Mevleviliğin Ateşle Dansı
İster Enkarnasyon (Allah' ın İnsan Bedeni ile bedenlenmesi)
ister Reenkarnasyon (İnsanın Allah' ın varlığıyla bütünleşmesi) olsun son hedefte kendilerinin 'Allah' oldukları iddiası tüm Tasavvuf ekolünün önde gelenlerinin ortak iddiasıdır. Dolaylı yollardan, bir çok kelime oyunu ile biraz da İslam katılarak halka anlatılmaya çalışılan bu inanç biçimi Mecusi din geleneği kökenli bir inanç biçimidir.
Hulul, Vahdet i Vucud yada doğu mistisizminde nirvana yada farklı isimlendirilen, insanın tanrı ile birleşmesi, tanrıda yok olması yada tanrının insan bedeni ile bedenlenmesi kültü alabildiğine yaygın ve zengin bir edebiyat ve söylencenin gelişmesine de neden olmuştur. İnsanın dünya hayatının sonu ile başlayan ebedi hayatın nasıl şekilleneceği ile ilgili tüm tasavvurlar, beraberinde tasavvufun bugün ki şekillenmesinde önemli bir etkendir. İnsanların bilmedikleri ve tahayyül edemedikleri bir dünya ile ilgili söylenen her söz çekici ve alabildiğine caziptir. Bu nedenle Tanrı ile bütünleşme yanılgısı Vahyi hiç bir kaynakta söz edilmez iken, Müslümanlar arasında yaygınlaşmasının bu kadar hızlı ve etkin olması, tasavvufun bu konuda sınırsız bir hayal dünyasının olmasına ve işlediği konuların gaybi olmasına bağlanmalıdır.
Mecusilik kökenli inanışlarda, Ateş in Ahura Mazda' nın oğlu yada kendisini temsil ettiğini bilmeyenler, Pervanenin niçin onda yok olduğunu anlayamazlar. Sünnetullah a uygun olan bir doğa olayının, çarpık bir inanç biçimine temel yapılıp sembolleştirilmesi her zaman yapageldikleri bir yöntemdir. Aşk ve Ateş her zaman bu inanış biçiminde TANRI dır. Bu konuda yazılmış tüm söylence,destan, öykü, masal, edebi eser ve şiirlerin kökeninde bu vardır. Bu yok olmanın hiç bir vicdan ve akıl sahibi gerekçelendiremez iken tasavvuf bu konuda alabildiğine sınırsız ve özgür teoriler üretir. Tasavvuf un bu kadar zengin oluşunun bir diğer nedeni de budur.
AŞK yada ATEŞ, Tanrı ile bütünleşme aracıdır. Çünkü AŞK ve ATEŞ tanrının bizzat kendi sembolüdür. Tanrı ile bütünleşmeye kimi zaman AŞK-MEŞK kimi zaman ATEŞ-PERVANE olarak rastlarsınız. Bu inanışın insanlaştırılmış örnekleri, inancın daha kolay anlaşılabilir olması için yaygınlaştırılmıştır. Biz genelde onları efsanevi, dilden dile doşalan aşk hikayeleri olarak biliriz ancak hiç biri yaşanmamıştır. Örneğin;
Leyla ile Mecnun,
Kerem ile Aslı,
Asuman ile Zeycan,
Ferhat ile Şirin,
Tahir ile Zühre,
Kamber ile Arzu,
Emrah ile Selvihan,
Hurşid ü Ferahşad,
Hurşid ile Mahmihri,
Mahmut ile Elif,
Vamık u Azra,
Yusuf ile Züleyha,
gibi daha bir çok eski fars kökenli halk söylencelerin deki destansı aşk hikayelerindeki DİŞİL SEMBOL TANRIDIR.
Bu hikayelerin asıl amacı Mecusilik din geleneğindeki Hulul inancının avama anlaşılır kılınması için anlatılan öykülerdir.
Oysaki Aşk, Akıl tutulmasıdır, duygunun düşüncenin önüne geçmesidir. Aşk ta Maşukta yok olmak vardır, Ateş e pervane olmak vardır bu nedenle yolunu kaybetmiş her pervanenin ateşte son bulması kaçınılmaz bir sondur. .
Cennetin ve Cehennem in olmadığı bu inanışın tüm ölüleri, yeryüzünde her haltı işleseler de Tanrı ile bütünleşirler ve
insan bedeninin ölmesi sonucu sahibine teslimiyeti aslında tasavvuf ekolünde çığırından çıkarılıp kepazeliğe dönüştürülür.
Aşağıdaki satırlar http://www.mevlana.com/tr/seb-i-arus/ sitesinden hiçbir değişiklik yapılmadan alıntılanmıştır;
" Mevlânâ’nın ölüm gününün hatırası olarak yapılan merasim hakkında kullanılan bir tabir. İkindi vaktinden sonra Kur’an okumak ve Aynü’l-Cem’ yapılmak sûretiyle icra edilen bu merasimin gecesine aynı zamanda “Leyletü’l-Arûs” da denilir. Şeb, Farsça; Leyle, Arapça “gece” demek olduğu için tabirlerin ikisi de aynı manâya delâlet etmektedir.
Mevlânâ Celaleddin ölüm gününü “Hakk’a vuslat”, “Düğün günü” saymıştır (Hilmi Yücebaş, Edebiyatımızda Mevlânâ, (Konya İl Yıllığı), Konya 1973, 30)
Bilindiği gibi, Mevlâna (hicrî 672) miladî 17 Aralık 1273'de Pazar günü akşam üstü güneş gözden kaybolup, Konya ufuklarını kızıla boyarken bu âlemden can ve bekâ âlemine göç etmiştir. Mevlânâ ölümünü gerdek gecesi “Şeb-i Arûs” “Sevgiliye kavuşma” günü olarak kabullenmişti. Şeb-i Arûs, fedakârlıkla başlar, ölüm boyunca devam eder, öbür âleme kavuşmakla tamamlanır. "
İçinde İslam i izler taşıması (örneğin lafız olarak Kur-an okunması, dua edilmesi v.b) bu ekolün en çok yaptığı hilelerden biridir ve genelde "içinde hiç mi İslam yok" itirazları ile karşılaşmanız için kurulan bir tuzaktır. Tarihsel süreçler her zaman göstermiştir ki; İslam, içinde daima kendisine ait izler taşımış ancak batıl Hakk a bulaştırılarak tahrif edilmiştir. İslam a benzemesine rağmen asla kendisi olmamıştır. Risalet kurumunun sürekli işletilmesi de bu yüzdendir. Fatiha da söz edilen sapmanın olması için, önce doğru bir menzil üzerinde olunması gerekir ki ancak o zaman sapma yaşanabilsin.
Şeb-i Arus, bir çok sözlük ve terim manası olarak Vuslat (Kavuşma) gecesi olarak tarif edilse de , yukarıda örnekte görüldüğü üzere Türkçe lügat manası 'Düğün Gecesi' demektir. Son zamanlarda bu tarif çekinilmeden kullanılmaktdır. Düğün Gecesi adı verilen bu kepazeliğin damadı Celaleddin i Rumi ise Gelini kim sorusu cevap bulmayan sorulardan birisidir. Bu mekanizma zihin olarak mecusi kökenini sürekli gizler ve "öyle denmek istenmiyor, böyle denmek isteniyor " diyerek türlü benzetmeler, masallar anlatarak asıl niyetini asla belli etmez. Mevlevilerin sürekli cevaplamaktan kaçındıkları, ve türlü benzetmeler yaparak geçiştirdikleri bu gösterilerin İslam ile yakından uzaktan ilgisi yoktur.
Temiz vicdan sahibi bir Müslümanın kabul edemeyeceği baştan aşağıya KEPAZELİK olan bu ritüel her yıl Aralık ayında kutsal beldelerinde tekrar ediliyor. Mecusilik, Anadolu nun bağrında Müslümanlara rağmen bir dünya sevgi DİNİ inşa ediyor. İçinde İslam izler taşıyan ancak İslam olmayan bu inancın mensupları kendilerini öylesine geniş bir mezhebe atfederler ki, Cennet ve Cehennem in olmadığı bir dünya algısı, her türlü kepazeliğe yol veren bir dünya algısı oluşmasına fırsat verir farkında değiller. Sınırsız af ve hoşgörü bu düşüncenin en temel benimsediği dinamiğidir. Birbirini besleyen bu düşüncede, kötülük iyiliğin bizzatihi doğal sonucudur, çünkü kötünün cezası yoktur.