YEK başına İbrahim.
İbrahim önce babasına, sonra toplumuna ve daha sonra kendini toplumun çobanı sanan Nemrud'a: "Hepiniz ne mal adamlarsınız ya, putları işaret ederek, şunlara mı tapıyorsunuz ?" dedi. Dedi mi ? dedi dedi, yok yok öyle demedi. Onların fanatizm damarına basmadı. Geleneklerinin üzerine çömkürmedi, höykürmedi, sabah akşam madaralık peşinde koşmadı.
Babasına "Sana yararı da zararı da dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun ? dedi. Düşündürmek istedi. Belki kendine gelir diye. Ve her seferinde cümlesine: "Ey Babacığım" diye başladı. Yani;
"benim derdim seni madara etmek değil seni içine düştüğün bataklıktan kurtarmak" duygusunu vermek için.
Toplumuna ise "Size yararı da zararı da dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun ? dedi. Düşündürmek istedi. Baltayla mabede dalıp bütün putları kırıp "bunu putlarımıza kim yaptı?" sorusunu sordurup baltayı en büyüklerinin boynuna astığını işaret ederek " o yaptı" dedi niçin ?
"Sen de bilirsin ki Ey İbrahim bunlar konuşmaz" itirafını yaptırmak için.
Sıra geldi Nemrud'a. Bir yanlışı düzeltelim önce. Tıpkı Firavun gibi Nemrud da asla "Ben ALLAH'IM" demedi. Bizim geleneksel algımızda maalesef bu böyle yanlış bilinir. Hiç bir toplum Mutlak Aşkın olan ve her toplumun farklı farklı isimlerle isimlendirdiği Allah yerine hiç kimseyi koymamıştır. ARAYA BİRİNİ KOYMUŞTUR. Bütün sorun ve bütün karışıklık da buradan çıkıyor. Nemrud öylesine yığıp biriktiriyor, öylesine halkın üstünde jakoben, lümpen, Nişantaşı edası Bağdat Caddesi mantığı ile kendini üstün görüyordu ki "fabrikamı kapatsam hepiniz açlıktan ölürsünüz" demeye getiriyordu. Hayat onun ve onun gibi arilerin, seçkinlerin ve kast sınıfında en üstte olanların hayatıydı, gerisi parya gerisi "işçisin sen işçi kal" türküsü.
Ne yaptı İbrahim ?
"Bende yediriyor içiriyorum, dükkanı kapatsam açlıktan ölürsünüz" dediğinde Nemrud'a
"Benim ve şu halkında doyuranı, Güneşi doğudan doğruyor, batıdan batırıyor, sıkıysa sende tam tersini yap!" dedi. Bu şu demek aslında; Ekinleri yeşerten de, meyveleri bitiren de, yağmurları yağdıran da, buğdayı ekmeğe dönüştüren de suyu veren de O'dur. Bizi iki ayağımızın üstünde doğrultan, iki el, bir ağız ve bir çift iki gözveren de O'dur. Senin asgari ücretine kalmadık !
İşte İbrahim, işte adamım İbrahim. işte kavgasına ortak olduğumda kendimi dağlar kadar güçlü hissettiğim kardeşim İbrahim. İki gözüm Muhammedin atası, davasının dert ortağı. Babasına, toplumuna ve otoritenin ciğerine meydan okuyan adam. Ahmakça ve kör döğüşüyle değil, düşündürerek, aklını başına toplasın diye dank ettirek. Fanatik bir takım taraftarı gibi sahte tanrılarına, aptalca geleneklerine söverek değil. Anne ve babasının karşına dikilip "Ölünün arkasından Kur'an okunmaz, Şefaat vardır yoktur, Kur'an uzaydan söz ediyor etmiyor, dört eşlilik, kölelik, cariyelik, kadına kaç pay verelim mirastan" geyiği. "Akıl nedir, Vicdan nedir, Ahlak nedir ?" sorularının beyhude arayışları ile felsefenin de tasavvufun da bitip tükenmez kuyularında oyalanana o dernek senin bu dernek benim boş işleri ile ise hiç arası yoktu. İbrahim bir dert adamıydı, zira hiç bir yerde barınamamıştı. O diyar senin bu diyar benim yerinden yurdundan ancak bir davanın adamı kovulurdu. Yoksa TRT Diyanet de Musiki eşliğinde ve Rask-ı Cümbüş eşliğinde anlatılan Din'den kim rahatsız olsun ki ! Kendi etrafında dönen Mevlevilerin "Gel gel ........ olsan da gel" diyen bir kapının önünden niye kovulsun. Hayat kendi etrafında mayalanmış aklıyla dönene güzel İbrahim'im. Senin derdin de bu olaydı ya!
Bir de unutmadan eklemek gerekir ki "İbrahim tek başına bir ümmetti" derken o ağaç kovuğuna sığınmış, mağaraya çekilmiş ve bir lokma bir hırka peygamberi değildi. Kavga adamıdır o kavga. O bu yüzden yalnızdır. Tıpkı İslam'ın tüm çağlarda yalnız oluşu ve yalnız adamların kavgasında olduğu gibi. Kavgaya kafadan dalınca yalnızlaştırır toplum. dışlar, afarozu yer zındığın da teki olursun. Babana, atana ve içinde bulunduğun otoriteye laf anlatamayınca onlar haklı sen haksız olursun. Kavgada tek kalırsın. Sonraki nesillerde gelir senin bu yalnız kavganı tv'lerde, sohbetlerde, salon toplantılarında, haftalık tefsir, kelam, fıkıh, meal derslerinde ballandıra ballandıra anlatırlar. Açlar, açıktakiler, mazlumlar ve zalime baş kaldırışlar, hep masa başında işlenir. Bu hafta ki dersimiz ;"O iş bizde tamam yaaa, bizdee..."
Ne zaman ulan ne zaman !
Ne zaman bitecek bu asırlardır sürdürdüğünüz geyik muhabbeti ile süslenmiş tartışmalarınız, aforizmalarınız, paradigmalarınız ha ne zaman !
Ne zaman el atacaksın bu işlere söylesen ya ne zaman !
Hangi gün sabah "Bismillah" deyip varoşlara dalacaksın ki açın halinden anlayıp, çıplağın sırtını sıvazlayacaksın. Zalime ne zaman haykırmak için sokağa çıkacaksın !...
Uyu İbrahim'im uyu, gözün arkada kalmasın. Davana sahip çıkıyoruz biz merak etme sen !
Babasına "Sana yararı da zararı da dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun ? dedi. Düşündürmek istedi. Belki kendine gelir diye. Ve her seferinde cümlesine: "Ey Babacığım" diye başladı. Yani;
"benim derdim seni madara etmek değil seni içine düştüğün bataklıktan kurtarmak" duygusunu vermek için.
Toplumuna ise "Size yararı da zararı da dokunmayan şeylere niçin tapıyorsun ? dedi. Düşündürmek istedi. Baltayla mabede dalıp bütün putları kırıp "bunu putlarımıza kim yaptı?" sorusunu sordurup baltayı en büyüklerinin boynuna astığını işaret ederek " o yaptı" dedi niçin ?
"Sen de bilirsin ki Ey İbrahim bunlar konuşmaz" itirafını yaptırmak için.
Sıra geldi Nemrud'a. Bir yanlışı düzeltelim önce. Tıpkı Firavun gibi Nemrud da asla "Ben ALLAH'IM" demedi. Bizim geleneksel algımızda maalesef bu böyle yanlış bilinir. Hiç bir toplum Mutlak Aşkın olan ve her toplumun farklı farklı isimlerle isimlendirdiği Allah yerine hiç kimseyi koymamıştır. ARAYA BİRİNİ KOYMUŞTUR. Bütün sorun ve bütün karışıklık da buradan çıkıyor. Nemrud öylesine yığıp biriktiriyor, öylesine halkın üstünde jakoben, lümpen, Nişantaşı edası Bağdat Caddesi mantığı ile kendini üstün görüyordu ki "fabrikamı kapatsam hepiniz açlıktan ölürsünüz" demeye getiriyordu. Hayat onun ve onun gibi arilerin, seçkinlerin ve kast sınıfında en üstte olanların hayatıydı, gerisi parya gerisi "işçisin sen işçi kal" türküsü.
Ne yaptı İbrahim ?
"Bende yediriyor içiriyorum, dükkanı kapatsam açlıktan ölürsünüz" dediğinde Nemrud'a
"Benim ve şu halkında doyuranı, Güneşi doğudan doğruyor, batıdan batırıyor, sıkıysa sende tam tersini yap!" dedi. Bu şu demek aslında; Ekinleri yeşerten de, meyveleri bitiren de, yağmurları yağdıran da, buğdayı ekmeğe dönüştüren de suyu veren de O'dur. Bizi iki ayağımızın üstünde doğrultan, iki el, bir ağız ve bir çift iki gözveren de O'dur. Senin asgari ücretine kalmadık !
İşte İbrahim, işte adamım İbrahim. işte kavgasına ortak olduğumda kendimi dağlar kadar güçlü hissettiğim kardeşim İbrahim. İki gözüm Muhammedin atası, davasının dert ortağı. Babasına, toplumuna ve otoritenin ciğerine meydan okuyan adam. Ahmakça ve kör döğüşüyle değil, düşündürerek, aklını başına toplasın diye dank ettirek. Fanatik bir takım taraftarı gibi sahte tanrılarına, aptalca geleneklerine söverek değil. Anne ve babasının karşına dikilip "Ölünün arkasından Kur'an okunmaz, Şefaat vardır yoktur, Kur'an uzaydan söz ediyor etmiyor, dört eşlilik, kölelik, cariyelik, kadına kaç pay verelim mirastan" geyiği. "Akıl nedir, Vicdan nedir, Ahlak nedir ?" sorularının beyhude arayışları ile felsefenin de tasavvufun da bitip tükenmez kuyularında oyalanana o dernek senin bu dernek benim boş işleri ile ise hiç arası yoktu. İbrahim bir dert adamıydı, zira hiç bir yerde barınamamıştı. O diyar senin bu diyar benim yerinden yurdundan ancak bir davanın adamı kovulurdu. Yoksa TRT Diyanet de Musiki eşliğinde ve Rask-ı Cümbüş eşliğinde anlatılan Din'den kim rahatsız olsun ki ! Kendi etrafında dönen Mevlevilerin "Gel gel ........ olsan da gel" diyen bir kapının önünden niye kovulsun. Hayat kendi etrafında mayalanmış aklıyla dönene güzel İbrahim'im. Senin derdin de bu olaydı ya!
Bir de unutmadan eklemek gerekir ki "İbrahim tek başına bir ümmetti" derken o ağaç kovuğuna sığınmış, mağaraya çekilmiş ve bir lokma bir hırka peygamberi değildi. Kavga adamıdır o kavga. O bu yüzden yalnızdır. Tıpkı İslam'ın tüm çağlarda yalnız oluşu ve yalnız adamların kavgasında olduğu gibi. Kavgaya kafadan dalınca yalnızlaştırır toplum. dışlar, afarozu yer zındığın da teki olursun. Babana, atana ve içinde bulunduğun otoriteye laf anlatamayınca onlar haklı sen haksız olursun. Kavgada tek kalırsın. Sonraki nesillerde gelir senin bu yalnız kavganı tv'lerde, sohbetlerde, salon toplantılarında, haftalık tefsir, kelam, fıkıh, meal derslerinde ballandıra ballandıra anlatırlar. Açlar, açıktakiler, mazlumlar ve zalime baş kaldırışlar, hep masa başında işlenir. Bu hafta ki dersimiz ;"O iş bizde tamam yaaa, bizdee..."
Ne zaman ulan ne zaman !
Ne zaman bitecek bu asırlardır sürdürdüğünüz geyik muhabbeti ile süslenmiş tartışmalarınız, aforizmalarınız, paradigmalarınız ha ne zaman !
Ne zaman el atacaksın bu işlere söylesen ya ne zaman !
Hangi gün sabah "Bismillah" deyip varoşlara dalacaksın ki açın halinden anlayıp, çıplağın sırtını sıvazlayacaksın. Zalime ne zaman haykırmak için sokağa çıkacaksın !...
Uyu İbrahim'im uyu, gözün arkada kalmasın. Davana sahip çıkıyoruz biz merak etme sen !