Bilinç Sarkacı
Kur'an ı Kerim de Firavun ile ilgili bir ayette onun müsriflerden olduğu yazar. İnsan ister istemez soruyor "acaba Firavun çok fazla ekmek israfı yaptığı için mi helak oldu?" yok yok öyle değil.
Algı dünyamızda nedense "israf" kelimesi yani "müsriflik" eylemi nedense hep "yemeği, ekmeği çöpe atma" veya"dededen, babadan kalma tarlaları satıp barda pavyonda yeme" olarak yer etmiş. Dün akşam arkadaşlarla oturduk bu konuyu konuştuk. Erdem kardeş bu konuyu bize anlatacaktı ve bende onu bu yanlış algımız üzerinden sıkıştıracaktım. Hazırlanmıştım, "bak işin doğrusu öyle değil böyle" diye hava da kasıcaktım, tüh hevesim kursağımda kaldı. Allah razı olsun konuya iyi hazırlanmış ve o da konuya "Firavunun israf edenlerden oluşundan" girince mesele daha bi yerli yerine oturdu. Hatta "ben bu konuya girmeden evvel meselenin bu kadar geniş kapsamlı olduğunu düşünmemiştim" diyerek de şaşkınlığını dile getirdi.
Konuya dönecek olursak Kur'an-ı Kerim de "israf" kelimesi, "müsriflik" eylemi üç ana başlık altında toplanabilecek şekilde işlenmiş.
Birincisi; Allah'a muhalefet etme yoluyla haddi aşmak.
İkincisi; İnsan fıtratına ve sosyal yapıya muhalefet etme yoluyla haddi aşma.
Üçüncüsü ise Sünnetullaha yani kainattaki kozmik uyuma muhalefet etme yoluyla haddi aşmak.
Bu üç anlamda da "haddi aşmak" anlamında kullanılan israf, "sınırı aşmak, ölçüyü kaçırmak, dengeyi bozmak" olarak özetlenebilir. Bu durumda ortaya çıkan durum "ifsad" yeryüzünde Allah'ın daima tarafı olduğu bir kavganın da diğer tarafı. "Onlara yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" ayetinde haddi aşarak ve üstelik bunu "ıslah ediyoruz" maskesiyle yapanların asıl müsrifler olduğunu anlıyoruz.
Kur'an bu bağlamda; Yunus Suresi 83. ayette; "Firavun ve onun seçkinler çevresi kendilerine zulmeder korkusuyla (başkaları geri dururken) kavminden ancak birkaç kişi Musa'ya olan inançlarını açıkladılar: çünkü Firavun ülkede gerçekten de nüfuz ve iktidar sahibiydi, ve üstelik ölçüsüz, acımasız biriydi." der. Firavunun ekmek israfı yüzünden değil yeryüzünde bozgunculuk çıkardığı, insanlığı sömürdüğü için haddi aştığı, ifsadın bir neticesi olarak müsriflerden olduğu anlaşılıyor. Birinci anlamda Allah'a muhalefet etmenin en güzel örneği bu ayette açıkça görülüyor. Yine Şuara Suresi 150-151 de "Öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin, ölçüyü aşanların sözüne uymayın" der. Yunus 19. Ayette ise (Elçiler) şöyle cevap verdiler: "Kaderiniz, iyi de kötü de olsa, sizinle birlikte (olacak)tır! (Hakikati) can kulağıyla dinlemeniz isteniyorsa (bu sizce kötü bir şey mi?) Hayır, fakat siz kendinize yazık etmiş bir toplumsunuz!"der. Yine ayet aynı kelime ile biter "musrifun". Allah'ın yeryüzünde barış ve adalet olsun istediği ölçüyü aşmanın belli ki bir standardı var. Elçilere kulak vermemek, kibir nedeniyle sosyal düzeni bozmak, kan dökmek, adaleti zedelemek, hukuk tanımamak.
İkinci bağlamda insan fıtratı ve sosyal düzene muhalet etmeye en iyi örnek Lut Kavminin cinsel tercihini insan fıtratına aykırı biçimde kullanmaya kalkmasıdır. İnsanın tek başına yaşayan bir varlık olmadığı gözönünde bulundurulursa ferdiyetçi tüm kararlar, tercihler sosyal bir dokuya uyumu zorunlu kılar. Hiç bir insanın kişisel tercihlerin toplumsal uyumun aksi istikamette olmamalıdır. Üstelik bu tercihin baskı, şiddet ve cebri beraberinde getirmesi gelinen sürecin bir tercih değil dayatma olduğunu gösteriyor. Ortaya çıkacak olan durumun sosyal dokuya zarar vereceği açıkça ortadadır. Bu konu ile ilgili yine Araf Suresi 31. ayette; "Ey Ademoğulları! (Allah'a) kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çeki düzen verin; (serbestçe) yiyin için, fakat saçıp savurmayın: (çünkü) kuşku yok ki, O savurganları sevmez! " denir. İsra Suresi 26. ayette ise çok çarpıcı bir detay vardır. "Ve (ey insanoğlu,) yakın(ların)a hak(lar)ını ver; düşküne de, yolda kalmışa da; ama sakın (elindekini) anlamsız, amaçsız bir biçimde saçıp savurma." Ayette yapılan fiilin "tubezzir" ihtiyaç sahipleri dururken insanın kendisi için harcaması "tebzir" savurganlık olarak nitelendiriliyor. İnsanın bulunduğu mahallede, şehirde ya da ülkede bir ortalama tutturması ve bu ortalamayı aşması israftır. İsrafın türü ve miktarı bu nedenle toplumun sosyolojik şartlarına göre değişen bir unsurdur.
Tam da bu sırada Rasim abi çok güzel bi soru sordu; "İyi de abi her mahallenin ekonomik ve gelişmişlik şartları farklı. Hangi mahalleyi baz alacağız, ya da zengin bir mahallede oturan birisi bu yüzden fakir bir mahalleye mi taşınacak?"
Harika bir soru bu. Tam da bu konudan muzdarip durumdayız. Ayetin çerçevesi dikkate alındığında önce paylaşımın yapılmasını daha sonra savurganlık yapılmamasına değiniliyor. İşte bizim ıskaladığımız ve dengesini şaşırdığımız nokta da burası. İhtiyaç sahipleri dururken yaptığımız ve yapacağımız her harcama bir savurganlıktır. Yeryüzünde bulunuş gayemiz evimizi, işimizi, ailemizi teknolojik ve standartları yükseltilmiş bir konfora kavuşturmak değildir. Önceliklerimiz olmalıdır. İnsanın bulunduğu çevrede yetebildiği kadarıyla muhtaç ve ihtiyaç sahibine yetişip sonrasında kendisini düşünmesi Allah'ın bir toplumsal düzende görmek istediği diğergamlığın adı bu olsa gerek. Önce kardeşini düşün !
Bakkal Ahmet abi'nin katkıları, Serhat abi'nin katkıları, Kerim'in katkıları, Emrah abi'nin katkıları derken Fatih Hoca çok güzel bir tespitte bulundu. Rasim abi'nin sorusuyla da doğrudan ilişkiliydi.
Peki ama bunun dengesini nasıl belirleyeceğiz ? Bu konuda terazinin "vicdan" olduğunu düşünüyorum dedi. Muhteşem bir tespitti. Evet çok doğru bir terazi. Bir insanın gerçekten neye ihtiyacı olup olmadığı, kardeşi dururken kendi yapacağı harcamanın ölçüsünü belirleyecek olan gerçek bir ölçü...
Son olarak israf konusunda değinilmesi gereken nokta Allah'ın Sünnetullahına muhalefet bağlamında israf. İnsanoğlunun tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarını hoyratça ve acımasızca sömürmesi, kardeşiyle paylaşmayıp kendisi için yığması israfın da bir diğer boyutudur.
Genel çerçevede bakıldığında Allah'ın insanda bir bilinç inşa etmeye çalıştığı. Bu bilinci oluştururken bir denge unsuru olarak toplumsal bir düzlemi baz aldığı görülüyor. İnsan'ın bir diğer tekini sömürmeye engel, hiç kimsenin yerini yurdunu terketmeye zorlanmadığı, kardeşin kardeşi gözettiği adalete dayalı diğergam bir toplum. Allah'a, insanlığa ve kainata muhalefetin olmadığı, hiç bir şeyin israf edilmediği bir toplum.
Belki de Cennet böyle bir yerdir, kimbilir...
Algı dünyamızda nedense "israf" kelimesi yani "müsriflik" eylemi nedense hep "yemeği, ekmeği çöpe atma" veya"dededen, babadan kalma tarlaları satıp barda pavyonda yeme" olarak yer etmiş. Dün akşam arkadaşlarla oturduk bu konuyu konuştuk. Erdem kardeş bu konuyu bize anlatacaktı ve bende onu bu yanlış algımız üzerinden sıkıştıracaktım. Hazırlanmıştım, "bak işin doğrusu öyle değil böyle" diye hava da kasıcaktım, tüh hevesim kursağımda kaldı. Allah razı olsun konuya iyi hazırlanmış ve o da konuya "Firavunun israf edenlerden oluşundan" girince mesele daha bi yerli yerine oturdu. Hatta "ben bu konuya girmeden evvel meselenin bu kadar geniş kapsamlı olduğunu düşünmemiştim" diyerek de şaşkınlığını dile getirdi.
Konuya dönecek olursak Kur'an-ı Kerim de "israf" kelimesi, "müsriflik" eylemi üç ana başlık altında toplanabilecek şekilde işlenmiş.
Birincisi; Allah'a muhalefet etme yoluyla haddi aşmak.
İkincisi; İnsan fıtratına ve sosyal yapıya muhalefet etme yoluyla haddi aşma.
Üçüncüsü ise Sünnetullaha yani kainattaki kozmik uyuma muhalefet etme yoluyla haddi aşmak.
Bu üç anlamda da "haddi aşmak" anlamında kullanılan israf, "sınırı aşmak, ölçüyü kaçırmak, dengeyi bozmak" olarak özetlenebilir. Bu durumda ortaya çıkan durum "ifsad" yeryüzünde Allah'ın daima tarafı olduğu bir kavganın da diğer tarafı. "Onlara yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" ayetinde haddi aşarak ve üstelik bunu "ıslah ediyoruz" maskesiyle yapanların asıl müsrifler olduğunu anlıyoruz.
Kur'an bu bağlamda; Yunus Suresi 83. ayette; "Firavun ve onun seçkinler çevresi kendilerine zulmeder korkusuyla (başkaları geri dururken) kavminden ancak birkaç kişi Musa'ya olan inançlarını açıkladılar: çünkü Firavun ülkede gerçekten de nüfuz ve iktidar sahibiydi, ve üstelik ölçüsüz, acımasız biriydi." der. Firavunun ekmek israfı yüzünden değil yeryüzünde bozgunculuk çıkardığı, insanlığı sömürdüğü için haddi aştığı, ifsadın bir neticesi olarak müsriflerden olduğu anlaşılıyor. Birinci anlamda Allah'a muhalefet etmenin en güzel örneği bu ayette açıkça görülüyor. Yine Şuara Suresi 150-151 de "Öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin, ölçüyü aşanların sözüne uymayın" der. Yunus 19. Ayette ise (Elçiler) şöyle cevap verdiler: "Kaderiniz, iyi de kötü de olsa, sizinle birlikte (olacak)tır! (Hakikati) can kulağıyla dinlemeniz isteniyorsa (bu sizce kötü bir şey mi?) Hayır, fakat siz kendinize yazık etmiş bir toplumsunuz!"der. Yine ayet aynı kelime ile biter "musrifun". Allah'ın yeryüzünde barış ve adalet olsun istediği ölçüyü aşmanın belli ki bir standardı var. Elçilere kulak vermemek, kibir nedeniyle sosyal düzeni bozmak, kan dökmek, adaleti zedelemek, hukuk tanımamak.
İkinci bağlamda insan fıtratı ve sosyal düzene muhalet etmeye en iyi örnek Lut Kavminin cinsel tercihini insan fıtratına aykırı biçimde kullanmaya kalkmasıdır. İnsanın tek başına yaşayan bir varlık olmadığı gözönünde bulundurulursa ferdiyetçi tüm kararlar, tercihler sosyal bir dokuya uyumu zorunlu kılar. Hiç bir insanın kişisel tercihlerin toplumsal uyumun aksi istikamette olmamalıdır. Üstelik bu tercihin baskı, şiddet ve cebri beraberinde getirmesi gelinen sürecin bir tercih değil dayatma olduğunu gösteriyor. Ortaya çıkacak olan durumun sosyal dokuya zarar vereceği açıkça ortadadır. Bu konu ile ilgili yine Araf Suresi 31. ayette; "Ey Ademoğulları! (Allah'a) kulluk olsun diye yapıp ettiğiniz her işte kendinize çeki düzen verin; (serbestçe) yiyin için, fakat saçıp savurmayın: (çünkü) kuşku yok ki, O savurganları sevmez! " denir. İsra Suresi 26. ayette ise çok çarpıcı bir detay vardır. "Ve (ey insanoğlu,) yakın(ların)a hak(lar)ını ver; düşküne de, yolda kalmışa da; ama sakın (elindekini) anlamsız, amaçsız bir biçimde saçıp savurma." Ayette yapılan fiilin "tubezzir" ihtiyaç sahipleri dururken insanın kendisi için harcaması "tebzir" savurganlık olarak nitelendiriliyor. İnsanın bulunduğu mahallede, şehirde ya da ülkede bir ortalama tutturması ve bu ortalamayı aşması israftır. İsrafın türü ve miktarı bu nedenle toplumun sosyolojik şartlarına göre değişen bir unsurdur.
Tam da bu sırada Rasim abi çok güzel bi soru sordu; "İyi de abi her mahallenin ekonomik ve gelişmişlik şartları farklı. Hangi mahalleyi baz alacağız, ya da zengin bir mahallede oturan birisi bu yüzden fakir bir mahalleye mi taşınacak?"
Harika bir soru bu. Tam da bu konudan muzdarip durumdayız. Ayetin çerçevesi dikkate alındığında önce paylaşımın yapılmasını daha sonra savurganlık yapılmamasına değiniliyor. İşte bizim ıskaladığımız ve dengesini şaşırdığımız nokta da burası. İhtiyaç sahipleri dururken yaptığımız ve yapacağımız her harcama bir savurganlıktır. Yeryüzünde bulunuş gayemiz evimizi, işimizi, ailemizi teknolojik ve standartları yükseltilmiş bir konfora kavuşturmak değildir. Önceliklerimiz olmalıdır. İnsanın bulunduğu çevrede yetebildiği kadarıyla muhtaç ve ihtiyaç sahibine yetişip sonrasında kendisini düşünmesi Allah'ın bir toplumsal düzende görmek istediği diğergamlığın adı bu olsa gerek. Önce kardeşini düşün !
Bakkal Ahmet abi'nin katkıları, Serhat abi'nin katkıları, Kerim'in katkıları, Emrah abi'nin katkıları derken Fatih Hoca çok güzel bir tespitte bulundu. Rasim abi'nin sorusuyla da doğrudan ilişkiliydi.
Peki ama bunun dengesini nasıl belirleyeceğiz ? Bu konuda terazinin "vicdan" olduğunu düşünüyorum dedi. Muhteşem bir tespitti. Evet çok doğru bir terazi. Bir insanın gerçekten neye ihtiyacı olup olmadığı, kardeşi dururken kendi yapacağı harcamanın ölçüsünü belirleyecek olan gerçek bir ölçü...
Son olarak israf konusunda değinilmesi gereken nokta Allah'ın Sünnetullahına muhalefet bağlamında israf. İnsanoğlunun tüm yer altı ve yer üstü kaynaklarını hoyratça ve acımasızca sömürmesi, kardeşiyle paylaşmayıp kendisi için yığması israfın da bir diğer boyutudur.
Genel çerçevede bakıldığında Allah'ın insanda bir bilinç inşa etmeye çalıştığı. Bu bilinci oluştururken bir denge unsuru olarak toplumsal bir düzlemi baz aldığı görülüyor. İnsan'ın bir diğer tekini sömürmeye engel, hiç kimsenin yerini yurdunu terketmeye zorlanmadığı, kardeşin kardeşi gözettiği adalete dayalı diğergam bir toplum. Allah'a, insanlığa ve kainata muhalefetin olmadığı, hiç bir şeyin israf edilmediği bir toplum.
Belki de Cennet böyle bir yerdir, kimbilir...