Tarihselcilikten Öte: Kur’an Yorumuna Bütüncül Bir Antropolojik Yaklaşım

    İnsan, adeta görünmez bağlarla geçmişine sıkı sıkıya tutunmuş bir varlıktır; bu bağlar, onun varoluşsal dokusunun ayrılmaz parçalarıdır. Bu nedenle bireyin geçmişinden tamamen bağımsız bir kimlik inşa etmesi mümkün değildir. Bu geçmişin ilk katmanı biyolojik geçmiştir. İnsan, dünyaya gelirken cinsiyetini, anne ve babasını, saç, göz, ten rengi, boy ya da kilo gibi fiziksel özelliklerini belirleme kudretine sahip değildir. Aynı şekilde, doğduğu coğrafyanın iklimsel ve genetik mirası da onun bedensel varoluşuna sinmiştir. Beden, bu anlamda, yalnızca biyolojik bir veri değil; insanın içinde filizlendiği çevrenin sessiz bir tanığıdır.

    Ne var ki insanın varoluşu yalnızca biyolojik bir zeminde açıklanamaz. Onu diğer canlılardan ayıran temel özellik, anlam kurma yetisidir. Bu anlam inşası ise kültür aracılığıyla gerçekleşir. Böylece ikinci bir geçmiş devreye girer: kültürel geçmiş. İnsan, tıpkı bir tohumun belirli bir toprağa düşmesi gibi, belirli bir kültürün, inanç sisteminin ve dil dünyasının içine doğar. Biyolojik geçmişin getirdiği ve ete kemiğe bürüdüğü insan artık üzerine bir kültür gömleği giymek zorundadır. Bu bağlamda da hangi dine mensup olacağına, hangi geleneklerin taşıyıcısı olacağına, hangi kültürel kimliğin değerleriyle yoğrulacağına kendisi karar veremez. Bu yönüyle, insan doğduğu coğrafyanın kültürel kaderine de mahkûmdur.

   Biyolojik varoluşun belirlediği fiziki sınırlar ile kültürel geçmişin biçimlendirdiği anlam dünyası, birlikte insanın kimliğini oluşturur. Ancak modern dönemde bu iki geçmişin birbiriyle ve kutsal metinlerle ilişkisi çoğu kez göz ardı edilmektedir. Diğer din ve inançlarda olduğu gibi İslam coğrafyasında da Kur’an’ın yorumlanışı üzerine yürütülen tartışmalar, büyük ölçüde bu iki belirleyici geçmişin hesaba katılmamasından beslenir. Oysa insanın içinde yaşadığı "şimdi" (biyolojik an ile etkileşim içinde olduğu kültürel-dinî an), Kur’an’ın indiği 7. yüzyılın tarihsel ve toplumsal bağlamıyla aynı düzlemde değildir. Bu farklılık, modern insanın kutsal metni anlamlandırma sürecinde ciddi bir uyumsuzluk yaşamasına yol açar. Zira Kur’an, bir sözlü kültür evreninde doğmuş; anlamını, o dünyanın hafıza, ritim ve anlatı gelenekleri içinde inşa etmiştir. Özellikle kıssalardaki anlatılara bakıldığında tablo daha da karmaşık bir hâl alır. Zira Kur’an, indiği dönemin güncel meselelerine hitap etmiş olsa da, o dönemde yaşayan insanlar için de kendi yaşadıkları “şimdi”yi temsil ediyordu. Yani bugünden Kur'an'ın indiği 7. yüzyıl düzlemine inmek, çoğu zaman bu öykülerdeki tematik detayları aydınlatmaya yetmemektedir. Elbette bu Kur'an'ın evrensel mesajını gölgeleyecek bir durum değil aksine üzerine akademik çalışma ya da yorum yapanların dikkate alması gereken önemli bir detaydır.

    Çünkü bugün modern insan, yazılı kültürün bir ürünüdür; onun düşünme biçimi, zamanı algılayışı ve bilgiyi yapılandırma yöntemi bütünüyle farklıdır. Dolayısıyla, Kur’an’ın çağdaş yorumunu sağlıklı biçimde gerçekleştirebilmek için, insanlığın bütün tarihine yayılan biyolojik geçmiş ile bu geçmişin şekillendirdiği kültürel mirasın birlikte değerlendirilmesi zorunludur. Bu tür bir yaklaşım, yorumcu ile metin arasındaki tarihsel mesafeyi daraltacak, anlamın sadece geçmişe ait değil, bugüne de seslenmesini sağlayacaktır. Eğer moder insan da tıpkı 7. yüzyılın şimdisinde yaşıyor olsaydı bu söylediklerimizin hiç birisi gerekli olmayacaktı. Çünkü zaten zamanın ruhu, kendi aktüel gündemini oluşturup insanın içinde bulunduğu anı anlamlandırmasını sağlayacaktı. Bu nedenle güncel yorumun isabet oranı geçmişi şimdiye ne kadar yaklaştırabildiği orada başarılı olacaktır.

    Ancak bu türden bir kültürel ve tarihsel eşitleme çabasıyla Kur’an’ın öğütleri, hatırlatmaları ve etik çağrıları çağdaş insana temas edebilir; insanın hayatına yön veren canlı bir rehber niteliği kazanabilir. Aksi hâlde, geçmişin kültürel dokusunu dikkate almadan yapılan her yorum, metnin ruhuyla bugünün gerçekliği arasındaki bağı koparacak; bu da çağdaş Kur’an yorumcularının isabetsiz, yüzeysel ve tarihsel bağlamdan kopuk sonuçlara ulaşmasına neden olacaktır.

    Bu nedenle Kur’an’ı anlamak, yalnızca bir metni çözümlemek değil; insanın kendi tarihsel sürekliliğini, yani biyolojik ve kültürel geçmişini yeniden hatırlama cesaretini gösterebilmesidir.



Bu blogdaki popüler yayınlar

Sıfırlar, Birler ve Aşınan Gerçekliğin Dijital Evrimi

Vahyin Bağlamı: Tarih İçinde Hakikat, Hakikat İçinde Tarih

Kur’an’ı Yüceltirken Onu Yabancılaştırmak

Şapkadan Deve Çıkarmak

Cadılar Bayramı ve Ruhsal Boşluğun Derin Yalnızlığı

Tefsîru’l-Kur’ân bi’l-Kur’ân Yaklaşımının Epistemolojik Handikapları

Çamurdan Kuş, Üflenen Ruh ve Kur'an Sayfalarına Sarılan Tost

Dijital Tartışmaların Sığlığında Din ve Akıl Arasında Kaybolan Hakikat

İslam Kadıköy’e mi İndi, Yoksa Hicaz’a mı?