Gel gel, uzun bir yazı bu. Hem Hermönetik varrr, kognitif varrr, sakız var, çikilota varrrr.
Bir dilci ile sohbet edin ve ona şu soruyu sorun;
"Hocam bir dil başka bir dile birebir motamot çevrilebilir mi?"
Alacağınız cevap kesinlikle "Hayır" olacaktır. Çünkü diye ekleyebilir teknik anlamda "Bir dilin bir başka dile kognitif çevirisi imkansızıdır" Bak bu dilci kimse çok sevdim bu abiyi, Eyvallah, Allah razı olsun. Zaten öyle bir dilci de tanımıyorum, şimdi uydurdum. Soru sizin gidin cevabını bulun gelin. Salladım, ister yiyin ister yemeyin ama aşağıdaki satırlar bu soru üzerine çok ciddi durmak için yazıldı.
Şimdi bir dilin bir başka dile motamot yani kognitif daha da yanicesi birebir çevirisi imkansızdır. İyide günümüzde bir dil, bir başka dile çeviriliyor insanlar birbiriyle konuşuyor, ticaret yapıyor, ülkeler arası ilişkileri düzenliyor, edebiyat, sanat ve şiirler başka bir dile çevriliyorken bu sorun niye ortaya çıkmıyor ?
Sorunumuz şu Din Dili'nin yani kutsal kabul edilen metinlerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemesi sorunu. Nasıl mı ? Şöyle izah edeyim.
Günlük hayata dair yazılan her türlü yazı hayatın nesnel gerçeklikleri ile doğrudan ilişkili olduğundan bu dilde sağa sola çekme, üzerinde edebi hermönetik çıkarımsamalar yapma yani yor yorabildiğin, çek çekebildiğin yere daniskalığı olmaz. Adam bir dilde "nose" burun yazmışsa bizim dilimize herkes hemen parmağını burnuna götürür "ahaa burası" der hemen. tutup da milleti Ümit Burnu"ana götürüp " işte aslında kastedilen yer bu burun" demez. Çünkü ortada sağa sola çekilecek bir mesele de yoktur, söz konusu olan anlatım edebi bir anlatım değildir. Yorumsama bolluğu yaşanan metinler edebi metinlerdir. İçinde her dilin kendine özgü mecaz, özdeyiş, benzetme, alegori, tasvir yapılan metinler. Bu metinlerin dilbilimsel çevirisi anlambilimsel yapılmaz ise o metin canlılığını ve anlatmak istediği duyguyu kaybeder. Metnin gramatik, harfi harfine çevirisi böylesi metinlerde bir faciaya dönüşebilir. Hele hele içinde hayvanlar, canlı cansız varlıklar konuşturuluyorsa, devler, inler, cinler, periler varsa yani fabl sözkonusu ise sorun büyümeye başlayacaktır. Bu tür metinlerin başka bir dile çevirisini yapmamak bir insanlık suçunu önlemek kadar önemlidir.
Kur'anı Kerim zuhur ettiği Hicaz Yarımadasında Nebatça dili kullanan Araplara anlatmak ve aktarmak istediklerini aktardı. İslam bu toplum eliyle yayılmaya başladı ve karşısında ciddi bir direnç bularak farklı kültür ve güçlerle çarpıştı. Bunlardan en önemlisi ve İslam Tarihi açısından en büyük yekünü tutan İran'lılardır. İslam zuhur ettiğinde Arapların sözlü kültüre ait bir geçmişi onların ise bin beş yüz yıllık bir yazılı gelenekleri vardı. Arapların henüz grameri yazılmamış onların grameri yazılmış, sanat ve edebiyat tavan yapmıştı. Öyleki inanç biçimleri edebi eserlerin içine sinsice ve ustalıkla yedirilmişti. Leyla ile Mecnun hikayesi İran inancında ki Hulul inancının, yani insan ile tanrı nın aynı öze ulaşma, orada birleşme arka planının edebi aktarım biçimiydi. Sadece bu mu ! yüzlerce eser. Günümüzde bile İran filimlerinin tüm arka planında körlük, umutsuz aşk vakası gibi temalar bu arka plan çerçevesinde işlenir. İranlılar, Arapçanın gramerini yazmakla kalmadılar Tefsir ve Hadis külliyatını ve Kur'an çevirilerini, metinlerinin anlambilimsel çevirisi yerine kognitif çevirisini yaptılar. Bunu yaparken kendi inanç arka planlarıda bu metinlerin çevirileri yoluyla bize kadar ulaştı. Türkçe bir çok meal çalışması "Ooo adamın meali var abi" cahil saygısını kazanmak için yazıldığı göze çarpacak kadar kötüdür. Çoğu kopyadır, Çoğu indiği coğrafyanın sosylojisi dikkate alınmadan ve Allah'ın muradı ıskalanarak yapılmıştır. Daha farklı, daha edebi, daha keşiflere açık, daha, daha, daha diyerek katlettiler Kur'an ayetlerini. Soğuk, donuk ve cansız. Kur'an masabaşında okunan, ya da akşam yatmadan okunan bir romandan farksız hale geldi. Bu süreç diğer dinler incelediğinde tıpa tıp aynıdır. Bu işin İnsan tarafından izlenen kaderi bu olsa gerek...
Toparlamak gerekirse daha evvel tüm kutsal kabul edilen metinlerin başına gelen Kur'an'ın da başına gelmiştir. İçinde edebi aktarım formları ve kültürel temalar barındırması nedeniyle bu metnin başka bir dile çevirisi Allah adına konuşmak isteyenlerin işine yarayan bir araç olarak kullanılmıştır. Çünkü edebi metinler hermönetiğe çok müsaittir. Yorumsama özgürlüğünün sonu öylesine açıktır ki bir kişi İP yazan yerdeki anlamın, Ayakkabı bağı olduğu sonucu çıkardığı gibi diğeri İsam sehpasındaki yağlı urgan sonucunu çıkarabilmektedir. Oysa metinde kastedilen ise çamaşır ipidir. Çamaşırları asıp kuruma işine yarayan ip. Bu örneğin benzerleri Kur'an da çokça vardır.
Bakara Suresi 30. ayette ki Halifeh tamda bu örnek için biçilmiş kaftandır. İranlılar Zillullah inancını Halifelik kurumuna çevirmek için bu kelimenin birinci kök anlamı olan HALİFE olarak alıp Allah'ın yeryüzünde bir halife yaratacağına yordular bu ayeti. Zaten zihinsel arka planlarında Zillullah inancı mevcuttu. Ee eğer Allah bir halife yaratmışsa o da bizim Zillullah inancımızdaki kişidir deyip Halifelik kurumunu başlattılar. Oysa kelimenin kök anlamında "Muhalif" olmak da var. Yani Allah yeryüzünde iradesini Allah'ın kanun ve kurallarına uymayan yönde de kullanabilme potansiyeli ile yaratılacaktı.
Bir başka örnek ise Bakara 189 da Arap kültüründe bir deyim olarak geçen; "Evlere arkadan girmeyin" meselesidir. Bu ayetin gramatik olarak ev ve eve arkadan girmekle ilişkisi vardır ama anlam bilimsel çevirisi evle, evin arkasından, damından, bacasından, bahçesinden atlamakla bir ilgisi yoktur. Hatta bire bire asla çevrilmemelidir. Bire bir çevirilerin hermönetik facialara yol açtığı unutulmamalıdır. Yani Bakara Suresi 189 un Arapça metninde her şey kalmalı ancak Türkçe mealin bu deyim anlam bilimsel olarak şöyle çevrilmeli, üzerinde yapılan hermönetik geyiğine de bir son verilmelidir. "Allah'ın dinine hile karıştırıp Allah'ın diniyle dalga geçmeyin." Ya da en basit ve yalın anlamda "Allah'la dalga geçmeyin!" şeklinde çevrilmelidir. Kur'an metinleri daha çok edebi malzeme ile zenginleştirilmek yerine mümkün olduğunca basit ve yalın haline getirilmelidir. Bu Kur'anın saygınlığına bir halel getirmeyeceği gibi onun "Anlaşılsın diye basitleştirilmiş" gibi bir derdine daha yakın tutumdur.
Çünkü Kur'an, batini yorumlansın diye değil yerleşik toplum sorunlarını bununla çözsün diye zahiri çözümler içeren bir kitaptır. Kitab, bir amaca matuf inmiş ise amaç aracın gölgesinde kalmamalıdır. Bu tür bir çeviri biçimi, bizim mutlak surette araçsal argümanların hantallığından, geçmişin etüd edilmesinden, Kur'an dan zoraki bir hareket metodu, paradigma çıkarma mecburiyetinden kurtaracaktır. Arapların kendi dilinde inmiş olması, kendi dil çerçevesini kullanması amacının anlaşılması içindir. Daha zengin ve edebi bir zengin bir metin ortaya koyup En şahasere eseri ortaya Allah koayar yarışı değildi" Kur'an'ın amacı. Kavga vardı, kan akıyordu, zulüm vardı. Kur'an akan kanı durdurmak, haksızlığa son vermek, zalime de haddini bildirmek için gelmişti. Saha ortasında ter dökerek, kan dökerek yazılan bir metin şimdi masa başında hermönetizme kurban ediliyor. Yani yorumla yorumlayabildiğin kadar her şeyi her şeye. Nası olsa Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" demiyor mu. işte işte o her şeyin içinde bizim dinden geçimimizi sağlayacak her şey var işte.
"Hocam bir dil başka bir dile birebir motamot çevrilebilir mi?"
Alacağınız cevap kesinlikle "Hayır" olacaktır. Çünkü diye ekleyebilir teknik anlamda "Bir dilin bir başka dile kognitif çevirisi imkansızıdır" Bak bu dilci kimse çok sevdim bu abiyi, Eyvallah, Allah razı olsun. Zaten öyle bir dilci de tanımıyorum, şimdi uydurdum. Soru sizin gidin cevabını bulun gelin. Salladım, ister yiyin ister yemeyin ama aşağıdaki satırlar bu soru üzerine çok ciddi durmak için yazıldı.
Şimdi bir dilin bir başka dile motamot yani kognitif daha da yanicesi birebir çevirisi imkansızdır. İyide günümüzde bir dil, bir başka dile çeviriliyor insanlar birbiriyle konuşuyor, ticaret yapıyor, ülkeler arası ilişkileri düzenliyor, edebiyat, sanat ve şiirler başka bir dile çevriliyorken bu sorun niye ortaya çıkmıyor ?
Sorunumuz şu Din Dili'nin yani kutsal kabul edilen metinlerin başına gelenler pişmiş tavuğun başına gelmemesi sorunu. Nasıl mı ? Şöyle izah edeyim.
Günlük hayata dair yazılan her türlü yazı hayatın nesnel gerçeklikleri ile doğrudan ilişkili olduğundan bu dilde sağa sola çekme, üzerinde edebi hermönetik çıkarımsamalar yapma yani yor yorabildiğin, çek çekebildiğin yere daniskalığı olmaz. Adam bir dilde "nose" burun yazmışsa bizim dilimize herkes hemen parmağını burnuna götürür "ahaa burası" der hemen. tutup da milleti Ümit Burnu"ana götürüp " işte aslında kastedilen yer bu burun" demez. Çünkü ortada sağa sola çekilecek bir mesele de yoktur, söz konusu olan anlatım edebi bir anlatım değildir. Yorumsama bolluğu yaşanan metinler edebi metinlerdir. İçinde her dilin kendine özgü mecaz, özdeyiş, benzetme, alegori, tasvir yapılan metinler. Bu metinlerin dilbilimsel çevirisi anlambilimsel yapılmaz ise o metin canlılığını ve anlatmak istediği duyguyu kaybeder. Metnin gramatik, harfi harfine çevirisi böylesi metinlerde bir faciaya dönüşebilir. Hele hele içinde hayvanlar, canlı cansız varlıklar konuşturuluyorsa, devler, inler, cinler, periler varsa yani fabl sözkonusu ise sorun büyümeye başlayacaktır. Bu tür metinlerin başka bir dile çevirisini yapmamak bir insanlık suçunu önlemek kadar önemlidir.
Kur'anı Kerim zuhur ettiği Hicaz Yarımadasında Nebatça dili kullanan Araplara anlatmak ve aktarmak istediklerini aktardı. İslam bu toplum eliyle yayılmaya başladı ve karşısında ciddi bir direnç bularak farklı kültür ve güçlerle çarpıştı. Bunlardan en önemlisi ve İslam Tarihi açısından en büyük yekünü tutan İran'lılardır. İslam zuhur ettiğinde Arapların sözlü kültüre ait bir geçmişi onların ise bin beş yüz yıllık bir yazılı gelenekleri vardı. Arapların henüz grameri yazılmamış onların grameri yazılmış, sanat ve edebiyat tavan yapmıştı. Öyleki inanç biçimleri edebi eserlerin içine sinsice ve ustalıkla yedirilmişti. Leyla ile Mecnun hikayesi İran inancında ki Hulul inancının, yani insan ile tanrı nın aynı öze ulaşma, orada birleşme arka planının edebi aktarım biçimiydi. Sadece bu mu ! yüzlerce eser. Günümüzde bile İran filimlerinin tüm arka planında körlük, umutsuz aşk vakası gibi temalar bu arka plan çerçevesinde işlenir. İranlılar, Arapçanın gramerini yazmakla kalmadılar Tefsir ve Hadis külliyatını ve Kur'an çevirilerini, metinlerinin anlambilimsel çevirisi yerine kognitif çevirisini yaptılar. Bunu yaparken kendi inanç arka planlarıda bu metinlerin çevirileri yoluyla bize kadar ulaştı. Türkçe bir çok meal çalışması "Ooo adamın meali var abi" cahil saygısını kazanmak için yazıldığı göze çarpacak kadar kötüdür. Çoğu kopyadır, Çoğu indiği coğrafyanın sosylojisi dikkate alınmadan ve Allah'ın muradı ıskalanarak yapılmıştır. Daha farklı, daha edebi, daha keşiflere açık, daha, daha, daha diyerek katlettiler Kur'an ayetlerini. Soğuk, donuk ve cansız. Kur'an masabaşında okunan, ya da akşam yatmadan okunan bir romandan farksız hale geldi. Bu süreç diğer dinler incelediğinde tıpa tıp aynıdır. Bu işin İnsan tarafından izlenen kaderi bu olsa gerek...
Toparlamak gerekirse daha evvel tüm kutsal kabul edilen metinlerin başına gelen Kur'an'ın da başına gelmiştir. İçinde edebi aktarım formları ve kültürel temalar barındırması nedeniyle bu metnin başka bir dile çevirisi Allah adına konuşmak isteyenlerin işine yarayan bir araç olarak kullanılmıştır. Çünkü edebi metinler hermönetiğe çok müsaittir. Yorumsama özgürlüğünün sonu öylesine açıktır ki bir kişi İP yazan yerdeki anlamın, Ayakkabı bağı olduğu sonucu çıkardığı gibi diğeri İsam sehpasındaki yağlı urgan sonucunu çıkarabilmektedir. Oysa metinde kastedilen ise çamaşır ipidir. Çamaşırları asıp kuruma işine yarayan ip. Bu örneğin benzerleri Kur'an da çokça vardır.
Bakara Suresi 30. ayette ki Halifeh tamda bu örnek için biçilmiş kaftandır. İranlılar Zillullah inancını Halifelik kurumuna çevirmek için bu kelimenin birinci kök anlamı olan HALİFE olarak alıp Allah'ın yeryüzünde bir halife yaratacağına yordular bu ayeti. Zaten zihinsel arka planlarında Zillullah inancı mevcuttu. Ee eğer Allah bir halife yaratmışsa o da bizim Zillullah inancımızdaki kişidir deyip Halifelik kurumunu başlattılar. Oysa kelimenin kök anlamında "Muhalif" olmak da var. Yani Allah yeryüzünde iradesini Allah'ın kanun ve kurallarına uymayan yönde de kullanabilme potansiyeli ile yaratılacaktı.
Bir başka örnek ise Bakara 189 da Arap kültüründe bir deyim olarak geçen; "Evlere arkadan girmeyin" meselesidir. Bu ayetin gramatik olarak ev ve eve arkadan girmekle ilişkisi vardır ama anlam bilimsel çevirisi evle, evin arkasından, damından, bacasından, bahçesinden atlamakla bir ilgisi yoktur. Hatta bire bire asla çevrilmemelidir. Bire bir çevirilerin hermönetik facialara yol açtığı unutulmamalıdır. Yani Bakara Suresi 189 un Arapça metninde her şey kalmalı ancak Türkçe mealin bu deyim anlam bilimsel olarak şöyle çevrilmeli, üzerinde yapılan hermönetik geyiğine de bir son verilmelidir. "Allah'ın dinine hile karıştırıp Allah'ın diniyle dalga geçmeyin." Ya da en basit ve yalın anlamda "Allah'la dalga geçmeyin!" şeklinde çevrilmelidir. Kur'an metinleri daha çok edebi malzeme ile zenginleştirilmek yerine mümkün olduğunca basit ve yalın haline getirilmelidir. Bu Kur'anın saygınlığına bir halel getirmeyeceği gibi onun "Anlaşılsın diye basitleştirilmiş" gibi bir derdine daha yakın tutumdur.
Çünkü Kur'an, batini yorumlansın diye değil yerleşik toplum sorunlarını bununla çözsün diye zahiri çözümler içeren bir kitaptır. Kitab, bir amaca matuf inmiş ise amaç aracın gölgesinde kalmamalıdır. Bu tür bir çeviri biçimi, bizim mutlak surette araçsal argümanların hantallığından, geçmişin etüd edilmesinden, Kur'an dan zoraki bir hareket metodu, paradigma çıkarma mecburiyetinden kurtaracaktır. Arapların kendi dilinde inmiş olması, kendi dil çerçevesini kullanması amacının anlaşılması içindir. Daha zengin ve edebi bir zengin bir metin ortaya koyup En şahasere eseri ortaya Allah koayar yarışı değildi" Kur'an'ın amacı. Kavga vardı, kan akıyordu, zulüm vardı. Kur'an akan kanı durdurmak, haksızlığa son vermek, zalime de haddini bildirmek için gelmişti. Saha ortasında ter dökerek, kan dökerek yazılan bir metin şimdi masa başında hermönetizme kurban ediliyor. Yani yorumla yorumlayabildiğin kadar her şeyi her şeye. Nası olsa Biz bu kitapta hiç bir şeyi eksik bırakmadık" demiyor mu. işte işte o her şeyin içinde bizim dinden geçimimizi sağlayacak her şey var işte.