Bi Sayı Tut
İçinden bir den ona kadar bir sayı tut,
tuttum.
Şimdi o sayıyı ikiye böl,
böldüm.
tuttuğun sayıyı ekle,
ekledim.
kendisiyle çarp,
çarptım.
sonuç; üç,
bilemedin.
bi daha yapalım,
iki
bilemedin
sekiz, beş, altı, dokuz, on
bilemedin.
son bi kez
içinden bire kadar sayı tut
bir
bildin.
Kur'an metninin acaba içimizden geçen yorumlardan ya da duyduğunuz yorumlardan hangisi ile örtüştüğünü hiç düşündünüz mü ?
Öyle bir metin düşününki o geçmişte topraktan bahsederken bugün atomlardan, geçmişte deveden bahsederken bugün uzay mekiklerinden söz etsin.
Mucize değil mi !
Değil.
Bir metin eğer kendi muradı dışında yorumlanıyorsa o metin aslında hiç bir şeyden söz etmiyor demektir.
Ümmetimizin büyük çoğunluğu, yedinci yüzyılda yaklaşık on bin nüfuslu Mekke ile Medine'ye inmiş vahyin ilk muhatapları ile arasındaki ünsiyeti ıskaladığını söyleyebiliriz. Çünkü kendi otantikliği içinde söz konusu edilen her bir unsur sonraki kuşaklar için büyük problem, Vahyin kitap haline gelmesi sözlü kültürün canlılığını yitirmesine bir sebep, İslam coğrafyasının hızlı genişlemesi de diğer tüm din ve inanç gruplarının kolayca içine sızmasına imkan vermiştir. Kitabın sapasağlam orta duruyorken bunun olması mümkün mü ? elbette mümkün. Bunun için diğer tüm dinlerin mevcut kitaplarının sapasağlam kalışı en güzel örnektir. Yardımcı kaynaklar bir süre sonra asıl olanı gölgede bırakmış, asıl olan gerek dil gerekse zaman mesafesi girmesi nedeniyle ilk kültür ile arasındaki bağını sonrakilerle koparmıştır. Özelde bizim ümmete ait sızıntının özellikle İran etkisi neredeyse günümüz Müslümanlığının yarısından fazlasına nüfuz etmiştir. Diğer yarısı da Yahudi, Hırıstiyan zihin dünyasının Talmud, Mişna yoluyla Hadis, Tefsir, Kelam dönüşümü ile.
Kur'anın ana gündeminin ne olduğu aslında birazda Muhammed a.s'ın vahiy almadan önceki gündemiyle örtüşür. Muhammed a.s'ın bir şair, kahin, meczup, filozof ya da aforizma kasan mutasavvıf olmadığını hepimiz biliyoruz. O'nun Mekke içindeki mevcut düzenle zaten sıkıntıları vardı. Kendince arkadaşlarıyla birlikte bulduğu çözümler (Erdemliler Hareketi-Hilful-Fudul) ya da arayışlar (Hira'ya çekilmek) söz konusuydu. Kur'anın vahyolduğu dönemde Muhammed a.s'ın arayışları içinde acaba galaksilerin oluşumu, insanın varoluş ve tekamül süreci, embriyonun nasıl olup da bir zigota dönüştüğü, üç karanlık evreden sonra nasıl bebek olup doğduğu, dünyanın kutuplardan basık olup olmadığı ya da dağların hareket edip etmediği gibi jeofizik çıkarımları var mıydı ? Allah'u alem ! Elimizde bununla ilgili Siyer-i Nebi'de bilgi yok. Kur'an da bu konuya atıflar yapmaz. Ancak İbn'i İshak ve İbn-i Hişam gibi İslam tarihçilerine baktığımızda onun özetle mevcut düzenin sosyolojik sorunlarına son derece duyarlı bir genç olduğu anlatılır. Yerleşik düzenin din algısıyla arasının çok mesafeli olduğu da su götürmez bir gerçektir. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesini önlemek için hamile kadınların çetelesini tuttuğu, alacaklının ve borçlunun arasını bulduğu, haksızlığa uğrayanın hakkını aradığı, akraba ve aileye büyük önem verdiği malumdur. Gençlik yıllarında kendisinden yaşça çok büyük olan Hatice ile evlenmesi onun o günün genç ahlak çerçevesinde anormal karşılanır. Çünkü beklenen o yaşlarda bir gencin gününü gün etmesidir. Oysa o Hatice ile son derece vakur bir anlaşma ile sevgi-saygı-sadakat ölçüsünde gıpta ile karşılan bir yuva kurmuştur. Kölelerin haksızlığa uğramasına baş kaldırması, Kadınlara pozitif ayrımcılık bunlarda bazılarıdır. Muhammed a.s'ın vahyi aldığında kendisinin cinlendiğini düşünerek Hatice'ye bu durumu açması neticesinde aldığı cevap aslında ona neden vahyedildiğini ve Kur'anın da asıl maksat ve muradının ne olduğunun özeti gibidir;
“Bana neler oluyor Hatice?” dedi. “Kendimden endişe ediyorum.”
Hatice ellerini, eşinin tere batmış alnında gezdirirken onu şöyle teselli etti: “Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, zayıfların elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin”.
Muhteşem öyle değil mi !
Aslında Ümmet olarak işimiz Kur'anın içimizden geçen sonsuz çeşitlilikte yorumlanmasından ziyade onun rızasını aramanın bir çok yolunu aramaktan geçiyordu. Ümmet bu pratik mücadeleyi tercih etmeyip tıpkı içinden sayı tutanın tuttuğu sayıyı bulma problemini çözme metodu gibi her gün her saat vaaz ederek, kitap külliyat basarak, ders yaparak Allah'ın muradının ya da Kur'anın ne demek istediğinin yorumunu yapıyor. İçimizden geçen yorumların çeşitliliği de bizi farklılaşmaya ve her bir yorumun diğerinden daha janjanlı, daha aristokratça belirlenmiş ya da akademik oluşu ile süsleniyor. Her yeni bir gün doğmasın ki Kur'an dan yeni bir kavram, hikmet, akaid, fıkıh usulü çıkarmayalım. Kur'an adete bir sonsuzluk denizi ve biz içinde yüzen balık gibiyiz. Ne karaya çıktığımız var ne içinde yüzdüğümüz denize bir faydamız. İçimizden geçen yorumların en güzeli, en çarpıcı olanını piyasaya sürmenin en kolay yolu ayeti bağlamından koparıp her bir kelimenin altından girip üstünden çıkmak ve Kur'anı hiç susmadan konuşturmak.
Kur'anı Kerimde; "yağmuru yağdıran O'dur", "geceyi gündüzün üstüne örten O'dur" gibi ayetlerde Allah; "Gelin şu bilgi eksikliğinizi bi giderelim, hazır yeri gelmişken bir iki bir şey öğrenin sizden sonra gelenler için de hem referans olur bunlar" derdinde olsa tüm sahabeler işkence görmek yerine müşrik kafirler tarafından baş üstünde tutulurdu. Etliye sütlüye karışmıyorlar ne de olsa, her şey miss. Okul, tedrisat derdinde çocuklar, deyip ilişmezlerdi. Kabe yoluyla gelen cukkaların ve mangırların sesiyle kendilerinden geçmeye devam ederlerdi.
Allah o gün sahabeye başka şey söyledi biz ise başka anlamalıyız, Allah bak geceye gündüze işaret etmiş, yıldızlara işaret etmiş, güneşin bir yörüngesi oluşuna işaret etmiş gibi tezviratlara dalarsan Kur'an eksik kalır ! Bilimsel ansiklopedin için gerekli malzemeyi Kur'an da yeterince bulamazsın. Demir'in atom numarasını bir sure numarasına denk getirirsin ama diğer atom numaralarını bulamayınca kasarsın da kasarsın. Kur'an bir bilim kitabı değildir. Onun gündemi bambaşkadır. Çünkü o süregelen büyük bir kavganın tarafı ve muhteşem bir ahlak kitabıdır. Allah'ın bize bilim kitabı indirmesine gerek yok zaten hepimiz gün be gün onun kanun ve yasalarına tabiyiz ve işleyişini zamanla da kavrıyoruz. Keşifler için işaretler gizlemiş olsa Kur'an da o dönemin, sahabenin işine yaramayan bilgi depolamış ve abes iş yapmış olur ! Oysa Allah abes iş asla yapmaz.
Peki ama Kur'an dan bilimsel yorumlar yapmanın ne zararı olur ki ?
Gündemi ıskalarsın !
Mekke de ve Medine ki kavga;
entellektüel aklın seviyesi ya da bilimsel gelişmişlik, gelişmemişlik sorunu değildi ki ?
İnsanın ahlak sorunuydu. Allah'ın en öncelikli gündemi
açlar iken,
çıplaklar iken
sen işi, atmosferin katmanlarına döndürürsen AY'a gidecek teknolojin olur ama Afrika da açlar, Suriye'de çocuklar hala ölmeye devam eder !
Kur'anın çok maksatlı oluşu, geçmiş ümmete başka konuşması bugüne başka konuşması ya da şifre, sır, gizem, ipucu içermesi kesinlikle Kur'anın indirilişine aykırı bir yaklaşımdır. O ortalama bir aklın muhatap olduğu ahlak normları ne ise onları tekrar canlandırmak, sosyal yapının erdemli ve sorumluluk bilinci ile korunmasını sağlamak, haklının adil, haksızın hakkını kolayca aradığı bir düzen kurma çabasıdır. İnsanların çalmadığı, birbirini kayırmadığı, her bir bireyin yarınlarından umudunu kesmediği, kölelerin göz aydınlığı, kadınların güven ile başını yaslayacağı omuz olmak istemiştir. Ümmet olarak biz de, bizden öncekiler gibi içimizden sonsuz sayılar(yorumlama) tuttuk ve Allah'ın muradını (ed-Din-i El-İslam) ıskaladık.
Ne açı doyurmak,
ne çıplağı giydirmek
ne mazluma arka çıkmak ne de zalime haddini bildirmek öncelikli gündemimiz, ümmet olarak işimiz sonsuz olasılıklar içinde Kur'anın içinden geçen sayıyı aramaya çalışmak.
tuttum.
Şimdi o sayıyı ikiye böl,
böldüm.
tuttuğun sayıyı ekle,
ekledim.
kendisiyle çarp,
çarptım.
sonuç; üç,
bilemedin.
bi daha yapalım,
iki
bilemedin
sekiz, beş, altı, dokuz, on
bilemedin.
son bi kez
içinden bire kadar sayı tut
bir
bildin.
Kur'an metninin acaba içimizden geçen yorumlardan ya da duyduğunuz yorumlardan hangisi ile örtüştüğünü hiç düşündünüz mü ?
Öyle bir metin düşününki o geçmişte topraktan bahsederken bugün atomlardan, geçmişte deveden bahsederken bugün uzay mekiklerinden söz etsin.
Mucize değil mi !
Değil.
Bir metin eğer kendi muradı dışında yorumlanıyorsa o metin aslında hiç bir şeyden söz etmiyor demektir.
Ümmetimizin büyük çoğunluğu, yedinci yüzyılda yaklaşık on bin nüfuslu Mekke ile Medine'ye inmiş vahyin ilk muhatapları ile arasındaki ünsiyeti ıskaladığını söyleyebiliriz. Çünkü kendi otantikliği içinde söz konusu edilen her bir unsur sonraki kuşaklar için büyük problem, Vahyin kitap haline gelmesi sözlü kültürün canlılığını yitirmesine bir sebep, İslam coğrafyasının hızlı genişlemesi de diğer tüm din ve inanç gruplarının kolayca içine sızmasına imkan vermiştir. Kitabın sapasağlam orta duruyorken bunun olması mümkün mü ? elbette mümkün. Bunun için diğer tüm dinlerin mevcut kitaplarının sapasağlam kalışı en güzel örnektir. Yardımcı kaynaklar bir süre sonra asıl olanı gölgede bırakmış, asıl olan gerek dil gerekse zaman mesafesi girmesi nedeniyle ilk kültür ile arasındaki bağını sonrakilerle koparmıştır. Özelde bizim ümmete ait sızıntının özellikle İran etkisi neredeyse günümüz Müslümanlığının yarısından fazlasına nüfuz etmiştir. Diğer yarısı da Yahudi, Hırıstiyan zihin dünyasının Talmud, Mişna yoluyla Hadis, Tefsir, Kelam dönüşümü ile.
Kur'anın ana gündeminin ne olduğu aslında birazda Muhammed a.s'ın vahiy almadan önceki gündemiyle örtüşür. Muhammed a.s'ın bir şair, kahin, meczup, filozof ya da aforizma kasan mutasavvıf olmadığını hepimiz biliyoruz. O'nun Mekke içindeki mevcut düzenle zaten sıkıntıları vardı. Kendince arkadaşlarıyla birlikte bulduğu çözümler (Erdemliler Hareketi-Hilful-Fudul) ya da arayışlar (Hira'ya çekilmek) söz konusuydu. Kur'anın vahyolduğu dönemde Muhammed a.s'ın arayışları içinde acaba galaksilerin oluşumu, insanın varoluş ve tekamül süreci, embriyonun nasıl olup da bir zigota dönüştüğü, üç karanlık evreden sonra nasıl bebek olup doğduğu, dünyanın kutuplardan basık olup olmadığı ya da dağların hareket edip etmediği gibi jeofizik çıkarımları var mıydı ? Allah'u alem ! Elimizde bununla ilgili Siyer-i Nebi'de bilgi yok. Kur'an da bu konuya atıflar yapmaz. Ancak İbn'i İshak ve İbn-i Hişam gibi İslam tarihçilerine baktığımızda onun özetle mevcut düzenin sosyolojik sorunlarına son derece duyarlı bir genç olduğu anlatılır. Yerleşik düzenin din algısıyla arasının çok mesafeli olduğu da su götürmez bir gerçektir. Kız çocuklarının diri diri toprağa gömülmesini önlemek için hamile kadınların çetelesini tuttuğu, alacaklının ve borçlunun arasını bulduğu, haksızlığa uğrayanın hakkını aradığı, akraba ve aileye büyük önem verdiği malumdur. Gençlik yıllarında kendisinden yaşça çok büyük olan Hatice ile evlenmesi onun o günün genç ahlak çerçevesinde anormal karşılanır. Çünkü beklenen o yaşlarda bir gencin gününü gün etmesidir. Oysa o Hatice ile son derece vakur bir anlaşma ile sevgi-saygı-sadakat ölçüsünde gıpta ile karşılan bir yuva kurmuştur. Kölelerin haksızlığa uğramasına baş kaldırması, Kadınlara pozitif ayrımcılık bunlarda bazılarıdır. Muhammed a.s'ın vahyi aldığında kendisinin cinlendiğini düşünerek Hatice'ye bu durumu açması neticesinde aldığı cevap aslında ona neden vahyedildiğini ve Kur'anın da asıl maksat ve muradının ne olduğunun özeti gibidir;
“Bana neler oluyor Hatice?” dedi. “Kendimden endişe ediyorum.”
Hatice ellerini, eşinin tere batmış alnında gezdirirken onu şöyle teselli etti: “Yemin ederim ki Allah hiçbir zaman seni utandırıp üzmez. Çünkü sen akrabanı gözetirsin, doğru konuşursun, zayıfların elinden tutarsın, yoksulları kayırırsın, misafirleri ağırlarsın, haksızlığa uğrayan kimselere yardım edersin”.
Muhteşem öyle değil mi !
Aslında Ümmet olarak işimiz Kur'anın içimizden geçen sonsuz çeşitlilikte yorumlanmasından ziyade onun rızasını aramanın bir çok yolunu aramaktan geçiyordu. Ümmet bu pratik mücadeleyi tercih etmeyip tıpkı içinden sayı tutanın tuttuğu sayıyı bulma problemini çözme metodu gibi her gün her saat vaaz ederek, kitap külliyat basarak, ders yaparak Allah'ın muradının ya da Kur'anın ne demek istediğinin yorumunu yapıyor. İçimizden geçen yorumların çeşitliliği de bizi farklılaşmaya ve her bir yorumun diğerinden daha janjanlı, daha aristokratça belirlenmiş ya da akademik oluşu ile süsleniyor. Her yeni bir gün doğmasın ki Kur'an dan yeni bir kavram, hikmet, akaid, fıkıh usulü çıkarmayalım. Kur'an adete bir sonsuzluk denizi ve biz içinde yüzen balık gibiyiz. Ne karaya çıktığımız var ne içinde yüzdüğümüz denize bir faydamız. İçimizden geçen yorumların en güzeli, en çarpıcı olanını piyasaya sürmenin en kolay yolu ayeti bağlamından koparıp her bir kelimenin altından girip üstünden çıkmak ve Kur'anı hiç susmadan konuşturmak.
Kur'anı Kerimde; "yağmuru yağdıran O'dur", "geceyi gündüzün üstüne örten O'dur" gibi ayetlerde Allah; "Gelin şu bilgi eksikliğinizi bi giderelim, hazır yeri gelmişken bir iki bir şey öğrenin sizden sonra gelenler için de hem referans olur bunlar" derdinde olsa tüm sahabeler işkence görmek yerine müşrik kafirler tarafından baş üstünde tutulurdu. Etliye sütlüye karışmıyorlar ne de olsa, her şey miss. Okul, tedrisat derdinde çocuklar, deyip ilişmezlerdi. Kabe yoluyla gelen cukkaların ve mangırların sesiyle kendilerinden geçmeye devam ederlerdi.
Allah o gün sahabeye başka şey söyledi biz ise başka anlamalıyız, Allah bak geceye gündüze işaret etmiş, yıldızlara işaret etmiş, güneşin bir yörüngesi oluşuna işaret etmiş gibi tezviratlara dalarsan Kur'an eksik kalır ! Bilimsel ansiklopedin için gerekli malzemeyi Kur'an da yeterince bulamazsın. Demir'in atom numarasını bir sure numarasına denk getirirsin ama diğer atom numaralarını bulamayınca kasarsın da kasarsın. Kur'an bir bilim kitabı değildir. Onun gündemi bambaşkadır. Çünkü o süregelen büyük bir kavganın tarafı ve muhteşem bir ahlak kitabıdır. Allah'ın bize bilim kitabı indirmesine gerek yok zaten hepimiz gün be gün onun kanun ve yasalarına tabiyiz ve işleyişini zamanla da kavrıyoruz. Keşifler için işaretler gizlemiş olsa Kur'an da o dönemin, sahabenin işine yaramayan bilgi depolamış ve abes iş yapmış olur ! Oysa Allah abes iş asla yapmaz.
Peki ama Kur'an dan bilimsel yorumlar yapmanın ne zararı olur ki ?
Gündemi ıskalarsın !
Mekke de ve Medine ki kavga;
entellektüel aklın seviyesi ya da bilimsel gelişmişlik, gelişmemişlik sorunu değildi ki ?
İnsanın ahlak sorunuydu. Allah'ın en öncelikli gündemi
açlar iken,
çıplaklar iken
sen işi, atmosferin katmanlarına döndürürsen AY'a gidecek teknolojin olur ama Afrika da açlar, Suriye'de çocuklar hala ölmeye devam eder !
Kur'anın çok maksatlı oluşu, geçmiş ümmete başka konuşması bugüne başka konuşması ya da şifre, sır, gizem, ipucu içermesi kesinlikle Kur'anın indirilişine aykırı bir yaklaşımdır. O ortalama bir aklın muhatap olduğu ahlak normları ne ise onları tekrar canlandırmak, sosyal yapının erdemli ve sorumluluk bilinci ile korunmasını sağlamak, haklının adil, haksızın hakkını kolayca aradığı bir düzen kurma çabasıdır. İnsanların çalmadığı, birbirini kayırmadığı, her bir bireyin yarınlarından umudunu kesmediği, kölelerin göz aydınlığı, kadınların güven ile başını yaslayacağı omuz olmak istemiştir. Ümmet olarak biz de, bizden öncekiler gibi içimizden sonsuz sayılar(yorumlama) tuttuk ve Allah'ın muradını (ed-Din-i El-İslam) ıskaladık.
Ne açı doyurmak,
ne çıplağı giydirmek
ne mazluma arka çıkmak ne de zalime haddini bildirmek öncelikli gündemimiz, ümmet olarak işimiz sonsuz olasılıklar içinde Kur'anın içinden geçen sayıyı aramaya çalışmak.
Ömür bitmeden bulursun inşallah !