Allah iyi ise peki kötülük niye var ?

Eğer Tanrı kötülüğü engellemek istiyor ancak buna gücü yetmiyorsa Tanrı mutlak güçlü değildir.
Öte yandan eğer gücü yetiyor ama engellemek istemiyorsa o zaman Tanrı mutlak iyi değildir.
Peki, hem kötülüğü engellemeye gücü yetiyor hem de engellemek istiyorsa nasıl bu kadar çok kötülük olabilir ?
veya ne gücü yetiyor ne de kötülüğü engellemek istemiyorsa neden ona Tanrı diyoruz ?

Başka bir deyişle Tanrı'nın ve kötülüğün aynı anda var olması mantıken imkansız değil mi ?


Aslında "teodise sorunu" ya da paradoksu olarak da bilinen Epikurus Abi'nin (Adı: Epikuros Doğum: MÖ Şubat 341 Ölüm: MÖ 270 Mesleği: Antik Yunanlı Helenistik felsefenin en önemli düşünürlerinden birisidir) ortaya attığı bu mantıksal önermede Sizce de bir sorun yok mu ?

Antik Yunan'dan biraz geriye, çok daha eskiye gidelim biraz..

Mesela Parsi inancın köklerine, monoteist inancın yeniden yükselişe geçtiği dönemlerde Zerdüşt'ün getirdiği Avesta'sına bir göz atalım;

Bunu Sana soruyorum, ey Ahura, bana doğruyu söyle, alttaki yeryüzünü, yukarıdaki gök kubbenin düşmesini kim engelliyor? Kim suları ve bitkileri tutuyor? Rüzgarlara ve bulutlara bu hızlılığı kim veriyor? Ey Mazda, İyi Düşüncenin yaratıcısı kimdir?

Bunu Sana soruyorum, ey Ahura, bana doğruyu söyle, hangi sanatkar bu ışığı ve karanlığı yarattı? Hangi sanatkar uyumayı ve uyanmayı yarattı? Kim anlayışlı adamı görevini yapmaya çağıran sabahı, öğleyi ve geceyi yarattı?
(Yasna 44/5-6)

Daha çok Antik Yunanda felsefi düşüncenin ilk var olduğu, oradan tüm yeryüzüne dağıldığı ve yaygınlaştığı yanlış bilgi ya da kanaati hakim. Bu böyle bilinir hatta, felsefenin tüm kurucu dinamikleri de genelde Antik Yunan'a dayandırılır. Fakat felsefenin iki kök damarı da daha daha eskiden, bir bacağı ta İndian/Hindistan (Uphanishadlar) diğer bacağı da Arian/İran (Avesta) dan gelir. Bunlara biraz Çin Taoizm'i biraz Antik Mısır gizemciliği de eklenebilir. Üzerine az biraz da Mezopotamya sentezlemesi kattın mı ohh. Oldu mu sana sonradan Yunan Felsefesi, neyse konumuz felsefenin köken süreci değil, geçtik..

Her iki düşünce ekolünün de yeşerdiği coğrafyalar, kendine has tezler ile aslında, tüm insanlığın peşine düştüğü soru ya da sorun olarak görülen "kötülüğün kaynağının ne olduğu?" cevabını aramışlardır. Kimisi bunu tanrısal güçlere kimisi insanın tinsel gizlerine dayandırmıştır. Hatta bu konuda felsefi düşünce o kadar konunun özünden uzaklaşmıştır ki Zerdüştlükte Ahura Mazda'nın karşısına kötülük, bizzat yarı tanrısal bir güç (Ehriman) olarak çıkmıştır.

Aslında "teodise sorunu" ya da problemi tamamen felsefi bir tezdir ve felsefede bir tez daima başka bir tez ile varlığını sürdürür ki felsefenin temel dinamiği önermeler, paradokslardır. Bu soru ya da sorunun da temelini paradokslar oluşturmaktadır. Tanrı iyilik ve kötülüğü yaratmamıştır çünkü her iki sonuçta, insanın ortaya koyduğu bir iradenin seçimidir. Tanrı hem özgür bir irade yaratmışsa hem de ortaya çıkan sonuçlardan sorumlu tutulamaz !

Aslında sorunun kökenine kaynaklık edende, sorunun cevabının içinde olduğu yerde aynıdır; Avesta 46. Yasna'ya bir göze atalım;

18. (Ahura Mazda’ya): O kimse ki bana hayat vermiş, ona gerçekten -İyi Düşüncem’le kuvvetim dahilinde bulunduğu kadarıyla- iyi şeyler sözü verdim. Fakat bizi kötüye çevirmeye çalışana, kötülükleri vaad ettim! Böylece Gerçek ile doyurulur Senin arzun, ey Mazda. Bu vaad ettiklerim benim irademin ve aklımın kararıdırlar.

Görüldüğü gibi ortaya çıkan sonuçların faili insandır.

Peki o zaman Allah bu bağlamda hem bu ontolojinin içinde değilse niçin İYİ dir ? 
Niçin İnsanların iyiliğini istiyor ?

Bu konuya yaklaşım sorunu, başta iyilik ve kötülük fenomenlerinin ancak ve ancak insanoğlunun ontolojik düzleminde bir anlam kazandığının unutulmasından dolayı kaynaklanır. Yani burada söz konusu olan kötülüğün sebebi sayılan Tanrı/Allah KONU DIŞIDIR, KAPSAM DIŞIDIR. Çünkü her iki durumda da ister iyilik ister kötülük söz konusu olsun fail insandır. Sonuçlara sebep olanlar da insanlardır. Bu kadar çok kötülüğün olmasının sorumlusu da davranışsal düzlemde insandır. Kainatın hiç bir yerinde, insan iradesi dışında, ortaya çıkmış sebep sonuç ilişkisi nedeniyle kozmik uyum bozulmaz. Bu nedenle Allah İYİ'likten ve İYİ'den yanadır.  Bu karşılıklı ve koşullu bir erdemdir.  Yaradılışın başında, fıtratın içindeki iyiye sadık kalan ve bu uğurda mücadele edenin onun nazarında bir karşılığı olacaktır, olmayanın da. Bu nedenle tüm kainat son derece uyumlu, son derece zıtlıklarıyla kaim ve mantıklıdır. İnsan bu mantık örgüsü içinde kendi iradesi ile dilerse iyiyi seçer dilerse kötüyü. O'nun tarafı, fıtrattır. Yani fıtratına sadakat gösterenler, çaba harcayanlar. Yoksa Allah durduk yere kimseyi sevmez ya da ona kızmaz. Kur'anda bir çok ayet bu nedenle "... olanları sever" şeklinde biter ki üç noktadan da önce, yani Allah'ın kimi sevip sevmeyeceği, şartlara, bir iş-oluş-hakediş sürecine bağlanmıştır. O, hikmetsiz, delilsiz, durduk yere ve gerekçesiz hiç bir iş yapmaz. O, hiç kimseyi ne sırf kaşından gözünden sever ne de nefret eder !

Diğer taraftan bu sorunun doğru cevabı, O'nun, "Yaratıcı" sıfatının içinde aranmalıdır. Aslına bakılırsa iyiliğin ve kötülüğün de, onun nazarında, ontolojik bir anlamı yoktur. Bizler onun İYİ ya da KÖTÜ olup olmadığını algılayabilecek kapasitede değiliz çünkü ortaya çıkan iyilik ve kötülük fenomeni için İNSAN İRADESİ ve bu iradenin ortaya konacağı bir özgürlük alanı şarttır. İnsanın, içinde olduğu dar perspektiften kurtulup tanrısal sonsuz düzlemde bu soruya doğru bir cevap bulması imkansızdır. Bulabilseydik hepimiz Tanrı olurduk !

O'nun iyi insandan yana tavır alması, bizim nazarımızda onu İYİ yapar ancak bu sadece bir nazariyedir. O'nun iyiden yana taraf olması, iyiliğin insan fıtratına, ahlakına, vicdanına uygun, daha makul, daha akıllıca, daha mantlıklı bir yararı olmasındandır. Çünkü insanın tüm yaradılış algoritması onun elindedir. Neyin ona iyi geleceğini neyin gelmeyeceğini en iyi O bilir. İnsanoğlunun var olduğu günden beri, yaşadığı onca sıkıntı ve zorluklar, onca kan ve gözyaşı ancak ve ancak aklını, vicdanını, mantığını bencil, egoist, kibirli, yağmacı, kıskanç yönde kullanması nedeniyledir. Bu durum ise sadece zorba bir fıtratın hoşuna gider. Bu da insanoğlunun hüsranının, korkunç buhranının sonucunda kaybetmişliğinin vardığı son noktadır. 

Kur'ana kulak verelim;

Maide Suresi, 22. ayet: Dediler ki: "Ey Musa, orda zorba bir kavim vardır, onlar çıkmadıkları sürece biz oraya kesinlikle girmeyiz. Şayet oradan çıkarlarsa, biz de muhakkak gireriz."

Yunus Suresi, 83. ayet: Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı.

Hud Suresi, 59. ayet: İşte Ad (halkı): Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler.

İbrahim Suresi, 15. ayet: (Peygamberler) Fetih istediler, (sonunda) her zorba inatçı bozguna uğrayıp -yok oldu- gitti.

Nahl Suresi, 90. ayet: Şüphesiz Allah, adaleti, ihsanı, yakınlara vermeyi emreder; çirkin utanmazlıklardan (fahşadan), kötülüklerden ve zorbalıklardan sakındırır. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz.

Kehf Suresi, 79. ayet: "Gemi, denizde çalışan yoksullarındı, onu kusurlu yapmak istedim, (çünkü) ilerilerinde, her gemiyi zorbalıkla ele geçiren bir kral vardı."

Meryem Suresi, 14. ayet: Ana ve babasına itaatkardı ve isyan eden bir zorba değildi.

Meryem Suresi, 32. ayet: "Anneme itati de. Ve beni mutsuz bir zorba kılmadı."

Şuara Suresi, 130. ayet: "Tutup yakaladığınız zaman da zorbalar gibi mi yakalıyorsunuz?"

Kasas Suresi, 19. ayet: Sonunda ikisinin de düşmanı olan (adam)ı yakalamak isterken (adam ona) dedi ki: "Ey Musa dün birini öldürdüğün gibi, bugün de beni mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde yalnızca bir zorba olmak istiyorsun, ıslah edicilerden olmak istemiyorsun."

Mü'min Suresi, 35. ayet: "Ki onlar, Allah'ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah Katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler."

Kaf Suresi, 36. ayet: Biz bunlardan önce nice nesiller yıkıma uğrattık ki onlar, zorbaca yakalamak (yakıp-yıkmak, baskı ve şiddetle yönetmek, sindirmek) bakımından kendilerinden daha üstündüler; şehirlerde (yerin üstünü altına getirip, sayısız kazı, inşaat ve araştırmalarla her yanı) delik-deşik etmişlerdi. (Ama) kaçacak bir yer var mı?

Kaf Suresi, 45. ayet: Biz onların neler söylediklerini daha iyi biliriz. Sen onların üzerinde bir zorba değilsin; şu halde, Benim kesin tehdidimden korkanlara Kur'an ile öğüt ver.

Kalem Suresi, 13. ayet: Zorba-saygısız, sonra da kulağı kesik;

Görüldüğü gibi O, bizim temiz fıtratımız dışına çıkmamızı ve bu nedenle asla üzülmemizi istemez. O bizim özgür irademizi iyiden yana kullanmamızı yine bizim iyiliğimiz için ister. Çünkü olan daima insana olur. Yani İnsan ancak ve ancak kendine eder.

Demem o ki bu ve benzeri felsefi temelli soru ve sorunlar yoluyla, gerekse paradokslar yoluyla Tanrı inkar edilemez, Allah yok sayılamaz. Üstelik yeryüzünde bizim birbirimize yaptığımız yamuklar yüzünden o asla fail gösterilemez. 

Müslümanların da,
bunca işi güç varken; 
açlar, çıplaklar, arkasız yarınsız garibanlar dururken.. 

bu tür geyik muhabbetlerde ömür tüketmeleri, en hafif tabirle "zaman israfı"ndan başka bir şey değildir.

Haydi işimize bakalım;

Açları doyurmaya,
çıplakları giydirmeye,
mazluma arka çıkıp,
zalimin burnunu yere sürtmeye.

Haydi Bismillah !..

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kur'an ışığında ebelik !

Koşun Kavga Var !

Kadir Gecesi Bulundu !

"Kitapsız"lık Yapma !

Ben, Biz, O. Allah Kur'anda neden farklı zamirler kullanır ?

Allah'ın Kahramanı Sensin e-kitap olarak çıktı !.

Kuyruğu Kopartan Tilki Masalı

Musa, Ekmek ve Özgürlük - ÇIKTI

Hoş geldin On bir ayın sultanı Gastronomi

Sünnilik bir Din midir ?