Kur'anı Okuma ve Anlama Sorunsalı !
- Ne okuyorsun abi ?
- Kur'an meali
- Kimin ?
- Bakmadım öyle okuyordum
- Hım, sesli oku da dinleyelim abi
- Ahzab Suresi ellialtı da kalmıştım okuyayım, "- Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin."
- Abi durr, durrr. Meali yavaşça bırak abi elinden.
- Noldu ya!
- Abi çay söyle sohbet edelim
- Nazımmm delikanlıya çayyy
- Allah razı olsun abi birden gençleştim valla
- Gençsin genç, daha yaşın kaç ki sen bana bak asıl
- yok abi sen daha genç görünüyosun
- Yok yok geçti bizden
- Ne var abi gençsin işte yapma Allaşkına
- Öyle deme kurt kocayınca...
- Abi tamam yaşlısın ben genç, ne dicemi unuttum
- Ha anlat yeğenim dinliyorum
- Abi hani gençtim ne ara yiğen olduk... Şaka şaka yine başlamayalım.
- Şimdi abi şu elimizde tuttuğumuz kitapta Bakara Suresi ikinci ayete göre, Kur'an bir hidayet Rehberidir, yani bizi gerçek kurtuluşa götüren, yolumuzu aydınlatan bir kitap ancak bir sorunumuz var, hatta bir kaç sorunumuz
- Ne gibi ?
- Bak abi Bakara Suresi ikinci ayetin muhatabı Muhammed a.s. ve arkadaşlarıdır biz değiliz.
- Ne yani bu kitap bize seslenmiyor mu ? O nasıl söz. Allah onlara yardım etti de bize etmeyecek mi !
- Abi sakin ol, konuya biraz hızlı girdim tamam. Söylemek istediğim Allah'ın yardımı o zamanda kaldı, iş bitti, paydos değil. Meramımı şöyle özetleyeyim kesme
- Tamam, sakinim peki dinliyorum
- Canım abim bak şimdi baştan başlayalım;
Muhammed a.s bir derdin peşinde koşarken vahiy geldi ve ona doğru yolu gösterdi. O zaten doğru yoldaydı ama elinde onu yolda tutacak ve sapmasına engel olacak vahiy yoktu. Bakara Suresi ikinci ayetteki KİTAP şu an elinde iki kapak arasında tuttuğun kitap değil abi VAHİY. Vahiy, sözlü kültürün yaygın olduğu toplumlara hitap etmiştir. Bunun bir kaç nedeni var ama en önemlisini söyleyeyim diğer konuya geçeyim, o da şu; Sözlü kültür dinamik, canlı ve duygulara hitap eder. Yani sözlü kültürde ağızdan çıkan bir hitap, yazılı kültürde kalemden çıkan bir hitap vardır. Sözlü kültür kulağa ve göze yazılı kültür yalnızca göze hitap eder. Sözlü kültürde mimik, ses, tonlama ve vurgu bir kelimenin olumlu anlamını olumsuz yapabilir iken sözlü kültürde bu ancak yazıya dökülerek ve ilave açıklamalar yapılarak anlatılır. Sözlü kültürde zaman kısıtlaması vardır ve olayların ortasında canlı bir süreç içinde gelişen sonuçlar vardır. Çok uzun süren bir olay ya da olgu tek bir kelime ile tonlanarak, vurgulanarak sembolleştirilebilir. Sözlü kültür en az kelime ile en çok meramını anlatma sanatı iken, yazılı kültür en çok kelime meramını anlatma sanatıdır. Kısacası Muhammed a.s a vahiy geldiği zaman o bunları bir kağıda yazıp matbulaştırıp elden ele dağıtmıyordu. O günlük rutin bir kavganın içindeyken bunu insanların karşısına geçerek söz, hal ve hareketleri, mimikleri, tonlaması ile vahyi ete kemiğe bürüyordu.
- Vahiy neden yazılı gelmemiş sorusunu sormuyorum o zaman, bunun için öyle mi ?
- Evet abi aynen öyle.
- Kur'an meali
- Kimin ?
- Bakmadım öyle okuyordum
- Hım, sesli oku da dinleyelim abi
- Ahzab Suresi ellialtı da kalmıştım okuyayım, "- Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'e salât ediyorlar. Ey iman edenler! Siz de ona salât edin, selâm edin."
- Abi durr, durrr. Meali yavaşça bırak abi elinden.
- Noldu ya!
- Abi çay söyle sohbet edelim
- Nazımmm delikanlıya çayyy
- Allah razı olsun abi birden gençleştim valla
- Gençsin genç, daha yaşın kaç ki sen bana bak asıl
- yok abi sen daha genç görünüyosun
- Yok yok geçti bizden
- Ne var abi gençsin işte yapma Allaşkına
- Öyle deme kurt kocayınca...
- Abi tamam yaşlısın ben genç, ne dicemi unuttum
- Ha anlat yeğenim dinliyorum
- Abi hani gençtim ne ara yiğen olduk... Şaka şaka yine başlamayalım.
- Şimdi abi şu elimizde tuttuğumuz kitapta Bakara Suresi ikinci ayete göre, Kur'an bir hidayet Rehberidir, yani bizi gerçek kurtuluşa götüren, yolumuzu aydınlatan bir kitap ancak bir sorunumuz var, hatta bir kaç sorunumuz
- Ne gibi ?
- Bak abi Bakara Suresi ikinci ayetin muhatabı Muhammed a.s. ve arkadaşlarıdır biz değiliz.
- Ne yani bu kitap bize seslenmiyor mu ? O nasıl söz. Allah onlara yardım etti de bize etmeyecek mi !
- Abi sakin ol, konuya biraz hızlı girdim tamam. Söylemek istediğim Allah'ın yardımı o zamanda kaldı, iş bitti, paydos değil. Meramımı şöyle özetleyeyim kesme
- Tamam, sakinim peki dinliyorum
- Canım abim bak şimdi baştan başlayalım;
Muhammed a.s bir derdin peşinde koşarken vahiy geldi ve ona doğru yolu gösterdi. O zaten doğru yoldaydı ama elinde onu yolda tutacak ve sapmasına engel olacak vahiy yoktu. Bakara Suresi ikinci ayetteki KİTAP şu an elinde iki kapak arasında tuttuğun kitap değil abi VAHİY. Vahiy, sözlü kültürün yaygın olduğu toplumlara hitap etmiştir. Bunun bir kaç nedeni var ama en önemlisini söyleyeyim diğer konuya geçeyim, o da şu; Sözlü kültür dinamik, canlı ve duygulara hitap eder. Yani sözlü kültürde ağızdan çıkan bir hitap, yazılı kültürde kalemden çıkan bir hitap vardır. Sözlü kültür kulağa ve göze yazılı kültür yalnızca göze hitap eder. Sözlü kültürde mimik, ses, tonlama ve vurgu bir kelimenin olumlu anlamını olumsuz yapabilir iken sözlü kültürde bu ancak yazıya dökülerek ve ilave açıklamalar yapılarak anlatılır. Sözlü kültürde zaman kısıtlaması vardır ve olayların ortasında canlı bir süreç içinde gelişen sonuçlar vardır. Çok uzun süren bir olay ya da olgu tek bir kelime ile tonlanarak, vurgulanarak sembolleştirilebilir. Sözlü kültür en az kelime ile en çok meramını anlatma sanatı iken, yazılı kültür en çok kelime meramını anlatma sanatıdır. Kısacası Muhammed a.s a vahiy geldiği zaman o bunları bir kağıda yazıp matbulaştırıp elden ele dağıtmıyordu. O günlük rutin bir kavganın içindeyken bunu insanların karşısına geçerek söz, hal ve hareketleri, mimikleri, tonlaması ile vahyi ete kemiğe bürüyordu.
- Vahiy neden yazılı gelmemiş sorusunu sormuyorum o zaman, bunun için öyle mi ?
- Evet abi aynen öyle.
- Peki devam et,
- Bu Metnin ortamı ile ilgili bir sorundu. Yani biz elimizde iki kapak arasında derlenmiş, mimik, tonlama, vurgu ya da olayın içindeki heyecan, korku, ümit ya da müjde ve sevinç gibi duygulardan yoksun olarak okuyoruz Kur'anı. Bu da ister istemez kitabı donuklaştırıyor. Muhammed a.s eğer tek bir seferde böyle bizim elimizdeki gibi bir kitap gelse aynı sorunu o da yaşayacaktı. Allah insanların kendi argümanları içinde onların kriterleri doğrultusunda onlara yardım eder. Ancak biz bu durumu maalesef günümüze çığ gibi büyüyen sorunlarla birlikte taşıdık, Mesela; Tarihçiler bilirler, Kur'anın inzal olduğu Mekke'nin günlük konuşma dili Nebatçaydı. Yazıya geçirilmesi, harekelendirilmesi, derlenmesi ve iki kapak arasına toplanmasından sonra İranlılar Nebatçanın gramerini yazdılar. Yani ilk Arapça gramerini Mekke'nin kendi kültürel geçmişi üretmedi, İran kültürü oluşturdu. Burada kasıtlı ya da kasıtsız bir çok sorun üretilmeye başlandı. Birinci sorun bu.
İkinci çok büyük sorun ise Hem bu Nebatça'nın hem de Arapça'nın Farsçaya çevrilerek dünyaya yayılması oldu. İran kültürü bu esnada tevil, tedvin, tefsir yoluyla Kur'an çevirilerine işledi. Orjinal Metin de hiç bir farklılaşma olmadığı halde bu sürüp gitti.
Üçüncü büyük sorun İslam'ın yayılması esnasında karşılaştığı diğer dinlerle olan etkileşimi. Dinler birbirlerini ne kadar reddetse de bir birine yakın coğrafyalarda bu durum sentezleşme yoluyla mutlaka gerçekleşir. Yeryüzündeki bütün dinler bir birine yakın coğrafyalarda farklılaşır ve her iki dinin ortak ya da benzer yanları birbiri ile sentezlenir. İşte bu nedenle Bizans ve İran kültürü ile çarpışan İslam bir savunma refleksi göstererek eski düşünce biçimi olan felsefe ve tasavvufu kendi bünyesine sızdırdı. Savunayım derken Kelam ekolleri İslam'ı sokaktaki kavgadan masa başındaki eski Antik Yunan Tiyatrolarına döndürüldü.
- yok canım daha neler, ne tiyatrosu ya şimdi onca alim tiyatromu oynadı sende amma attın haa.
- Yok abi onu kastetmedim, Antik Yunan da felsefi düşünceler ve Mitolojik fenomenler bir karaktere büründürülür ve halka öyle anlatılırdı. Tiyatro geleneği oradan gelir. Soyut bir objeyi somutlaştırıp konuşturma sanatı. Sinema bu sanatın günümüzdeki en gelişmiş şeklidir. Bu sanat dalında hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar konuşabilir, denizler uçabilir, bulutlar dans edebilirler. Kahramanlar ise olağanüstü güçlerle donatılabilirler. Devler, Cüceler, Periler, Cinler neler neler. İnsanın yaradılış ile ilgili ortaya koyduğu, ürettiği tüm düşünce fenomenlerini böylece canlandırabilirler. Bu gün de bu her tiyatroda ya da sinema filminde mümkündür. Zaten sözlü kültür de böyle bir şeydir. Kur'anda ki kıssalarda da anlatılmak istenen mesajlar hep bu formda verilir. Kıssalarda her şey mümkündür, deniz asa ile yarılır, ateşin üzerinde yürünür, balığın karnına girilip, bebekken sepetle sudan sağ salim kıyıya varılabilir. Çünkü insanın algı dünyasında bir olayı bir durumu canlandırmanın en kolay yolu budur. Sözün kısası Vahiy asla yazılı kültür ürünü olmadı ve olmayacakta.
Dördüncü büyük sorunumuz ise Kur'an çevirilerinin bir birlerinden kopup çevirilmesi. Ayetlerin bir bağlamı var ve bu bağlamda bir kelimenin hangi anlama geldiği değer kazanır. Örneğin;
Ali'ye yüz verdim.
Ali'ye yüz verdim.
- Bu Metnin ortamı ile ilgili bir sorundu. Yani biz elimizde iki kapak arasında derlenmiş, mimik, tonlama, vurgu ya da olayın içindeki heyecan, korku, ümit ya da müjde ve sevinç gibi duygulardan yoksun olarak okuyoruz Kur'anı. Bu da ister istemez kitabı donuklaştırıyor. Muhammed a.s eğer tek bir seferde böyle bizim elimizdeki gibi bir kitap gelse aynı sorunu o da yaşayacaktı. Allah insanların kendi argümanları içinde onların kriterleri doğrultusunda onlara yardım eder. Ancak biz bu durumu maalesef günümüze çığ gibi büyüyen sorunlarla birlikte taşıdık, Mesela; Tarihçiler bilirler, Kur'anın inzal olduğu Mekke'nin günlük konuşma dili Nebatçaydı. Yazıya geçirilmesi, harekelendirilmesi, derlenmesi ve iki kapak arasına toplanmasından sonra İranlılar Nebatçanın gramerini yazdılar. Yani ilk Arapça gramerini Mekke'nin kendi kültürel geçmişi üretmedi, İran kültürü oluşturdu. Burada kasıtlı ya da kasıtsız bir çok sorun üretilmeye başlandı. Birinci sorun bu.
İkinci çok büyük sorun ise Hem bu Nebatça'nın hem de Arapça'nın Farsçaya çevrilerek dünyaya yayılması oldu. İran kültürü bu esnada tevil, tedvin, tefsir yoluyla Kur'an çevirilerine işledi. Orjinal Metin de hiç bir farklılaşma olmadığı halde bu sürüp gitti.
Üçüncü büyük sorun İslam'ın yayılması esnasında karşılaştığı diğer dinlerle olan etkileşimi. Dinler birbirlerini ne kadar reddetse de bir birine yakın coğrafyalarda bu durum sentezleşme yoluyla mutlaka gerçekleşir. Yeryüzündeki bütün dinler bir birine yakın coğrafyalarda farklılaşır ve her iki dinin ortak ya da benzer yanları birbiri ile sentezlenir. İşte bu nedenle Bizans ve İran kültürü ile çarpışan İslam bir savunma refleksi göstererek eski düşünce biçimi olan felsefe ve tasavvufu kendi bünyesine sızdırdı. Savunayım derken Kelam ekolleri İslam'ı sokaktaki kavgadan masa başındaki eski Antik Yunan Tiyatrolarına döndürüldü.
- yok canım daha neler, ne tiyatrosu ya şimdi onca alim tiyatromu oynadı sende amma attın haa.
- Yok abi onu kastetmedim, Antik Yunan da felsefi düşünceler ve Mitolojik fenomenler bir karaktere büründürülür ve halka öyle anlatılırdı. Tiyatro geleneği oradan gelir. Soyut bir objeyi somutlaştırıp konuşturma sanatı. Sinema bu sanatın günümüzdeki en gelişmiş şeklidir. Bu sanat dalında hayvanlar, bitkiler, dağlar, taşlar konuşabilir, denizler uçabilir, bulutlar dans edebilirler. Kahramanlar ise olağanüstü güçlerle donatılabilirler. Devler, Cüceler, Periler, Cinler neler neler. İnsanın yaradılış ile ilgili ortaya koyduğu, ürettiği tüm düşünce fenomenlerini böylece canlandırabilirler. Bu gün de bu her tiyatroda ya da sinema filminde mümkündür. Zaten sözlü kültür de böyle bir şeydir. Kur'anda ki kıssalarda da anlatılmak istenen mesajlar hep bu formda verilir. Kıssalarda her şey mümkündür, deniz asa ile yarılır, ateşin üzerinde yürünür, balığın karnına girilip, bebekken sepetle sudan sağ salim kıyıya varılabilir. Çünkü insanın algı dünyasında bir olayı bir durumu canlandırmanın en kolay yolu budur. Sözün kısası Vahiy asla yazılı kültür ürünü olmadı ve olmayacakta.
Dördüncü büyük sorunumuz ise Kur'an çevirilerinin bir birlerinden kopup çevirilmesi. Ayetlerin bir bağlamı var ve bu bağlamda bir kelimenin hangi anlama geldiği değer kazanır. Örneğin;
Ali'ye yüz verdim.
Ali'ye yüz verdim.
Her iki cümledeki "yüz vermek" eğer başında ya da sonunda ek bir cümle yok ise bir birinin aynıdır. Bu cümleyi başka bir dile çevirmek çok riskli bir iştir. Birinci cümlede Ali'yi şımartmak kastedilir iken ikinci cümlede Ali'nin hakettiği parasını aldığı ancak öncesinde ya da sonrasında ki cümle ile anlaşılabilir. İşte buna bağlam denir. Yahudiler ayetleri böyle bağlamından kopardıkları için Kur'an onlar için "ağızlarını eğip büküyorlardı" der. Çünkü bu yapılan işin başka izahı yok. İşte biz meal çevirilerde bu işi çok hafife aldık. Buna hiç özen göstermedik. Etrafında üç beş insan toplayıp kendini adam yerine koydurmak isteyen herkes bu işe girişti. Bende dinden anlarım demek için Kur'anın mesajı katledildi. Örneğin ben geldiğim zaman senin okuduğun Ahzap suresindeki o ayette Allah Muhammed a.s sahabenin de tam bir destek vermesini istiyor. Bu gün bizden o gün kü Muhammed a.s salat ve selam getirmemizi değil !
- İyi de ne zararı var bunun, Peygamberi sevmek, ona selam göndermek suç mu ?
- Abi O'nu benden daha çok kim sever bilmiyorum ama bi kere gönderdiğin selamı o alamaz, "Muhammed ölür ya da öldürülürse, topuklarınız üzre geri mi döneceksiniz !" ayeti gereği onun davasının sürdürücüleri olmamız gerekiyo. Onun davasını sürdüren sen ol ayeti bu gün ben "Çay ocağında çay içtiğin Sorumluluk bilinciyle hareket eden abiye salat et/ destek ol, onun davasına omuz ver" diye anlarım.
Beşinci başka sorunumuz sonradan ayetlere giydirilen anlam sorunu
- Nasıl yani Allah namaz kılın diyor da biz Yoga mı anladık ?
- Haa yok abi öyle değil, izah edeyim; Allah'ın Kur'anı Kerim de bir gündemi vardır. O mazlumlardan yana arka çıkan, haksızın karşısına dikilen, mazluma arka çıkan, yetimi giydirip kollayan, kadınların çalınmış haklarının savunucu olan Muhammed a.s a destek sundu. Ancak Vahiy bize iki kapak arasında ulaşınca aslında Allah'ın muradının dışında başka bir kitap daha ürettik. Bu ikinci kitap bu gündemin dışında astromiden, uzaydan, insanın anatomisinden, biyolojiden, jeolojiden, kimya ve fizikten bahsediyor.
- Eee ne sakıncası var, Kur'an da her şey var, Biz her şeyi yazdık demiyor mu, Denizler mürekkep olsa
- Abi durr tamam anladım konuyu bitireyim acelem var
- Ne acelesi
- Abi bi arkadaşla üç beş ailenin aylık erzak ihtiyacını üstlendik, arabada duruyor, benim şapşal arkadaşım unutmaz, otobüsü kaçırmaz, başına da yolda bi iş gelmez de sağ salim gelirse onları yerine teslim edicez. İki saattir burda onu bekliyorum, gerçi kitap okuyorum ya neyse.
- Ee iyi ya ne güzel öğrenmiş oluyorsun fena mı ?
- yok abi hava kararıcak mahalleye gidicez milletin kapısının önü poşetleri kapıya bırakıyoz bizi tanımasınlar diye sonra polis molis gelir başımız belaya girer, iki kuruşluk hayrın iki senelik yatması olmasın
- Hımm iyi ne kadarlık yapıyonuz bu yardımı? bende yapim bari
- Abi içinden geliyosa yap, "Bari" Tanrısı için yapma! bir ailenin mutfak masrafı ihtiyacını az çok yenge bilir sor ona göre yap bişiler, illa böyle olması gerekmez bi öğrenci okut, bir ihtiyaç sahibinin acil sorununu çöz.
- Evet evet bak hanım hep söylüyordu. Eee sonra,
- Sonrası şu abi;
Geleneksel İslami algımızda "Kur’an’da hangi tür bilgilerin olduğu" sorunsalı zihinleri daima meşgul etmiştir. Bu amaçla verilen cevaplar içerisinde en ilginç ve bir o kadar da kapsamlı olanı, onun "DİN ve DÜNYA hakkında her şeyi veya her tür bilgiyi içerdiğidir." Başka bir iddiaya göre ise o, sadece dini konuları içerir. Kesin olan şudur ki o, insanın bu dünya ve ahirete dair dini anlamda ihtiyaç duyacağı asıl bilgileri vermiştir. Onun bu anlamdaki ilmi kuşatıcılığı müslümanlar nezdinde tartışmasızdır.
ANCAK...
Tarihsel olarak baktığımızda, Kur’an’ın ilk hitap çevresinde toplumun ulaştığı bilgi ve ilmi zihniyetin oldukça iptidai ve dağınık olduğunu görürüz. Kur’an’ın açtığı çığır bu bakımdan ileri bir düzey sayılabilir. Bunu gören insanların onu, bütün bilgileri münderiç ve bilginin ana kaynağı olarak görmeleri doğal kabul edilebilir. Bunun mahiyeti ve sınırı bakış açılarına göre değişmektedir. Bu konuda fikir beyan edenler, hangi açıdan bakarlarsa baksınlar onun kuşatıcı muhtevasını çoğunlukla ‘HER’ ya da ‘BÜTÜN’ kelimesi ile tanımlayarak genelleştirme yoluna gitmişlerdir.
Kur'an da HER bilginin var olduğu inancı zamanla güncel olan hayatın içinde HER şeyi onda aramaya onda ispata dönüşmüştür. Bu alanda yapılan en çarpık örnekler geçmişte İŞARET YOLLU GÜNCELE GÖNDERME yaptığı varsayılan ayet tevilleridir. Burada dikkat edilmesi gereken Kur'an da HER şeyin olduğu değil kelimelerin BÜTÜN şeyleri kapsayacak şekilde tevil edilmesidir. Nuh'un Kıssasında TENNUR kelimesi (Kazan kaynayınca bir deyimdir.) örneğin devasa bir geminin Buhar Tiribününe gizli bir işaret olabilmekte. Tarık' a Andolsun ayetinden Yıldızların Yerlerine yorumu ile Karadeliklere tevil yapılabilmektedir.
- Peki Kur'an da HER şeyin olmayışı bir eksiklik midir?.
- Yok abi Elbette değildir !!!. Kur'an bir insanın yani Muhammed A.S. şahsında ÇOK DEĞERLİ BİR KAVGANIN, DESTEKÇİSİDİR. Güncel hayatta her türlü saçmalığa bir dayanak ve ispat İNDEX i değildir. Akıllarda tutulması gereken bir diğer önemli husus da şudur; Kur'anı Kerim Muhammed a.s ve dava arkadaşlarının Mekke ve Mekke sosyolojisi içersinde ki durumlarını desteklemiştir. Adam canının derdine düşmüşken sen adama karadeliklerden bahsedemezsin. Mekke de DEVE ile verilen örnekleri illa da ARABA ya da UÇAK ile güncellemek gerekmez. DEVE ye de binen İNSAN arabaya da binen İNSAN. Öyleyse Kur'an değişkenleri değil DEĞİŞMEZLERİ konu edinen bir kitaptır. Bu akıldan asla çıkarılmamalıdır. Aksi durumda değişkenleri güncele taşımak için komik olmanın sınırlarını zorlar da durur İNSAN
- Abi çok afedersin ama bizim şu karşıdan sallana sallana gelen arkadaş var ya hah o arkadaş beni iki saattir bekleten arkadaş, müsadenle ben kaçayım geç kaldık.
- Müsade senin delikanlı, ama görüşelim, yarım kaldı.
- Abi hep buralardayız, inşallah. Konu uzun ve bir seferde girilip çıkılacak gibi değil, Biraz emek gerekiyor. Rabbim bize Kur'an bilinci ile yaşamayı nasib etsin.
- İyi de ne zararı var bunun, Peygamberi sevmek, ona selam göndermek suç mu ?
- Abi O'nu benden daha çok kim sever bilmiyorum ama bi kere gönderdiğin selamı o alamaz, "Muhammed ölür ya da öldürülürse, topuklarınız üzre geri mi döneceksiniz !" ayeti gereği onun davasının sürdürücüleri olmamız gerekiyo. Onun davasını sürdüren sen ol ayeti bu gün ben "Çay ocağında çay içtiğin Sorumluluk bilinciyle hareket eden abiye salat et/ destek ol, onun davasına omuz ver" diye anlarım.
Beşinci başka sorunumuz sonradan ayetlere giydirilen anlam sorunu
- Nasıl yani Allah namaz kılın diyor da biz Yoga mı anladık ?
- Haa yok abi öyle değil, izah edeyim; Allah'ın Kur'anı Kerim de bir gündemi vardır. O mazlumlardan yana arka çıkan, haksızın karşısına dikilen, mazluma arka çıkan, yetimi giydirip kollayan, kadınların çalınmış haklarının savunucu olan Muhammed a.s a destek sundu. Ancak Vahiy bize iki kapak arasında ulaşınca aslında Allah'ın muradının dışında başka bir kitap daha ürettik. Bu ikinci kitap bu gündemin dışında astromiden, uzaydan, insanın anatomisinden, biyolojiden, jeolojiden, kimya ve fizikten bahsediyor.
- Eee ne sakıncası var, Kur'an da her şey var, Biz her şeyi yazdık demiyor mu, Denizler mürekkep olsa
- Abi durr tamam anladım konuyu bitireyim acelem var
- Ne acelesi
- Abi bi arkadaşla üç beş ailenin aylık erzak ihtiyacını üstlendik, arabada duruyor, benim şapşal arkadaşım unutmaz, otobüsü kaçırmaz, başına da yolda bi iş gelmez de sağ salim gelirse onları yerine teslim edicez. İki saattir burda onu bekliyorum, gerçi kitap okuyorum ya neyse.
- Ee iyi ya ne güzel öğrenmiş oluyorsun fena mı ?
- yok abi hava kararıcak mahalleye gidicez milletin kapısının önü poşetleri kapıya bırakıyoz bizi tanımasınlar diye sonra polis molis gelir başımız belaya girer, iki kuruşluk hayrın iki senelik yatması olmasın
- Hımm iyi ne kadarlık yapıyonuz bu yardımı? bende yapim bari
- Abi içinden geliyosa yap, "Bari" Tanrısı için yapma! bir ailenin mutfak masrafı ihtiyacını az çok yenge bilir sor ona göre yap bişiler, illa böyle olması gerekmez bi öğrenci okut, bir ihtiyaç sahibinin acil sorununu çöz.
- Evet evet bak hanım hep söylüyordu. Eee sonra,
- Sonrası şu abi;
Geleneksel İslami algımızda "Kur’an’da hangi tür bilgilerin olduğu" sorunsalı zihinleri daima meşgul etmiştir. Bu amaçla verilen cevaplar içerisinde en ilginç ve bir o kadar da kapsamlı olanı, onun "DİN ve DÜNYA hakkında her şeyi veya her tür bilgiyi içerdiğidir." Başka bir iddiaya göre ise o, sadece dini konuları içerir. Kesin olan şudur ki o, insanın bu dünya ve ahirete dair dini anlamda ihtiyaç duyacağı asıl bilgileri vermiştir. Onun bu anlamdaki ilmi kuşatıcılığı müslümanlar nezdinde tartışmasızdır.
ANCAK...
Tarihsel olarak baktığımızda, Kur’an’ın ilk hitap çevresinde toplumun ulaştığı bilgi ve ilmi zihniyetin oldukça iptidai ve dağınık olduğunu görürüz. Kur’an’ın açtığı çığır bu bakımdan ileri bir düzey sayılabilir. Bunu gören insanların onu, bütün bilgileri münderiç ve bilginin ana kaynağı olarak görmeleri doğal kabul edilebilir. Bunun mahiyeti ve sınırı bakış açılarına göre değişmektedir. Bu konuda fikir beyan edenler, hangi açıdan bakarlarsa baksınlar onun kuşatıcı muhtevasını çoğunlukla ‘HER’ ya da ‘BÜTÜN’ kelimesi ile tanımlayarak genelleştirme yoluna gitmişlerdir.
Kur'an da HER bilginin var olduğu inancı zamanla güncel olan hayatın içinde HER şeyi onda aramaya onda ispata dönüşmüştür. Bu alanda yapılan en çarpık örnekler geçmişte İŞARET YOLLU GÜNCELE GÖNDERME yaptığı varsayılan ayet tevilleridir. Burada dikkat edilmesi gereken Kur'an da HER şeyin olduğu değil kelimelerin BÜTÜN şeyleri kapsayacak şekilde tevil edilmesidir. Nuh'un Kıssasında TENNUR kelimesi (Kazan kaynayınca bir deyimdir.) örneğin devasa bir geminin Buhar Tiribününe gizli bir işaret olabilmekte. Tarık' a Andolsun ayetinden Yıldızların Yerlerine yorumu ile Karadeliklere tevil yapılabilmektedir.
- Peki Kur'an da HER şeyin olmayışı bir eksiklik midir?.
- Yok abi Elbette değildir !!!. Kur'an bir insanın yani Muhammed A.S. şahsında ÇOK DEĞERLİ BİR KAVGANIN, DESTEKÇİSİDİR. Güncel hayatta her türlü saçmalığa bir dayanak ve ispat İNDEX i değildir. Akıllarda tutulması gereken bir diğer önemli husus da şudur; Kur'anı Kerim Muhammed a.s ve dava arkadaşlarının Mekke ve Mekke sosyolojisi içersinde ki durumlarını desteklemiştir. Adam canının derdine düşmüşken sen adama karadeliklerden bahsedemezsin. Mekke de DEVE ile verilen örnekleri illa da ARABA ya da UÇAK ile güncellemek gerekmez. DEVE ye de binen İNSAN arabaya da binen İNSAN. Öyleyse Kur'an değişkenleri değil DEĞİŞMEZLERİ konu edinen bir kitaptır. Bu akıldan asla çıkarılmamalıdır. Aksi durumda değişkenleri güncele taşımak için komik olmanın sınırlarını zorlar da durur İNSAN
- Abi çok afedersin ama bizim şu karşıdan sallana sallana gelen arkadaş var ya hah o arkadaş beni iki saattir bekleten arkadaş, müsadenle ben kaçayım geç kaldık.
- Müsade senin delikanlı, ama görüşelim, yarım kaldı.
- Abi hep buralardayız, inşallah. Konu uzun ve bir seferde girilip çıkılacak gibi değil, Biraz emek gerekiyor. Rabbim bize Kur'an bilinci ile yaşamayı nasib etsin.