Kur'an ışığında ebelik !

   İslam'ın sosyal sorunlara ve olaylara karşı kendine has bir duruşu, kendine has bir yaklaşım tarzı vardır. Bu süreçler standartlara bağlı şu demek değildir elbette; "her şart ve kayıtta, her coğrafya ve durumda motamot aynı şeyleri yapmak." Açıkça söylemek gerekirse Kur'anın hiç bir metodolojisi yoktur. Tüm zaman ve şartlarda İnsan davranışlarına göre değişen değişmez kalıpları vardır. Bu kalıplara İslami Hareket adını verir isek, İslam'i Hareket, her yerde ve zamanda İslami hareket etmek demektir. Bu ezberlenen eylemler, ezbere bilinen süreçler değil, zamanla kazanılan bilinçli bir duruştur. Bu nedenle dir ki Allah hiç bir elçisine yirmi üç nisanda şiir okutacak bir öğrenci muamelesi yapmamış, hiç bir şey ezberletmemiş aksine onlara davranış biçimleri konusunda bilinç kazandırmıştır. Çünkü yazılan, kayıt altına alınan ve sonraki kuşaklara aktarılan her şey mota mot taklide uğrar ve dejenere olur. 

   Bu durum beraberinde ihtilafı doğurur ve sonrasında gelen Ümmetler yazılan, aradan çok uzun süreler geçmesi nedeniyle dilde değişim, hitap muhatap arasının uzaklaşması, kişisel egolar, gruplaşmalar ve kıskançlık gibi nedenlerle mezhepleşir, fırkalaşır.
Hep böyle olmadı mı zaten! Diğer ümmetlerin başına gelenler ortada.

   Son örneği bakımından bakılacak olursa Allah, Muhammed a.s'a, yirmi üç yıl gibi uzun bir sürede muhteşem bir bilinç kazandırarak bunun nasıl olacağını bizlere de öğretmiştir. Bizden istediği onun örnekliğinde taklit değil davasının takipçiliğidir. (Muhammed ölür ya da öldürülürse, ayeti.) Allah Muhammed a.s'a büyük bir emek harcamıştır. Yeri geldiğinde ona moral vermiş, yeri geldiğinde azarlamış, yeri geldiğinde yaptıklarını tasdik etmek için sessiz kalmıştır. Ona diğer peygamber kıssalarını aktararak daima kimlerin arkasında durduğunu hatırlatmıştır. "Daha önce onların arkasında nasıl durduysak şimdi de senin arkandayız, haydi kalk ve yürü !"

   Hal böyleyken Muhammed a.s, Cahiliye, Yahudiler, Hıristiyanlar ve diğer din mensubu olanlarla iletişim kurmuş, onlarla tartışmış, onlarla savaşmış ve kimi zamanda anlaşma yapmıştır. Ancak bu süreçlerde hiç bir zaman kendi şahsi davasına dönüşmemiştir meseleyi. Kendi yol ve yöntemiyle kavga etmemiş, kendi yol ve yöntemiyle barışmamıştır. Elçilik görevi gelmeden önce O, Mekke sokaklarında dolaşıyor ve köşe bucak sızısı dindirilecek dert arıyordu. Mekkede aynı zamanda halkın sorunlarıyla ilgileniyor, mazlumla birlikte sofraya oturuyor, zalimin kapısına dayanıyordu. Kimi zamanda başını belaya sokuyordu. Sosyal hayatın sorunlarına son derece duyarlı, son derece dertli bir adamdı. Toplumu, aileyi ya da bireyi ilgilendiren sorunlara kayıtsız kaldığı görülmemiştir.

   Mekkeyi fethettiğinde Allah ona şehre boynunu bükerek tevazu ile girmesini, şımarmamasını ve bu fethin kendi kişisel başarısı ya da kişisel bir meselesi olmadığını hatırlatıyordu.

   Bunlar son derece açık ve ortadayken özetle; O'nun tutum ve davranışları elçilik gelmeden önce masabaşında bir kavga şeklinde değildi. Yahudi, Hırıstiyan, Mecusi, Sabii ya da Cahiliye ile dünyanın güneşin etrafında kaç defa döndüğünü, demirin atom numarasını, sakızın orucu bozup bozmadığını, Tevrat ya da İncil de matematiksel şifreler olup olmadığını hiç tartışmamıştır. Allah'ın kainatın içinde mi dışında mı olduğu geyiğine hiç girmemiştir. Aforizma, paradigma, sistematik, tematik bir arayış içersinde de hiç değildi. Bir kenara çekilip zahitliğin dibini bulabilir, bir lokma bir hırka Budha gibi aydınlamayı bekleyebilirdi, yapmadı. Mekke'nin en zengin kadınıyla evlendikten sonra gününü gün edebilirdi, etmedi. Zengin iken fakirleşti üstelik. Farklı inanç gurup ve mezhep platformalarına katılıp sabahtan akşama konferans verebilirdi, vermedi. Masabaşında felsefe yapıp, ne kadar kofti mesele varsa beyin jimnastiğiyle ömrünü tüketebilirdi, yapmadı. Bunları yapmadığı için de Allah, O'nu seçti.

Peki O n'aptı da başardı ama biz hala O'nun mücadelesini konuşuyor fakat davasını bir türlü yürütemiyoruz?

   Allah Muhammed a.s'a ROL MODEL olma görevi vermemiştir. O'na kendi hayatının rolünü oynamasını emretmiştir. Kendisi olarak, taklit etmeden ve sosyal hayatın içinde var olarak. O'na kitap yazdırmamıştır, Ona eski ümmetlerin elçilerinin hadislerini toplama ve kayıt altına aldırtma işi vermemiştir. Hiç bir grup, hizip, parti, mezhep, meşrep ve ya ekol ile teolojik geyik yaptırmamıştır. O içinde olduğu sosyal hayatın sorunları peşinde koşarken teolojisi dörtnala arkasından geliyordu. O'nun güzel örnek oluşu, onun hakkında konuşmayı değil onun davasına sahip çıkmayı gerektirecek iken konu, onun kimliğine hapsoldu ve yeryüzünde Allah'ın taraf olduğu büyük kavga unutuldu.

Belki de günümüzün en büyük sorunu Mü'minlerin önce teoloji konuşmalarıdır.
Belki de ortak bir paradigmada uzalaşamamaları ve bu nedenle vahdeti katletmeleridir.
Belki de önce felsefe, önce tasavvuf, önce aforizma, önce paradigma, önce ekol bakış açısı, tefsir, meal, kelam, akaid bakışına sahibi olup sonra İslam'a girmek bizi birleştirmiyordu.
Belki de önce kainat kitabını okumadığımız ve okutmadığımız için Kur'anda uzlaşamıyorduk.
Belki de önce insan olmadığımız için adam olmamızı isteyen Vahye duyarsız kalıyorduk.
Belki de biz hep "hakkında dini" yaşıyorduk ve hiç "farkında" olmuyorduk olan bitenin.
Belki de hayatın realitesi içinde önce İslam olmadan, masabaşında ideal İslam konuşarak, bizi, vahyin doğrultacağını umuyorduk.

   Okuduğumuz Kitabın bizi fırkalara bölmesinin arka planında öncelikle Vahyin bir malzeme olarak masaya yatırılması sorunu var. Vahyin insandan istediği şeyler o kadar az ki Kur'an kapsamına bakıldığında. Yarısı kıssa, geçmiş ümmetlerin Allah'a nasıl yamuk yaptıklarını hatırlatıyor, diğer yarısının yarısı dağlar, taşlar, güneş, insan nasıl yaratıldı, hayat nasıl akıp gidiyor konularında Allah; "patron yalnızca benim" demek için söz ediyor. Geriye kaldı ne ?

"Ondan başkasına kulluk etmek ki başkasının kölesi olmayasın"
"öldürme"
çalma
zina etme
kumar oynama
içki içme...

Toplasan toplasan işte Musa Şeriati dediğimiz topu topu on emir. Biz bu kitabın nesini anlamadık da sabah akşam didik didik ettik ve hala üzerinde uzlaşamıyoruz !

O ayet senin bu ayet benim çekiştire çekiştire, kitabı sündüre sündüre, niye canciğer kuzu sarması olmak varken birbirimizin gözünü oyuyoruz !

Buna sebep olan bizzat Kitap mı ? Allah mı !

Hayır,
kişisel egolarımız ve hırslarımızla vahyi bir hayat kitabı olarak okumayıp canımızın istediği ayeti içinden çekip birbirimize fırlatmak için kullanmak.
Hurafe dinine savaş açayım derken sosyal hayatın içinde sorunların içinde hiç olmamak.
Kur'anda matematiksel mucize var ispatı için delik deşik ettiğimiz Kur'anı açların, açıktakilerin mazlumların umuduna dönüştürmemek.

Bilimsel keşiflerin nedense hep Kur'an da ayetlerini sonradan "aslında biz bulduk" diyerek deyim yerindeyse anakronizmin dibine vurarak uydurmak.

Muhammed a.s'a gezegenlerden söz etmeyen ayetleri şimdi keyfimizi ya da bilgi egomuzu tatmin etsin diye dna lara kadar indirmek, atom altı parçacıkların var olduğunun işaret ettirmek.

Bu kitap her işe yarıyor;
dört işlem yaparak Allah'ın ne kadar zeki olduğunu bize ispatlıyor !
edebi derinlikte muazzam kelimeler ve metaforlar ile gönülerimizin pasını siliyor,
fonetik lezzeti kulaklarımızın pasını siliyor,
uzaya çıkıp astronot oluyor gezegenleri keşfediyor,
denizlerin nerede birleşip birleşmediğini keşfeden bir kaşif oluyor,
babadan aktarılan embiriyonun anne rahminde nasıl tutunduğunu ispatlayan bir ebe oluyor!
Yaz başına "Kur'an ışığında", "Vahiy ışığında" koy sonuna canının istediğini konuş dur. "kaportacılık", "ebecilik", "astronotçuluk", "edebiyatçılık", "kelamcılık". cılık, cılık, cılık... Başka işi kalmadı ya bu kitabın ! her işe yarıyor ama insanlığın ihtilaflarını bir türlü çözmüyor.
Ortadoğuda akan kana engel olamıyor, Afrikadaki açları doyurmaya yardım edemiyor. Bu mu Vahyin bize yardımı !

Kafayı değiştir artık !

   Bu kafayla masabaşında sürekli ayet okuyarak, çarpık rivayet kültürünün ürünü hadisçilere saldırarak, ateyizlerle sabah akşam kavga ederek yeryüzüne barış ve esenlik getiremezsin. Her Ramazan ayında ve Kurbanda geyik sorular yanıtlayarak, kanal kanal gezip batılı ateyizlere eziklik içinde Kur'an dan "ne muhteşem deliller" getirerek olmaz bu işler. Sesini içli ve kısık inceleterek, boynunu eğip bükerek zühd'ten söz edip garibanın sofrasına oturmadan, fakirin fukaranın arasına karışmadan olmaz bu işler. Elde köpüklü kahve fincanı, diğer bir elde nargile tüttürüp "n'olacak bu Arakandaki, Suriyedekilerin hali" geyiği ile hiç olmaz. Bir kez olsun Suriyeli bir ailenin evini ziyaret etmemişken Ayetel Kürsi'yi ezbere bilsen ne yazar bilmesen ne yazar. Her hafta bir yazar, bir çizer, bir abi ya da üstad davet ederek dernek, vakıf ya da lokal açık tutarak, ümmetin üç beş kazancını buralarda sosyal aktivite diye yutturarak bak biz ne kadar kalabalığız sihirbazlığı ile olmaz bu işler. Daha iyi, daha iyi ve çok daha iyi anlaşılsın diye Kur'an ayetlerini aforizmaya, metafora bulaya bulaya olmaz bu işler. Ne'sini anlamadın bu hitabın ve Kitabın !

   Ne'si anlaşılmadı ki bindörtyüz yıldır üstünde tepiniyoruz !
İki gözüm Muhammed sokağa çıkmasa, Allah ona vahyedecek miydi !
Oturma artık şu masabaşında, sohbet minderinde, kürsüde, dinleyici koltuğunda.
Yeter artık bırak kitabı masaya bırak, Allahaşkına!
Sokağa çık, hayata karış ve yorul biraz.
Biraz iş yap ki kitap arkadan gelsin...
Biraz iş yap ki Allah arkanmızdan gelsin...


Bu blogdaki popüler yayınlar

Koşun Kavga Var !

Kadir Gecesi Bulundu !

"Kitapsız"lık Yapma !

Ben, Biz, O. Allah Kur'anda neden farklı zamirler kullanır ?

Allah'ın Kahramanı Sensin e-kitap olarak çıktı !.

Kuyruğu Kopartan Tilki Masalı

Musa, Ekmek ve Özgürlük - ÇIKTI

Hoş geldin On bir ayın sultanı Gastronomi

Sünnilik bir Din midir ?