Arabesk Müslümanlık!
Din, bir mücadele biçiminden ziyade formel olarak Tanrı ile İnsan arasındaki ilişkilerin düzenlenmesi şeklinde anlaşılınca, "Din yalnızca Tanrıyı memnun etme vecibeleri" ne dönüşür. Tanrıyı memnun etmek uğruna çoğu zaman bir başka insanın hayatı heder edilebilir. İnsanların üzerinde yükselerek Tanrıya ulaşılma vehameti çokça karşımıza çıkabilir. Oysa Allah; "Kestiğiniz kurbanların kanı ve eti bana ulaşmaz" derken tam da bu durumun vehametine işaret eder. Din insan ile insan arasındaki ilişkileri düzenler. Zira Allah'ın kendi bir din ihtiyacında asla olamaz.
Din'in yukarıdaki çerçevede anlaşılmasında en önemli unsur onun hayatın sorunlarından kaçıp sığınılan bir liman olmasını sağlayan bazı düşünce ve ekollerinin varlığıdır. Hayatın içinde barındığı bir çok sorunu kadere ve felek çemberine hapseden bu düşüncede insan bu dünya zindanında mahkum gibidir. Şimdi gelin işte bu arabesk dinden kimin faydalandığına bir bakalım. Birinci sırada değişmez bir mihenk olarak İKTİDAR var. İktidar tebaasının arebesk çalıp söylemesinden gayet memnun olur zira insanlık tarihinin bir diğer adı bana kalırsa "İnsanlığın Arabesk Tarihi" dir. Bir diğeri de kaçınılmaz olarak bu değirmene su taşıyan her türlü İslam Dışı boş inanç olan düşünce ve ekollerdir. Somut örneğini şöyle ön plana çıkaralım ve en çok bildiğimiz Anadolu topraklarının biraz geçmişine gidelim. Bu tablo tüm uygarlıkların motamot bir kopyasıdır.
Mutasavvıflara ve ulemaya karsı eskiden beri büyük bir hürmet ve iltifat gösteren Selçuklu
hükümdarları, aynı şekilde, Anadolu’ya gelen bu dervişlere de sahip çıktılar. Osmanlının
kuruluşu öncesinde Anadolu’da faaliyet gösteren mutasavvıflar arasında;
Konya’da vahdet-ivücud düşüncesini sistemleştiren Muhyiddin b. Arabi (ö. 638/1241),
onun görüslerini genis çevreye yayan talebesi Sadreddin Konevi (ö. 673/1274),
Füsusü’l-hikem’in ilk sarihi Müeyyidüddin Cendi (ö. 691/1292[?]),
vahdet-i vücud düsüncesinin önemli temsilcilerinden Saidüddin Fergani (ö. 699/1300),
Mevleviyye’nin piri Mevlana Celaleddin Rûmi (ö. 672/1273)
Sühreverdiyye’den Evhadüddin Kirmani (ö. 634/1237) gibi önemli sahsiyetler,
Kayseri ve Sivas’ta Kübreviyye ricalinden Mirsadü’l-ibad sahibi Şeyh Necmeddin Daye (ö. 654/1256),
Tokat’ta Lemeat sahibi Fahreddin Iraki (ö. 688 veya 709/1309-10), Kırşehir ve dolaylarında Hacı
Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi önemli zevat bulunmaktaydı.
Bir uygarlık kurulduğunda Medeniyete adım atıp atamayacağı üzerinde yükseldiği toprakların verimliliğine bakılarak değerlendirilmelidir. Bu toprakların İslamiliği değerlendirilecek ise yukarıda listelenen öz geçmiş dikkate alınmadan da değerlendirilmemelidir. Zira Uygarlıklar kurabilirsiniz ancak Allah, İnsanlığın bir MEDENİYET kurmasını ister. Uygarlık ile Medeniyet arasında büyük bir fark vardır. Uygarlık İktidar temelli, Medeniyet İnsan merkezlidir. Ayrıca Uygarlık insan emeğini zayi etmede daha dikkatsiz ancak Medeniyet insan emeğini merkeze alır ve yüceltir. Bu çerçevede Bu topraklar da diğer coğrafyalarda olduğu gibi bir çok uygarlık kurmuş olmasına rağmen Medeniyet kuramamıştır. Zaten İslam bir Medeniyet nihaisi değil bu uğurdaki mücadelenin adıdır. Kominizm'in çalıp kendine uyarladığı UTOPIA işte bizim bu Medeniyetimizdir. İslam da Kurdun ya da kuramadına bakılmaz bunun için ne gibi çaba harcadığına bakılır. Çünkü bu hedefe odaklanmanın manifestosu Fatiha da "BİZİ YOLDA TUT, YOLDAN ÇIKANLARA YOLDAŞ EYLEME" niyazıdır. Rabbim kabul buyursun.
Din'in yukarıdaki çerçevede anlaşılmasında en önemli unsur onun hayatın sorunlarından kaçıp sığınılan bir liman olmasını sağlayan bazı düşünce ve ekollerinin varlığıdır. Hayatın içinde barındığı bir çok sorunu kadere ve felek çemberine hapseden bu düşüncede insan bu dünya zindanında mahkum gibidir. Şimdi gelin işte bu arabesk dinden kimin faydalandığına bir bakalım. Birinci sırada değişmez bir mihenk olarak İKTİDAR var. İktidar tebaasının arebesk çalıp söylemesinden gayet memnun olur zira insanlık tarihinin bir diğer adı bana kalırsa "İnsanlığın Arabesk Tarihi" dir. Bir diğeri de kaçınılmaz olarak bu değirmene su taşıyan her türlü İslam Dışı boş inanç olan düşünce ve ekollerdir. Somut örneğini şöyle ön plana çıkaralım ve en çok bildiğimiz Anadolu topraklarının biraz geçmişine gidelim. Bu tablo tüm uygarlıkların motamot bir kopyasıdır.
Mutasavvıflara ve ulemaya karsı eskiden beri büyük bir hürmet ve iltifat gösteren Selçuklu
hükümdarları, aynı şekilde, Anadolu’ya gelen bu dervişlere de sahip çıktılar. Osmanlının
kuruluşu öncesinde Anadolu’da faaliyet gösteren mutasavvıflar arasında;
Konya’da vahdet-ivücud düşüncesini sistemleştiren Muhyiddin b. Arabi (ö. 638/1241),
onun görüslerini genis çevreye yayan talebesi Sadreddin Konevi (ö. 673/1274),
Füsusü’l-hikem’in ilk sarihi Müeyyidüddin Cendi (ö. 691/1292[?]),
vahdet-i vücud düsüncesinin önemli temsilcilerinden Saidüddin Fergani (ö. 699/1300),
Mevleviyye’nin piri Mevlana Celaleddin Rûmi (ö. 672/1273)
Sühreverdiyye’den Evhadüddin Kirmani (ö. 634/1237) gibi önemli sahsiyetler,
Kayseri ve Sivas’ta Kübreviyye ricalinden Mirsadü’l-ibad sahibi Şeyh Necmeddin Daye (ö. 654/1256),
Tokat’ta Lemeat sahibi Fahreddin Iraki (ö. 688 veya 709/1309-10), Kırşehir ve dolaylarında Hacı
Bektaş-ı Veli ve Yunus Emre gibi önemli zevat bulunmaktaydı.
Bir uygarlık kurulduğunda Medeniyete adım atıp atamayacağı üzerinde yükseldiği toprakların verimliliğine bakılarak değerlendirilmelidir. Bu toprakların İslamiliği değerlendirilecek ise yukarıda listelenen öz geçmiş dikkate alınmadan da değerlendirilmemelidir. Zira Uygarlıklar kurabilirsiniz ancak Allah, İnsanlığın bir MEDENİYET kurmasını ister. Uygarlık ile Medeniyet arasında büyük bir fark vardır. Uygarlık İktidar temelli, Medeniyet İnsan merkezlidir. Ayrıca Uygarlık insan emeğini zayi etmede daha dikkatsiz ancak Medeniyet insan emeğini merkeze alır ve yüceltir. Bu çerçevede Bu topraklar da diğer coğrafyalarda olduğu gibi bir çok uygarlık kurmuş olmasına rağmen Medeniyet kuramamıştır. Zaten İslam bir Medeniyet nihaisi değil bu uğurdaki mücadelenin adıdır. Kominizm'in çalıp kendine uyarladığı UTOPIA işte bizim bu Medeniyetimizdir. İslam da Kurdun ya da kuramadına bakılmaz bunun için ne gibi çaba harcadığına bakılır. Çünkü bu hedefe odaklanmanın manifestosu Fatiha da "BİZİ YOLDA TUT, YOLDAN ÇIKANLARA YOLDAŞ EYLEME" niyazıdır. Rabbim kabul buyursun.