Kültür Hapishanesinden Din'e Kaçış
Kültür Hapisanesinden Din Özgürlüğüne Kaçış
Bir toplumdan her şeyi çıkardığınızda geriye kalan şeydir özetle kültür. Toplumun özgünlüğü ve ayırt edicisidir. Bir toplumun kült haline getirdiği fenomenlerinin toplamıdır da denilebilir. İnsan doğar doğmaz kendini bir kültürün içinde bulur ve o kültürün ürünü kullanılan dilin, coğrafyanın, etnisitenin mahpusu olarak hayat sürer, o kültürün gereği gibi düşünür ve yaşar. Bu bakımdan kültürel çerçeve insanın toplumsal davranış ve düşünce biçimini derinden etkiler. Kültürel dinamikler dışında düşünmek ya da farklı davranışlar sergilemek çok az insanın ortaya koyabileceği bir davranış biçimidir. İnsan gelenek, görenek ve geçmişten gelen inanç ve davranış biçimleri kalıplarına karşı çıkmayı ya da onlara karşı durmayı çoğu zaman evrensel kabul görmüş ilkelere dayandırmaz ise o toplum tarafından dışlanır, aykırı bulunularak yalnızlaştırılır. Aynı toplum ahlak, vicdan, hukuk normlarından ne kadar uzaklaşır ise tarihsel süreçte yok olup gider.
Evrensel kabul görmüş ilkelerin kuşatıcılığında barınmayan bir insan, kendi kültürel çerçevesi dışındaki dünyayı çoğu zaman yerel mahpushanesinin zindanlarından bakarak anlayamaz ya da yeterince kavrayamaz. Bu durumun sürdürülmesinde çoğu zaman kültürü, dini, coğrafi etnisiteyi tekelinde bir baskı ve güdüleme aracı olarak kullanan ruhbanlar ve siyasilerin olması, aynı zamanda bir kontrol mekanizması olarak kullanması da bir etkendir.
Otoriter yönlendirici olan bu ikililer, bir toplumun var oluş ve yok oluş sürecinin seyrini doğrudan etkilerler. İnsanlık tarihi kültürel yozlaşma, dinin kurumsallaşarak donuklaşması, ahlak ve vicdan normlarının bozulması durumunda yeryüzü bir çatışma alanına dönüşür. İnsanlığa rehberlik eden vahiy bu durumun hiç değişmediğini bildirerek kültürün, geleneğin, dinin bireyin mahpusluğu özelinde insana bir zulüm ve baskı aracına dönüştürüldüğünün örnekleriyle doludur. Vahiy, insanın ve insana bağlı değişimler neticesinde toplumların kurtuluş reçeteleri olması bakımından bu dinamikleri değiştirebilen tek güçtür.
Her dilin ve kültürün, nesneler dünyasına bir bakışı, kavrayışı, kategorileri ve yönelişi vardır ve bu bakış tarihsel bir süreç olarak kavrandığında oldukça dinamiktir. Vahiy her toplumun bu kendi dinamikliği içinde insanın mahpusluğuna son vermek, evrensel hakikatleri ve insana yakışan erdemli davranışları hatırlatmak için gönderilmiştir. Allah'ın gündemini daima bu çerçeve oluşturur. Din bu çerçevenin dışındaki amaçlar için kullanırsa ve sosyal hayata müdahale etmezse artık o din "Ağızda çiğnenen sakız gibidir. Hele hele felsefe ve tasavvuf bulaşırsa; "saça yapışan sakız gibidir"
Örneğin;
Arap geleneğinde cariyelik, kölelik, çok eşlilik ve kadına mirastan hiç pay verilmemesi bir kötü bir gelenekti. Geçmişten gelen kültürel bir mirastı ve bir süre artık bunun Vicdani, ahlaki boyutları sorgulanmaz olmuştu.
İslam vahiy ile tedricen bu "HİÇ" ve ya "Kadın" özelinde değersizliği en azından üzerinde konuşulabilen bir orana yaklaştırdı. Tarihsel süreçte insana düşen ise kadına hak ettiğini vermek,
Köleleri özgürleştirmek,
Cariyeliği kaldırmak,
Yetimlerin mallarını kurnazlıkla kendi malına katmamak ve bu hileyi çok eşliliği bir paravan olarak kullanmamak olmalıydı. Çok eşliliği tek eşliliğe dönüştürmeliydi.
Bizim İnsan ırkı olarak dinden anladığımız tüm yeryüzünde ve tüm kültürel geçmişlerde İLK olanın SON/NİHAİ olan biçiminde anlaşılması olarak sonlanmıştır. Oysa DİN somutlaşmaması,donuklaşmaması ve sürekli dinamik olarak kültür ile uyumlu olarak İnsanlığa yön vermesi gerekirdi. İnsan dini sahiplenmiş bir araç olmaktan çıkarıp amaçsallaştırmıştır. İnsanlık dinin tedrici ıslah, toplumsal değişim ve dönüşüm, adalet ve hukuk mekanizması garantörlüğünü yeryüzünden muhkem kalıcı hale getirememiştir. Din çeşitliğinin başlıca sebebi de budur. İnsanlık bu konuda daima sınıfta kalmıştır.
Bir toplumdan her şeyi çıkardığınızda geriye kalan şeydir özetle kültür. Toplumun özgünlüğü ve ayırt edicisidir. Bir toplumun kült haline getirdiği fenomenlerinin toplamıdır da denilebilir. İnsan doğar doğmaz kendini bir kültürün içinde bulur ve o kültürün ürünü kullanılan dilin, coğrafyanın, etnisitenin mahpusu olarak hayat sürer, o kültürün gereği gibi düşünür ve yaşar. Bu bakımdan kültürel çerçeve insanın toplumsal davranış ve düşünce biçimini derinden etkiler. Kültürel dinamikler dışında düşünmek ya da farklı davranışlar sergilemek çok az insanın ortaya koyabileceği bir davranış biçimidir. İnsan gelenek, görenek ve geçmişten gelen inanç ve davranış biçimleri kalıplarına karşı çıkmayı ya da onlara karşı durmayı çoğu zaman evrensel kabul görmüş ilkelere dayandırmaz ise o toplum tarafından dışlanır, aykırı bulunularak yalnızlaştırılır. Aynı toplum ahlak, vicdan, hukuk normlarından ne kadar uzaklaşır ise tarihsel süreçte yok olup gider.
Evrensel kabul görmüş ilkelerin kuşatıcılığında barınmayan bir insan, kendi kültürel çerçevesi dışındaki dünyayı çoğu zaman yerel mahpushanesinin zindanlarından bakarak anlayamaz ya da yeterince kavrayamaz. Bu durumun sürdürülmesinde çoğu zaman kültürü, dini, coğrafi etnisiteyi tekelinde bir baskı ve güdüleme aracı olarak kullanan ruhbanlar ve siyasilerin olması, aynı zamanda bir kontrol mekanizması olarak kullanması da bir etkendir.
Otoriter yönlendirici olan bu ikililer, bir toplumun var oluş ve yok oluş sürecinin seyrini doğrudan etkilerler. İnsanlık tarihi kültürel yozlaşma, dinin kurumsallaşarak donuklaşması, ahlak ve vicdan normlarının bozulması durumunda yeryüzü bir çatışma alanına dönüşür. İnsanlığa rehberlik eden vahiy bu durumun hiç değişmediğini bildirerek kültürün, geleneğin, dinin bireyin mahpusluğu özelinde insana bir zulüm ve baskı aracına dönüştürüldüğünün örnekleriyle doludur. Vahiy, insanın ve insana bağlı değişimler neticesinde toplumların kurtuluş reçeteleri olması bakımından bu dinamikleri değiştirebilen tek güçtür.
Her dilin ve kültürün, nesneler dünyasına bir bakışı, kavrayışı, kategorileri ve yönelişi vardır ve bu bakış tarihsel bir süreç olarak kavrandığında oldukça dinamiktir. Vahiy her toplumun bu kendi dinamikliği içinde insanın mahpusluğuna son vermek, evrensel hakikatleri ve insana yakışan erdemli davranışları hatırlatmak için gönderilmiştir. Allah'ın gündemini daima bu çerçeve oluşturur. Din bu çerçevenin dışındaki amaçlar için kullanırsa ve sosyal hayata müdahale etmezse artık o din "Ağızda çiğnenen sakız gibidir. Hele hele felsefe ve tasavvuf bulaşırsa; "saça yapışan sakız gibidir"
Örneğin;
Arap geleneğinde cariyelik, kölelik, çok eşlilik ve kadına mirastan hiç pay verilmemesi bir kötü bir gelenekti. Geçmişten gelen kültürel bir mirastı ve bir süre artık bunun Vicdani, ahlaki boyutları sorgulanmaz olmuştu.
İslam vahiy ile tedricen bu "HİÇ" ve ya "Kadın" özelinde değersizliği en azından üzerinde konuşulabilen bir orana yaklaştırdı. Tarihsel süreçte insana düşen ise kadına hak ettiğini vermek,
Köleleri özgürleştirmek,
Cariyeliği kaldırmak,
Yetimlerin mallarını kurnazlıkla kendi malına katmamak ve bu hileyi çok eşliliği bir paravan olarak kullanmamak olmalıydı. Çok eşliliği tek eşliliğe dönüştürmeliydi.
Bizim İnsan ırkı olarak dinden anladığımız tüm yeryüzünde ve tüm kültürel geçmişlerde İLK olanın SON/NİHAİ olan biçiminde anlaşılması olarak sonlanmıştır. Oysa DİN somutlaşmaması,donuklaşmaması ve sürekli dinamik olarak kültür ile uyumlu olarak İnsanlığa yön vermesi gerekirdi. İnsan dini sahiplenmiş bir araç olmaktan çıkarıp amaçsallaştırmıştır. İnsanlık dinin tedrici ıslah, toplumsal değişim ve dönüşüm, adalet ve hukuk mekanizması garantörlüğünü yeryüzünden muhkem kalıcı hale getirememiştir. Din çeşitliğinin başlıca sebebi de budur. İnsanlık bu konuda daima sınıfta kalmıştır.