Pandemi, Deve ve Eskatoloji
Yüzbinlerce yıl öncesinden süregelen yaşam mücadelesinin son dönemlerinde, insanlık için sıkıntılı ve zor bir süreç yaşanıyor. İlkel atalarımızın da bugünlerdekine benzer büyük ve küresel sıkıntılar yaşayıp yaşamadığını bilemeyiz ancak her insanın kendi kötü deneyimi ya da başına gelen bir yerel felaket, kendi kozmik kıyameti (eskatoloji) olarak yaşandığından, aslında hiç bir dönemin birbirinden farkı yok gibi duruyor.
İnsanoğlu diğer canlılara göre coğrafi alan hakimiyetini genişletip özellikle hayvanların yaşam alanını gasp ettikçe kusursuz işleyen bir sistemin de çarklarına çomak sokmuş oldu. Yerleşik hayata geçtikten sonra hayvanlarla çok yakın temas içinde olması hayvanlardan insanlara geçen virüslerin daha yaygın olarak görülmesine sebep oldu. Daha önce yalnızca avlanmak için peşinden koştuğu bir çok hayvanı ya evcilleştiren ya da yalnızca avladığında yediği süre boyunca temas halinde kalan insan, yerleşik hayata geçince bu süreyi uzattı. Bunun yanında beslenme rejiminde biyolojik ihtiyacının ötesinde canlıları da yemesi (örneğin yarasa, pangolin, kedi, köpek gibi gibi) hastalıklarında kapısına davetiye çıkardı. Bilindiği kadarıyla kovit türü virüslerin en yaygın görüldüğü hayvanların başında yarasalar geliyor , ikinci sırada ise pangolinler yer alıyor. Büyük salgınların süreç başlangıcında bu tür hayvanların olması insan hayvan etkileşimindeki yakınlıkla doğrudan ilişkili. İlk defa Hiv virüsünün insana bulaştığı hayvan da hatırlanacağı üzere şempanzelerdi. Yani insanoğlu ne kadar çok vahşi hayata yaklaştıkça tehlike o kadar artıyordu. Hayvanlardan insanlara geçen virüslerin neden olduğu salgınların başlangıcının insanın yerleşik hayata geçişiyle orantılı olduğunu bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yerleşik hayata geçişin kolaylıkları olduğu gibi sorunları da beraberinde getirdiği ayrı bir bilinen gerçek. Devlet mekanizması ve ideolojilerin ortaya çıkışı, insan popülasyonunun bu araçlarla yönetimi ve idaresi elzem bir ortaya çıkış gibi durmaktaydı. Yine bu dönemlerde sınıf farklarının daha bariz ortaya çıktığı da görülmektedir. İnsanoğlu yerleşik hayata geçmeden önce yalnızca avcı toplayıcı olarak yeryüzündeki dengeleri gözeten ve koruyan bir düşünce yapısına sahipti. Bunun dışında doğanın dengesini bozacak büyüklükte hem popülasyona sahip değildi hem de gelişkin araçlardan mahrumdu. Ayrıca doğaya ne kadar saygı duyarsa o kadar karşılığını alıyordu. Yerleşik hayata geçişin en büyük sorunlarından birisi mesleklerin ortaya çıkması, sınıfsal ayrışmanın beraberinde sermaye sınıfının yükselmesi, otomasyon ve sanayileşme oldu. İşte İnsan bu süreçte ihtiyaçtan fazla üretme, ürettiği kadar tüketme yanılgısı ve kötü günler için ihtiyaçtan çok fazlasını biriktirmeyi öğrendi. Tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek insanı birbirine köleleştirdi. Aynı zamanda bu süreçte insan birikmiş olanları topluca çalmayı, kitlesel öldürmeyi de öğrendi. İnsanın yeryüzündeki varlığı doğrudan yeryüzü kaynaklarının adil paylaşımına, dengeleri gerektiği gibi korumasına bağlı iken insanoğlu büyük şehirler etrafında öbeklenerek şehir kültürünü yaygınlaştırdı. Şehirler, karın doyurmanın garantisi gibi görüldü ve kölelik sınıfı böylece doğmuş oldu. Şehirde asla aç kalınmazdı ama büyük şehirlerde özgür de olunmazdı. Şehir beraberinde kalabalık ve kitlesel fakirliği varoşları, gettoları kendi çıkarı için sömüren mekanizmalara dönüştü.
Gelinen sürecin özeti şu aslında; İnsanoğlu geliştikçe ilkel zamanlarındaki mutluluğu, sağlığı ve huzurunu kaybetti.
Kur'an'ı Kerim'de yukarıda özeti çıkarılan bu sosyolojik sürecin neredeyse tam karşılığı bir kıssa aktarılır. Salih Peygamber'in kendi toplumuna hakk ve adalet çağrısının bir deve ile örneğiyle verilmesi. Kur'an'da "nakatullah" yani Allah'ın Devesi olarak anlatılan bu olay tam da insanoğlunun yeraltı ve yer üstü kaynaklarının talan edilmesiyle bire bire örtüşmektedir. Gerek ekolojik gerek sosyal dengenin bozulmasıyla adeta çığırından çıktığı günümüze kadar ki tekrar eden daimi bir hakikat işlemektedir.
Şimdi gelin, Hud Suresi 64-65. ayetlerde yer alan Salih'in Kıssasındaki "sakın dokunmayın" denildiği halde devenin katledilmesi ile son bulan hakikati bir de şu te'vil ile okuyalım;
"Ey kavmim! İşte size bir ayet olarak Allah'ın EKOLOJİK DENGESİ ve SOSYAL ADALETİ. Bozmayın onu, ALLAH'IN TÜM NİMETLERİ HEPİMİZE YETER DE ARTAR BİLE! Ona insani hırslarınız ve doymak bilmez nefsinizle dokunmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar."
Derken bozdular DENGEYİ ve SOSYAL ADALETİ. Salih, dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. Sonra helak olacaksınız. İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir."
Açları aç, çıplakları çıplak bıraktığımız günlerden, mazlumun ahı gökyüzünün tüm renklerini kapkaraya boyamıştı. Zalime dur diyecek bir güç kalmadığında, çaresiz ellerin yakaracağı daimi kapı, Allah'ın kapısıdı. O hiç kimseye zulmetmez ve o hiç kimsenin başına bir bela ya da musibet musallat etmez. Allah'ın yasalarına uymayan her nefis, kendi imtihanını kendi kapısına kendi davet eder. Bu nedenle de her işin sonu eninde sonunda Allah'a dönüp varır. O her işin ya başında ya sonundadır. İşin başında adaleti ve merhameti var eden, dengeyi koyan, yasaları belirleyen ve her şeye bir ölçü ile nizam verenken, bozgunculuk çıkaran ve her şeyi alt üst eden insan süreç sonunda onun bu yasasına karşı çıkışın çok ağır bir bedelini öder.
İnsanoğlu diğer canlılara göre coğrafi alan hakimiyetini genişletip özellikle hayvanların yaşam alanını gasp ettikçe kusursuz işleyen bir sistemin de çarklarına çomak sokmuş oldu. Yerleşik hayata geçtikten sonra hayvanlarla çok yakın temas içinde olması hayvanlardan insanlara geçen virüslerin daha yaygın olarak görülmesine sebep oldu. Daha önce yalnızca avlanmak için peşinden koştuğu bir çok hayvanı ya evcilleştiren ya da yalnızca avladığında yediği süre boyunca temas halinde kalan insan, yerleşik hayata geçince bu süreyi uzattı. Bunun yanında beslenme rejiminde biyolojik ihtiyacının ötesinde canlıları da yemesi (örneğin yarasa, pangolin, kedi, köpek gibi gibi) hastalıklarında kapısına davetiye çıkardı. Bilindiği kadarıyla kovit türü virüslerin en yaygın görüldüğü hayvanların başında yarasalar geliyor , ikinci sırada ise pangolinler yer alıyor. Büyük salgınların süreç başlangıcında bu tür hayvanların olması insan hayvan etkileşimindeki yakınlıkla doğrudan ilişkili. İlk defa Hiv virüsünün insana bulaştığı hayvan da hatırlanacağı üzere şempanzelerdi. Yani insanoğlu ne kadar çok vahşi hayata yaklaştıkça tehlike o kadar artıyordu. Hayvanlardan insanlara geçen virüslerin neden olduğu salgınların başlangıcının insanın yerleşik hayata geçişiyle orantılı olduğunu bu nedenle rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yerleşik hayata geçişin kolaylıkları olduğu gibi sorunları da beraberinde getirdiği ayrı bir bilinen gerçek. Devlet mekanizması ve ideolojilerin ortaya çıkışı, insan popülasyonunun bu araçlarla yönetimi ve idaresi elzem bir ortaya çıkış gibi durmaktaydı. Yine bu dönemlerde sınıf farklarının daha bariz ortaya çıktığı da görülmektedir. İnsanoğlu yerleşik hayata geçmeden önce yalnızca avcı toplayıcı olarak yeryüzündeki dengeleri gözeten ve koruyan bir düşünce yapısına sahipti. Bunun dışında doğanın dengesini bozacak büyüklükte hem popülasyona sahip değildi hem de gelişkin araçlardan mahrumdu. Ayrıca doğaya ne kadar saygı duyarsa o kadar karşılığını alıyordu. Yerleşik hayata geçişin en büyük sorunlarından birisi mesleklerin ortaya çıkması, sınıfsal ayrışmanın beraberinde sermaye sınıfının yükselmesi, otomasyon ve sanayileşme oldu. İşte İnsan bu süreçte ihtiyaçtan fazla üretme, ürettiği kadar tüketme yanılgısı ve kötü günler için ihtiyaçtan çok fazlasını biriktirmeyi öğrendi. Tüketmek için üretmek, üretmek için tüketmek insanı birbirine köleleştirdi. Aynı zamanda bu süreçte insan birikmiş olanları topluca çalmayı, kitlesel öldürmeyi de öğrendi. İnsanın yeryüzündeki varlığı doğrudan yeryüzü kaynaklarının adil paylaşımına, dengeleri gerektiği gibi korumasına bağlı iken insanoğlu büyük şehirler etrafında öbeklenerek şehir kültürünü yaygınlaştırdı. Şehirler, karın doyurmanın garantisi gibi görüldü ve kölelik sınıfı böylece doğmuş oldu. Şehirde asla aç kalınmazdı ama büyük şehirlerde özgür de olunmazdı. Şehir beraberinde kalabalık ve kitlesel fakirliği varoşları, gettoları kendi çıkarı için sömüren mekanizmalara dönüştü.
Gelinen sürecin özeti şu aslında; İnsanoğlu geliştikçe ilkel zamanlarındaki mutluluğu, sağlığı ve huzurunu kaybetti.
Kur'an'ı Kerim'de yukarıda özeti çıkarılan bu sosyolojik sürecin neredeyse tam karşılığı bir kıssa aktarılır. Salih Peygamber'in kendi toplumuna hakk ve adalet çağrısının bir deve ile örneğiyle verilmesi. Kur'an'da "nakatullah" yani Allah'ın Devesi olarak anlatılan bu olay tam da insanoğlunun yeraltı ve yer üstü kaynaklarının talan edilmesiyle bire bire örtüşmektedir. Gerek ekolojik gerek sosyal dengenin bozulmasıyla adeta çığırından çıktığı günümüze kadar ki tekrar eden daimi bir hakikat işlemektedir.
Şimdi gelin, Hud Suresi 64-65. ayetlerde yer alan Salih'in Kıssasındaki "sakın dokunmayın" denildiği halde devenin katledilmesi ile son bulan hakikati bir de şu te'vil ile okuyalım;
"Ey kavmim! İşte size bir ayet olarak Allah'ın EKOLOJİK DENGESİ ve SOSYAL ADALETİ. Bozmayın onu, ALLAH'IN TÜM NİMETLERİ HEPİMİZE YETER DE ARTAR BİLE! Ona insani hırslarınız ve doymak bilmez nefsinizle dokunmayın, yoksa sizi yakın bir azap yakalar."
Derken bozdular DENGEYİ ve SOSYAL ADALETİ. Salih, dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın. Sonra helak olacaksınız. İşte bu, yalanlanamayacak bir tehdittir."
Açları aç, çıplakları çıplak bıraktığımız günlerden, mazlumun ahı gökyüzünün tüm renklerini kapkaraya boyamıştı. Zalime dur diyecek bir güç kalmadığında, çaresiz ellerin yakaracağı daimi kapı, Allah'ın kapısıdı. O hiç kimseye zulmetmez ve o hiç kimsenin başına bir bela ya da musibet musallat etmez. Allah'ın yasalarına uymayan her nefis, kendi imtihanını kendi kapısına kendi davet eder. Bu nedenle de her işin sonu eninde sonunda Allah'a dönüp varır. O her işin ya başında ya sonundadır. İşin başında adaleti ve merhameti var eden, dengeyi koyan, yasaları belirleyen ve her şeye bir ölçü ile nizam verenken, bozgunculuk çıkaran ve her şeyi alt üst eden insan süreç sonunda onun bu yasasına karşı çıkışın çok ağır bir bedelini öder.
Bu nedenle asla unutulmamalıdır ki her işin başı daima sonu ile bağlantılıdır ve her işin sonu dönüp dolaşıp mutlaka Allah'a varır, Allah işte bu nedenle asla zulmetmez. Üç günlük dünyada daha yaşayacak günümüz var belki. Ama kim bilir, Kur'an'ın 'ansızın gelecek' dediği kıyamet, belki de bizim yavaş yavaş altını üstüne getirdiğimiz bu dengenin zamanla bozulmasıdır !...