çarpıcıdır: “Ve şimdi çekip gidiyoruz artık. Ben sizlerce ölüm cezasına çarptırılarak, sizler ise doğruluk tarafından alçaklık ve adaletsizlikten suçlu bulunarak.” Bu sözler ile Sokrates cezayı veren ile alanı tersyüz eder. Kendisi onlar tarafından cezalandırılmıştır; dolayısıyla ölçüt sadece onlardır. Ölüm bir cezadır bu ölçüte göre ama Sokrates ölümün cezaya nazaran bir ödül olduğunu zaten göstermişti. Sokrates kişisel ölçütlerin çok ötesindedir, o evrensele ulaşmıştır ve evrensele dayanarak asıl hükmü bildirir: “sizler ise doğruluk tarafından alçaklık ve adaletsizlikten suçlu bulundunuz.”
Sokrates’in ölçütü doğruluktur. O yargılayana ve yargılanana göre değişmeyen evrensel bir yargıdır. Bu doğruluk karşısında, cezayı verenler ona ihanet emekten suçlu bulunmuştur. Söz konusu hükmün hemen ardından Savunma’ nın, nihai cümlesini söyler Sokrates: “Ve ben, aynen sizler gibi, ama farklı nedenlerle bu hükümden memnunum. Bu böyle sonuçlanmalıydı ve böylesinin iyi olduğuna inanıyorum.” Sokrates ölümü bir zafer olarak karşılar, savunması başarıya ulaşmıştır. Onu suçlayanlar ise evrensel kaideler önünde ve tarih sahnesinde daimi olarak suçlu bulunmuşlardır.
Sokrates mevcut durum karşısında kendisinden istenen tavrı göstermiş olsa, statükoya yaklaşsa ve daha yumuşak bir ton ve üslup kullansa belki de ölüm ile cezalandırılmayacaktı. Ancak sonuçlarının farkındalığı ile Sokrates bile bile intihar etmiştir, ölümü bir zafere dönüştürebilmiş ve ölüm bilinmezliğini savunmasında sık sık dile getirmesi ile bu bilinmezlikle barışıklığını ispatlamıştır. Savunmasının karşılığında ona böyle bir ceza verilmesinin ironisini yüzlerine haykırmıştır. Onu yargılayanlar evrensel erdemler karşısında suçlu bulunmuş Sokrates özgürleşmiştir. "Eğer" leri sorgulayan ve tartışan kimliği ile ”Değer” lerini ortaya koyarak ”Diğer” lerinden ayrılmıştır; Bize , ”İyiki” leri bir cebimize ”Keşke” leri öbür cebimize koymak kalmıştır...