İlksel inancın başlangıcında Tek'lik ya da Çok'luk
Geleneksel algımızda insanın dini tecrübesinin ilksel başlangıcı genellikle tek-tanrı inancının zamanla tahrif edildiği yönündedir. Bu kurgudaki mantık, ilksel bilgi/yasa/vahiy'in Tanrının insana iletmesiyle her şeyin start aldığı, ilksel olanın mükemmel ve tanrısal saflıkta olduğu yönündedir. Bu ilksel başlangıç sonrası insan daima bir yoldan çıkma eğilimi ile yola tekrar davet edilme teklifinin yinelenmesi yoluyla dini tecrübesini sürdürür.
İslami geleneğimizde de bu durum benzer bir tez ile savunulur. Allah ilk insanlara ilksel doğruları ve ahlaki ilkeleri bildirmiş sonra insanlığı dini tecrübeyle baş başa bırakmıştır.
Bu kurgusal tezin temel dayanağı daha çok anakronik yorum merkezli bir sentezdir ki Kur'an ve Tevrat kaynaklı Adem'in yaradılış kıssası bu yorumun merkezine oturtulur. Bu kıssaya yaklaşım sorunu beraberinde ilksel dini tecrübeye yorulan bu teze de dayanak teşkil eder.
Oysa,
Adem, Kur'anda tekil bir şahıs olarak varlık sahnesine çıkmamış ontolojik olmayan teolojik bir bütünlüktür, İnsanlığın toplam davranış biçimi, ahlaki kriterleri, kendisine yüklenen fıtrat (program), vicdani oto kontrol gibi donanımların kendisinde hayat bulduğu yeni bir türün adıdır Adem..
Kur'anda Adem, tekil bir şahıs olarak geçmediği gibi o henüz varlık sahnesine çıkmamış bir prototiptir. Sonraki aşamada anlatılan Cennet/Şeytan/Tövbe/Cennet'den Çıkarılma süreci artık varlık sahnesinde yaşanan ontolojik süreçlerdir. Cennet göksel bir düşüş değil, yeryüzü kavgasının insanlar arasındaki arenasıdır. Dikkat edilirse ontoloji sahnesine çıkış öncesi adı İblis olan kötülük ya da Allah'ın iradesine karşı çıkma, seçme, reddetme fenomeni daha sonrasında yerini Şeytan adına bırakır. Yani insanın elinin ürünü ortaya çıkan fenalık/kötülüklerin sonuç bulmuş, ortaya çıkmış hali. Tin'in insana fısıldadığı ve sonrasında insanın buna tav olup, nefsine yenilerek fıtrat dışına çıkma hali. Tin'in Şey'leri. Şeytan işte bizim ortaya koyduğumuz olumsuz, kötü pratiklerin toplam adıdır.
İnsan bu nedenle kendi kaderini kendi çizer, suçu da başkasına atar. Kur'an tasvirinde Şeytan'ın "Ben sadece çağırdım onlarda balıklama atladılar" savunması aslında Allah'ın hakikati insan vicdanına ikrarından başka birşey değildir..
Başlangıç da değinilen ilksel dini tecrübenin insan eli ürünümü ? yoksa Tanrısal bir ilksel bir müdahalenin mi olduğu konusuna dönecek olursak eğer,
Tek-tanrıcılığın tasdiki tüm monoteist (tek-tanrıcı) inançlarda, hemen hemen her zaman çok-tanrıcılığın yadsınması/inkarıyla ifade edilir. Bu inkar aslında ölüm kalım mücadelesindeki süreçte insanın maruz kaldığı, kendi tecrübi deneyimleriyle ürettiği bir inanç karşısında (Politeizm/Şirk) kendisini ifade eden yeni bir dini şuur (Tevhid/İslam) arasındaki kavganın da özetidir. Zaten her Peygamber bu mücadelenin ya destansı bir tercümanı ya da kurbanı değil midir !
Onlar dediler ki: “Allah, ateşin yakıp kor haline getireceği bir kurban getirmedikçe hiçbir peygambere inanmamamızı emretti. ” Onlara cevaben de ki: “Benden önce birçok peygamber açık delillerin yanında, sizin öne sürdüğünüz kurbanı da getirdiler. Peki sözünüzde tutarlı iseniz, onları niçin öldürdünüz? ”
Al'i İmran-183,
Nitekim onlara: “Allah'ın indirdiğine inanın!” denildiğinde, “Biz [yalnızca] bize indirilene inanırız!” diye cevap verirler; ve zaten bildikleri bir gerçeği tasdik ve teyid eden bir hakikat bile olsa, sonra gelen her haberi inkar ederler. De ki: “Madem [gerçek] müminler idiniz de neden Allah'ın önceki peygamberlerini öldürdünüz?”
Bakara-91
Ayrıca; Levililer 9, 23-24; Krallar 18, 38
İslami bağlamda bakıldığında da durum gayet açıktır. Kelime-i Tevhid'in mottosu ortadadır; "La" demeden "İlla Allah" denemez. "La/Hayır, Red" diyebilmenin ön şartı çok-tanrıcılığın olduğu ya da sosyolojik realitesine, başkaldırı kabulüne dayanır.
Bu bağlamda, İnsanın ilksel dini tecrübesi tek tanrıcı değil fenomonolojik bir süreç sonrasında tecrübi nihai bir varış noktasıdır. Tek-tanrıcı inancın tüm tarihsel süreçlerde ve tüm inançlarda mutlak surette mevcut inanç sistemine bir müdahale olarak gelmesi, gelen elçilerin de reformcu, düzeni değiştiren, atalara saygısı olmayan, ana babayı, kardeşi birbirine düşüren, zındık, kafir, şair, kahin, büyücü gibi yaftalarla yaftalanması da kaçınılmaz bir süreçtir.
Peki ama bu sorunun cevabı çok mu önemli ?
Yani insan ister tek-tanrıcı ister çok-tanrıcı bir tecrübeden geçerek bu güne gelmiş olsun bunu bilmenin bize ne faydası var ?
Bir çok faydası var, özetlemeye çalışayım, şöyle ki;
İnsanın davranış biçimlerini anlama, şirke neden ve nasıl düştüğünü tespit ve rehabilite etme, bu konuda ve bir çok konuda girilen tartışmalarda hiç bir araştırma olmasızın salt teorik/anakronik bir tezle her şeye izah getirme alışkanlıklarına bir son vermek. Kur'an kapsamında Allah'ın muradının nasıl çalıştığını anlama, insana düşen sorumluk ve bilincin daima hazır halde tutulması birazda tarihsel süreçte nasıl bir inanç serüveni yaşadığımızı az çok bilmekle doğru orantılı.
Yok abicim, ben bu kadar teolojik geyiği kaldıramam bana ne yapacağımı söyle dersen;
Kur'anın mesajı çok basit, çok yalın ve gayet açıktır.
Açı doyur, çıplağı giydir, mazluma arka çık, zalime diren.
İyi de abicim bu kadar basit bir şey nasıl olur da yüzlerce sayfa tutar ki Kur'anda bu kadar kalın bir yekûn olmasına rağmen derdini anlatamaz ?
O bizim kalın kafalı oluşumuzdan,
Senin,
Benim
ve Atalarımızın !