Baldırı çıplak atalarımız mağara duvarlarına niçin resim çiziyorlardı ?
Fenomenoloji ve tarih birbirini tamamlar. Tarihin herhangi bir dönemini anlamak istiyorsanız ki bu antik çağ ve daha öncesi için ise mutlaka olay, anlam, durum örgülerine fenomenolojik yaklaşmak zorundasınız. İnsan fenomen üreten, fenomenler ile hayatı anlamaya, anlamlandırmaya çalışan, arketipsel düşünmeyi bir yaşam biçimine dönüştüren varlıktır. Antik çağın ve öncesinin insanının inanç ve düşünce dünyasından fenomenleri çekip çıkarın, geriye insan namına da hiç bir ey kalmaz.
Fenomenolojinin mayası da bu bağlamda Din'dir. Dinden daha eski bir şey ise yoktur. Din, insan ile yaşıt bir olgudur. Toplumların kültürlerini, geleneklerini, ahlaki yasalarını, hukuk normlarını etkileyen, yeri geldiğinde sentezleyen, ağırlıklı olarak yönlendiren başat olgu; Din'dir.
Bu bağlamda;
Baldırı çıplak pirimitif atalarımız neden mağara duvarlarına avladıkları hayvanların figürlerini çiziyor ve av aktivitelerini resmediyordu ?
sorusunu kendimize soralım ve bu soruya yukarıdaki perspektifte cevaplar arayalım.
Gökyüzü, dünyadaki tüm insanlar üzerinde eşit olarak uzanır. Yağmuru, şimşeği, yıldırımları, karı, rüzgarı "gök" gönderir. Gök tüm toplumların inanç basamağında tanrı ile özdeşleştirilen fenomen olması bakımından ilk sıralarda yer alır. O'nun üzerinde Ay, Güneş, Yıldızlar ve Sema. Bu nedenle bir çok toplumun Tanrısı sırasıyla uzaktan yakına doğru yeryüzüne insan biçimciliğe (antropomorfizm) indirilerek isimlendirilir, görevleri çoğaltılır paylaştırılır ve bu paylaşımdan insanlarda da rol kaparlar (hiyerofani) Ruhbanlık, işte bu tanrısal olandan rol kapmanın sonucunda ortaya çıkan bir sınıftır.
Göğün tanrısal vasfı, yine bir çok toplumda, özdeş bir varyant ile, yer ile çiftleştirilir. İnsanın akli yönü bunu böyle olmaya zorlar. Bu bağlamda hemen hemen bir çok toplumda;
Gök "baba/eril= TANRI"
Yer" ana/dişi=TANRIÇA" dır.
Tanrılar böylece erkek ve kadın olarak çoğaltılır. Tabi ki burada eksik olan unsur OĞUL'dur. İnsani düşüncede eksik olan bu parça da çoğu toplumda Krallar, İmparatorlar, Padişahlar, Şahlar ve sözüm ona Allah'ın Veli kulları olarak karşımıza çıkarlar.
Bizi Din adına, İslam adına, Allah adına, Peygamber adına nelerle kandırdıklarına bir bak.
Kim bilir, baldırı çıplak atalarımız ile aramızdaki ortak noktanın
aynı olması da bizim hala hiç bir mesafe almıyor oluşumuzun da bir göstergesidir;
Ama onlara, “Allah'ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz yalnız atalarımızdan gördüğümüz inanç ve eylemlere uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasib almamış iseler ?
Bakara-170
Bu noktadan hareketle, Dini düşünceyi anlamada fenomenoloji çok ama çok önemlidir. Arkaik insanın düşünce biçimini anlamadan onun dini, kültürel, ahlaki düşünce altyapısını da öğrenemeyiz.
İnsanın ilksel düşünce biçimini anlamak demek ilahi müdahalenin (Vahyin) hangi akıl ve mantık örgüsünü içerdiğini de anlamak demektir. Çünkü Vahiy, muhatabın algı dünyasına göre şekillenen bir olgudur. Muhatabın içinde olduğu ve doğduğu kültürel bağlam, sosyolojik zemin, coğrafi kader tüm bu olguyu derinden etkileyen unsurlardır.
Fenomenolojinin mayası da bu bağlamda Din'dir. Dinden daha eski bir şey ise yoktur. Din, insan ile yaşıt bir olgudur. Toplumların kültürlerini, geleneklerini, ahlaki yasalarını, hukuk normlarını etkileyen, yeri geldiğinde sentezleyen, ağırlıklı olarak yönlendiren başat olgu; Din'dir.
Bu bağlamda;
Baldırı çıplak pirimitif atalarımız neden mağara duvarlarına avladıkları hayvanların figürlerini çiziyor ve av aktivitelerini resmediyordu ?
sorusunu kendimize soralım ve bu soruya yukarıdaki perspektifte cevaplar arayalım.
Gökyüzü, dünyadaki tüm insanlar üzerinde eşit olarak uzanır. Yağmuru, şimşeği, yıldırımları, karı, rüzgarı "gök" gönderir. Gök tüm toplumların inanç basamağında tanrı ile özdeşleştirilen fenomen olması bakımından ilk sıralarda yer alır. O'nun üzerinde Ay, Güneş, Yıldızlar ve Sema. Bu nedenle bir çok toplumun Tanrısı sırasıyla uzaktan yakına doğru yeryüzüne insan biçimciliğe (antropomorfizm) indirilerek isimlendirilir, görevleri çoğaltılır paylaştırılır ve bu paylaşımdan insanlarda da rol kaparlar (hiyerofani) Ruhbanlık, işte bu tanrısal olandan rol kapmanın sonucunda ortaya çıkan bir sınıftır.
Göğün tanrısal vasfı, yine bir çok toplumda, özdeş bir varyant ile, yer ile çiftleştirilir. İnsanın akli yönü bunu böyle olmaya zorlar. Bu bağlamda hemen hemen bir çok toplumda;
Gök "baba/eril= TANRI"
Yer" ana/dişi=TANRIÇA" dır.
Tanrılar böylece erkek ve kadın olarak çoğaltılır. Tabi ki burada eksik olan unsur OĞUL'dur. İnsani düşüncede eksik olan bu parça da çoğu toplumda Krallar, İmparatorlar, Padişahlar, Şahlar ve sözüm ona Allah'ın Veli kulları olarak karşımıza çıkarlar.
Baba var ise Anne vardır.
Öyleyse, bir oğul neden olmasın ki öyle değil mi !
Yer ve yerin olguları doğrudan olmasa bile dolaylı yollardan bu kutsallık pramidinde kendine yer bulur. Dağların, tepelerin, nehirlerin, göllerin, ya da ilginç ve diğerlerine benzemeyen kaya ve taşların kutsallığı buradan gelir. Buralara yapılan zorlu yolculuklar bir çok toplumda hac kabul edilir. Ya da bir nehirde yıkanmak, bir gölde yıkanmak. Daha sonrasında insanoğlu bu kutsiyet arayışını kendi eliyle ürettiği yapılara dönüştürür. Tapınaklar, Kutsal Hac Mekanları, Kutsal Mekanlar yanına iliştirilmiş önemli şahsiyetlere ait anıt mezarlar, mabedler..
Yer'in doğurganlığı üzerinde yayılan av hayvanlarının çokluğu ve bereketi ilk insan düşüncesinde av hayvanlarının kutsal ile özdeşliği düşüncesinde büyük yer tutar. Av kutsaldır, dolayısı ile avcılık da kutsaldır. Bir çok toplumda hayvanların efendisi, o toplumun en gözde av hayvanı ya da avcı hayvanıdır. Kabile isimlerinin bunlarda seçiliyor olmasının arka planında da bu yatar. Muhammed a.s'ın kabilesinin adının Kureyş (Köpek balığı) olması gibi. ( Kureyş, Kelb ve Esed kabilelerinde olduğu gibi bir hayvan isminden hareketle “köpek balığı” mânasındaki kırş kelimesinden türetilmekte ve köpek balığının denizdeki diğer balıklar karşısında güçlü olması gibi Kureyş’in de diğer kabilelere karşı üstünlüğünü ifade etmektedir. /TDK İslam Ansiklopedisi-Kureyş mad.)
Tanrıdan gelen ile özdeşlik arzusu, tanrının bereket ve bolluk vesilesi av hayvanlarının kutsiyetine götürür ilk insanı ve ilk insan bunu kutsallıktan pay alma, rol çalma adına resmeder. Bu kutsal tecrübenin arkasında yatan kült (arketip) budur. Söz konusu bu düşünce paleolotik, mezolotik, neolitik tarih öncesi çağlarda çizilen en eski kaya, mağara duvarı resimleri için de geçerlidir.
Çizilen ya da boyanan bir resim, aynı zamanda söylenilen sözün gücüne de sahiptir. Resmi çizen kişinin sonraki kuşaklara aktarmak istediği şey kendi kutsiyetinin belgelenmesidir. Sözlü kültürün belki de ilk versiyonu bu çizimlerdir. Bir taşın üstüne yakalanan bir bizon resmi çizen kişinin, bütün bizonların efendisi olduğunun bir kanıtı, işareti, ifadesi oluşudur. Avcı, av ile özdeşleşerek kendisine tanrısal modelde bir basamak elde eder. Bu aynı zamanda onun sosyal statüsünü de sınıfsal olarak olumlu yönde etkiler, tanrısal statüde yükselir.
Çok ilkel bir düşünce ya da basit öyle değil mi !
Yer ve yerin olguları doğrudan olmasa bile dolaylı yollardan bu kutsallık pramidinde kendine yer bulur. Dağların, tepelerin, nehirlerin, göllerin, ya da ilginç ve diğerlerine benzemeyen kaya ve taşların kutsallığı buradan gelir. Buralara yapılan zorlu yolculuklar bir çok toplumda hac kabul edilir. Ya da bir nehirde yıkanmak, bir gölde yıkanmak. Daha sonrasında insanoğlu bu kutsiyet arayışını kendi eliyle ürettiği yapılara dönüştürür. Tapınaklar, Kutsal Hac Mekanları, Kutsal Mekanlar yanına iliştirilmiş önemli şahsiyetlere ait anıt mezarlar, mabedler..
Yer'in doğurganlığı üzerinde yayılan av hayvanlarının çokluğu ve bereketi ilk insan düşüncesinde av hayvanlarının kutsal ile özdeşliği düşüncesinde büyük yer tutar. Av kutsaldır, dolayısı ile avcılık da kutsaldır. Bir çok toplumda hayvanların efendisi, o toplumun en gözde av hayvanı ya da avcı hayvanıdır. Kabile isimlerinin bunlarda seçiliyor olmasının arka planında da bu yatar. Muhammed a.s'ın kabilesinin adının Kureyş (Köpek balığı) olması gibi. ( Kureyş, Kelb ve Esed kabilelerinde olduğu gibi bir hayvan isminden hareketle “köpek balığı” mânasındaki kırş kelimesinden türetilmekte ve köpek balığının denizdeki diğer balıklar karşısında güçlü olması gibi Kureyş’in de diğer kabilelere karşı üstünlüğünü ifade etmektedir. /TDK İslam Ansiklopedisi-Kureyş mad.)
Tanrıdan gelen ile özdeşlik arzusu, tanrının bereket ve bolluk vesilesi av hayvanlarının kutsiyetine götürür ilk insanı ve ilk insan bunu kutsallıktan pay alma, rol çalma adına resmeder. Bu kutsal tecrübenin arkasında yatan kült (arketip) budur. Söz konusu bu düşünce paleolotik, mezolotik, neolitik tarih öncesi çağlarda çizilen en eski kaya, mağara duvarı resimleri için de geçerlidir.
Çizilen ya da boyanan bir resim, aynı zamanda söylenilen sözün gücüne de sahiptir. Resmi çizen kişinin sonraki kuşaklara aktarmak istediği şey kendi kutsiyetinin belgelenmesidir. Sözlü kültürün belki de ilk versiyonu bu çizimlerdir. Bir taşın üstüne yakalanan bir bizon resmi çizen kişinin, bütün bizonların efendisi olduğunun bir kanıtı, işareti, ifadesi oluşudur. Avcı, av ile özdeşleşerek kendisine tanrısal modelde bir basamak elde eder. Bu aynı zamanda onun sosyal statüsünü de sınıfsal olarak olumlu yönde etkiler, tanrısal statüde yükselir.
Çok ilkel bir düşünce ya da basit öyle değil mi !
Acaba baldırı çıplak diğer atalarımız zamanında bugün kü aklımızla yaşıyor olsaydık, içimizden böyle birinin çıkıp bizi kandırmasına müsaade eder miydik ?
Kayanın üzerine bir resim çizecek,
sonra da kendisini bizonların efendisi olarak ilan edecek,
Ben Allah'ın sevgili kuluyum, kutbuyum, gavsıyım, velisiyim, mehdisiyim, mesihiyim diyecek,
Biz de bunu yiyeceğiz öyle mi !
Aynen öyle abicim !
Dön şimdi geriye bak..
Aynen öyle abicim !
Dön şimdi geriye bak..
Bizi Din adına, İslam adına, Allah adına, Peygamber adına nelerle kandırdıklarına bir bak.
Pavlus, kendi gördüğü rüyasında İsa'nın onu millet havarisi seçtiğini söyleyerek Hıristiyan Ruhani Lideri olmadı mı ! (Bkz. Pavlus'un Şam Vizyonu)
Gel bize..
Muhyiddin İbn'i Arabi aynı şekilde Allah'ı rüyasında görmedi mi ki o da kendisini Ruh-ul Ekber ilan edebildi. Rüyasında Peygamber gören, sohbet eden, Allah ile zuhuratta hoş beş edenler çok mu eski !
İyi bak !
Sayıları saymakla bitmez bu bizon resmi çizicilerinin. Dün, kaya üzerine resim çizen ilk kurnaz din bezirganı ile yanmaz kefen satarak milleti kandıranların aynı kurnaz zekaya sahip olduğunu göreceksin..
Kim bilir, baldırı çıplak atalarımız ile aramızdaki ortak noktanın
aynı olması da bizim hala hiç bir mesafe almıyor oluşumuzun da bir göstergesidir;
Bakara-170
Bu noktadan hareketle, Dini düşünceyi anlamada fenomenoloji çok ama çok önemlidir. Arkaik insanın düşünce biçimini anlamadan onun dini, kültürel, ahlaki düşünce altyapısını da öğrenemeyiz.
İnsanın ilksel düşünce biçimini anlamak demek ilahi müdahalenin (Vahyin) hangi akıl ve mantık örgüsünü içerdiğini de anlamak demektir. Çünkü Vahiy, muhatabın algı dünyasına göre şekillenen bir olgudur. Muhatabın içinde olduğu ve doğduğu kültürel bağlam, sosyolojik zemin, coğrafi kader tüm bu olguyu derinden etkileyen unsurlardır.
Bu nedenle Vahiy, indiği toplumun kabına göre şekil alan esnek ancak tüm kainatın değişmezlerini, Allah'ın muradını içinde koruyan bir olgudur. İçine doğduğu toplumun dünden biriktirip getirdiklerini yadsımadan, alaya almadan,
kirliyi, kötüyü
temiz, ahlaki, vicdani ve evrensel ilkelere göre değiştirip dönüştürmek isteyen muhteşem bir bir olgu. Bu nedenle Vahyin ilgili olduğu toplumun dili, kültürü, gelenekleri ve öncesi ile olan tarihsel bağları arasındaki ilişki, asla koparılamaz. Bu bağlar koparılmadan okunan Vahiy bizi Allah'ın gerçek muradına yaklaştıran en önemli yaklaşım ve rehberlik yolunu da açacaktır. Vahyi, ilgili olduğu ve doğduğu toplumdan ibaret sanarak yapılan okumaların çoğunlukla hatalı sonuçlar üretmesi işte bu nedenledir. Okumalarımızın ilk başlangıcını gidilebilecek kadar en eskiye kadar götürüp, ilksel başlangıçtan bu güne, insanın düşünme biçimini hesaba katarak yapılan okumalar, bizi olumlu sonuçlara daha çok yaklaştıracak okumalar olacaktır...