kafayı dinlemek için kafa yormak şart
Adamın birinin emekli olunca hayali şöyle sessiz sakin bir kasabaya yerleşmekmiş, olmuşta. İlk zamanlar miss. Çardak altında çay, kahve. Yerleştiği kasabaya gelen giden komşuların hoş geldin ziyaretleri, üç beş tavuk, folluktan taze yumarta, arka bahçeden bir kaç domates biberle taze köy kahvaltısı. Gel zaman git zaman kasabanın okulu açılmış...
Kasabanın okul yolu bu abimizin evinin önünden geçiyormuş. Ne kadar haşarı yaramaz çocuk varsa kapı önünden geçerken çöp tenekesini deviriyor, gürültü patırtı, fideleri kırıyor, hayvanları ürkütüyor falan filan. Adam bir gün iki gün, bir iki derken, bezmiş hayatından. Kafa dinlicek kafa bırakmamışlar. Bağırmış olmamış, çığırmış olmamış, ailelerine şikayete gitmiş üç gün sorun yok ama yine devam... Neyse adam düşünmüş taşınmış bir şey yapmalıyım ama ne ? demiş kendi kendine. Öyle bir yol bulmalıyım ki hayalimdeki sakinliğime kavuşmalıyım. Seslenmiş bir gün çocuklara geçerken tamda okula giderlerken. Elebaşları görünümlü olanına şöyle demiş;
- Çocuklar, demiş. Ben sizi her sabah okula giderken böyle çöpleri devirmeniz, meyve ağaçlarına dalmanız, hayvanları korkutmanızı önceleri çok yadırgadım, kızdım ama sonra hoşuma gitti bu yaptığınız. Bana çocukluğumu hatırlatıyorunuz. Gelin sizinle bir anlaşma yapalım. Hergün bu yaptığınız şeyleri okul tatil oluncaya kadar yapmaya devam edin her birinize haftalık 10'ar lira vericem, demiş.
Çocuklar havaya zıplamış, oley, harika bir iş demişler kendi aralarında. O zıpır ele başı var ya hemen önce çıkmış,
- Kabul ediyoruz.
İşte böyle, başlamışlar çocuklar çalışmaya. Bir gün iki gün hafta sonu gelmiş, çocuklar tam maaşı da alınca daha bi iştahlı çalışmaya başlamışlar, çöpleri deviriyor, ağaçlara çıkıyor, hayvanları kovalıyor hatta çatıya ve oraya buraya taş neyin de atıyorlarmış. Çocuklar deyim yerindeyse harika bir iş çıkartıyorlarmış. Aradan iki hafta geçmiş bizim abimiz çocuklara haftalık dağıtmak için bahçe çitinde oturuyor vaziyette bekliyormuş. Çocuklar heyecanla yaklaşmaya başlamışar ki elebaşları artık şef edasıyla öne atılıp,
- Nasıl amca memnun musunuz bizden ? deyivermiş.
- Memnun olmazmıyım, çok memnunum ama çocuklar çok kötü bir şey oldu demiş, bizim kafa dinlemek isteyen abimiz.
- Hayırdır amca ne oldu seni çok özgün görüyoruz demişler.
- bizim çocuk üniversitede okuyor, evden çıkarmak istemiş abileri. Eve Internet bağlamışlar, Abiler ide oha evde internet mi olur deyip posta koymuşlar, genç tabi bunlar atarlanmışlar, başka bir eve çıkacaklarmış. Onun için emekli maaşımdan bir kısmını bizim çocuğua göndermem lazım, demiş.
- Oha amca ya demiş çocuklar, Allah bilir bu abilerin kendi evlerinde interneti vardır ha. Hem koskoca üniversite çağında ki bu çocuklara askeri disiplin hiç de hoş olmadı bilesin, demişer.
- Napalım çocuklar olsun, kısmet işte. Ama sorun bu değil, size vereceğim maaş da kesinti yapmam gerekcek, demiş.
- Sorun yok amca olur böyle şeyler demişler, demişler demesine de maaşlar kesilince çikilota, piskevit, gazozdan olma korkusu sarmış bir kere yüreciklerini
Bizim abimiz üçüncü hafta aynı yerde yine beklemiş çeteyi. Haylazlar görününce yine üzgün bir edayla,
- Çocuklar demiş, geçen hafta bizim çocuğun yanına gittim. Onlarda bir ihtiyaç sahibi aile varmış onun yanına gitmişler beni de çağardılar. Evde soba yoktu, kömür yoktu, çocukların ayağında da doğru dürüst terlik yoktu. Üst baş neyin, bir soba, birkaç torba kömür alınca benim sizin maaş aklımdan uçtu gitti. Size biraz kesinti yapsam kusura bakmazsınız değil mi ? deyince homurtular başlamış.
- Amca Suriye'ye girerken bize mi sordular! Biz kendi karnımızı zor doyuruyoruz bir de onlara mı bakacağız, demişler. Üstelik kendi memleketlerini bırakıp kaçmasalardı, demişler.
- Evladım, iki gözüm çiçeğim. Onların kaçması kendi imtihanları, bizim onlara kucak açmamız kendi imtihanımız, bak ağzına biber sürerim. Hiç annen baban sana iki gözüm Muhammed'in o büyük davasından söz etmedi mi !
- Öff amca sen bizim şu üç kuruş maaşımızı ver de işimize bakalım.
Aradan bir hafta daha geçmiş ve tekrar aynı mevzular ve abimiz,
- Artık size anca hafta 1 lira verebilirim, bir arkadaşım ev satın aldı, bildiğin zengin fakir oldu. Üç beş aile için ayda bir Bim'e gidip erzak alıyor kapılarına bırakıyorduk. Artık ayda yüz lira veremicek miş! Evin taksitleri zorluyormuş. Böyle deyince bizim çocuklar
- Abi biz işi bırakıyoruz demişler.
Kıssadan hisse bununla ilgili değil aslında, Kıssalardan konuşalım az. Kıssalar da Allah'ın elçileri bir toplumun nelerden vazgeçmesi gerektiğini önce kendi hayatları ile daha sonra Allah'ın yol göstericiliği ile örneklendiriliyor. Elçi'ler toplumun gelenekleri ile çatışmıyor onları Hakk'a çağırmak için zeki ve ikna edici yöntemler buluyorlardı. İbrahim putları deviriyor, baltayı en büyüğünün boynuna astı, "Kim yaptı bunu ?" diye soranlara da en büyüğünü işaret edip "O yaptı" dedi. Ve kendileri kendi çaresizlikleri içinde şu itirafı yapmak zorunda kaldılar halkın gözü önünde "İyi de O bunu yapamaz ki". Musa Firavun ile tartışmaya başladığında "Benim Rabbim yedirir ve içir" dedi. O da " Ben de sizi Nil ve Mısır'ın nimetleri ile nimetlendiriyorum" demişti. Bunu üzerine Musa "Benim Rabbim güneşi doğudan doğuran batıdan batırandır, haydi sende batıdan doğurda görelim" dedi. Teolojik tartışmalara, matematiksel ispatlara, sırlara gizemlere daldırıp çıkarmadı Firavun'u. "Gerizekalı mısın sen, olur mu öyle şey! Yanmaz kefen, Peygamberi rüyada gösteren terlik, sümükü şerif diye milleti kandırdığın uyduruk şeylerle halkı sömürüyorsun dangalak" demedi.
Geçti bir yıl daha. yok İsa'nın doğum günüydü, yok Noel di, yok Hicri Yılbaşı on gün erkenden kutlanırmıymış, kutlanmazmıy mış?. Bitmez abi bitmez bunlar. Ne her sene noel kavgamız ne de Ramazan da geyik sorularımız bitmez bizim. Ümmet adeta kapımızın önünden geçerken belasını arayan yaramaz çocuklar gibi. Onlara yaptıkları işlerin ne fana olduğunu anlatmanın bir yolu olmalı, ikna edici bir yolu. Öyle bir yol ki kendileri vazgeçmeliler, zorla, kınayarak, kavga ederek ve ağız dalaşıyla değil. İkna edemediysek kendi işimize bakalım. Açlar, açıktakiler ve mazlumlar. Hele ki zalimin burnunu yere sürtmek... işte Allah'ın gündemi hep bu. Sarhoş narası, 5-4-3-2-1, oleyyyy, havai fişek antipatisi değil. İşimize bakalım kardeşim işimize...
Kasabanın okul yolu bu abimizin evinin önünden geçiyormuş. Ne kadar haşarı yaramaz çocuk varsa kapı önünden geçerken çöp tenekesini deviriyor, gürültü patırtı, fideleri kırıyor, hayvanları ürkütüyor falan filan. Adam bir gün iki gün, bir iki derken, bezmiş hayatından. Kafa dinlicek kafa bırakmamışlar. Bağırmış olmamış, çığırmış olmamış, ailelerine şikayete gitmiş üç gün sorun yok ama yine devam... Neyse adam düşünmüş taşınmış bir şey yapmalıyım ama ne ? demiş kendi kendine. Öyle bir yol bulmalıyım ki hayalimdeki sakinliğime kavuşmalıyım. Seslenmiş bir gün çocuklara geçerken tamda okula giderlerken. Elebaşları görünümlü olanına şöyle demiş;
- Çocuklar, demiş. Ben sizi her sabah okula giderken böyle çöpleri devirmeniz, meyve ağaçlarına dalmanız, hayvanları korkutmanızı önceleri çok yadırgadım, kızdım ama sonra hoşuma gitti bu yaptığınız. Bana çocukluğumu hatırlatıyorunuz. Gelin sizinle bir anlaşma yapalım. Hergün bu yaptığınız şeyleri okul tatil oluncaya kadar yapmaya devam edin her birinize haftalık 10'ar lira vericem, demiş.
Çocuklar havaya zıplamış, oley, harika bir iş demişler kendi aralarında. O zıpır ele başı var ya hemen önce çıkmış,
- Kabul ediyoruz.
İşte böyle, başlamışlar çocuklar çalışmaya. Bir gün iki gün hafta sonu gelmiş, çocuklar tam maaşı da alınca daha bi iştahlı çalışmaya başlamışlar, çöpleri deviriyor, ağaçlara çıkıyor, hayvanları kovalıyor hatta çatıya ve oraya buraya taş neyin de atıyorlarmış. Çocuklar deyim yerindeyse harika bir iş çıkartıyorlarmış. Aradan iki hafta geçmiş bizim abimiz çocuklara haftalık dağıtmak için bahçe çitinde oturuyor vaziyette bekliyormuş. Çocuklar heyecanla yaklaşmaya başlamışar ki elebaşları artık şef edasıyla öne atılıp,
- Nasıl amca memnun musunuz bizden ? deyivermiş.
- Memnun olmazmıyım, çok memnunum ama çocuklar çok kötü bir şey oldu demiş, bizim kafa dinlemek isteyen abimiz.
- Hayırdır amca ne oldu seni çok özgün görüyoruz demişler.
- bizim çocuk üniversitede okuyor, evden çıkarmak istemiş abileri. Eve Internet bağlamışlar, Abiler ide oha evde internet mi olur deyip posta koymuşlar, genç tabi bunlar atarlanmışlar, başka bir eve çıkacaklarmış. Onun için emekli maaşımdan bir kısmını bizim çocuğua göndermem lazım, demiş.
- Oha amca ya demiş çocuklar, Allah bilir bu abilerin kendi evlerinde interneti vardır ha. Hem koskoca üniversite çağında ki bu çocuklara askeri disiplin hiç de hoş olmadı bilesin, demişer.
- Napalım çocuklar olsun, kısmet işte. Ama sorun bu değil, size vereceğim maaş da kesinti yapmam gerekcek, demiş.
- Sorun yok amca olur böyle şeyler demişler, demişler demesine de maaşlar kesilince çikilota, piskevit, gazozdan olma korkusu sarmış bir kere yüreciklerini
Bizim abimiz üçüncü hafta aynı yerde yine beklemiş çeteyi. Haylazlar görününce yine üzgün bir edayla,
- Çocuklar demiş, geçen hafta bizim çocuğun yanına gittim. Onlarda bir ihtiyaç sahibi aile varmış onun yanına gitmişler beni de çağardılar. Evde soba yoktu, kömür yoktu, çocukların ayağında da doğru dürüst terlik yoktu. Üst baş neyin, bir soba, birkaç torba kömür alınca benim sizin maaş aklımdan uçtu gitti. Size biraz kesinti yapsam kusura bakmazsınız değil mi ? deyince homurtular başlamış.
- Amca Suriye'ye girerken bize mi sordular! Biz kendi karnımızı zor doyuruyoruz bir de onlara mı bakacağız, demişler. Üstelik kendi memleketlerini bırakıp kaçmasalardı, demişler.
- Evladım, iki gözüm çiçeğim. Onların kaçması kendi imtihanları, bizim onlara kucak açmamız kendi imtihanımız, bak ağzına biber sürerim. Hiç annen baban sana iki gözüm Muhammed'in o büyük davasından söz etmedi mi !
- Öff amca sen bizim şu üç kuruş maaşımızı ver de işimize bakalım.
Aradan bir hafta daha geçmiş ve tekrar aynı mevzular ve abimiz,
- Artık size anca hafta 1 lira verebilirim, bir arkadaşım ev satın aldı, bildiğin zengin fakir oldu. Üç beş aile için ayda bir Bim'e gidip erzak alıyor kapılarına bırakıyorduk. Artık ayda yüz lira veremicek miş! Evin taksitleri zorluyormuş. Böyle deyince bizim çocuklar
- Abi biz işi bırakıyoruz demişler.
Kıssadan hisse bununla ilgili değil aslında, Kıssalardan konuşalım az. Kıssalar da Allah'ın elçileri bir toplumun nelerden vazgeçmesi gerektiğini önce kendi hayatları ile daha sonra Allah'ın yol göstericiliği ile örneklendiriliyor. Elçi'ler toplumun gelenekleri ile çatışmıyor onları Hakk'a çağırmak için zeki ve ikna edici yöntemler buluyorlardı. İbrahim putları deviriyor, baltayı en büyüğünün boynuna astı, "Kim yaptı bunu ?" diye soranlara da en büyüğünü işaret edip "O yaptı" dedi. Ve kendileri kendi çaresizlikleri içinde şu itirafı yapmak zorunda kaldılar halkın gözü önünde "İyi de O bunu yapamaz ki". Musa Firavun ile tartışmaya başladığında "Benim Rabbim yedirir ve içir" dedi. O da " Ben de sizi Nil ve Mısır'ın nimetleri ile nimetlendiriyorum" demişti. Bunu üzerine Musa "Benim Rabbim güneşi doğudan doğuran batıdan batırandır, haydi sende batıdan doğurda görelim" dedi. Teolojik tartışmalara, matematiksel ispatlara, sırlara gizemlere daldırıp çıkarmadı Firavun'u. "Gerizekalı mısın sen, olur mu öyle şey! Yanmaz kefen, Peygamberi rüyada gösteren terlik, sümükü şerif diye milleti kandırdığın uyduruk şeylerle halkı sömürüyorsun dangalak" demedi.
Geçti bir yıl daha. yok İsa'nın doğum günüydü, yok Noel di, yok Hicri Yılbaşı on gün erkenden kutlanırmıymış, kutlanmazmıy mış?. Bitmez abi bitmez bunlar. Ne her sene noel kavgamız ne de Ramazan da geyik sorularımız bitmez bizim. Ümmet adeta kapımızın önünden geçerken belasını arayan yaramaz çocuklar gibi. Onlara yaptıkları işlerin ne fana olduğunu anlatmanın bir yolu olmalı, ikna edici bir yolu. Öyle bir yol ki kendileri vazgeçmeliler, zorla, kınayarak, kavga ederek ve ağız dalaşıyla değil. İkna edemediysek kendi işimize bakalım. Açlar, açıktakiler ve mazlumlar. Hele ki zalimin burnunu yere sürtmek... işte Allah'ın gündemi hep bu. Sarhoş narası, 5-4-3-2-1, oleyyyy, havai fişek antipatisi değil. İşimize bakalım kardeşim işimize...